Gelecek seçimde Kürt oyları
CHP seçim yapmadan kendini seçilmiş sayardı, AKP ise oy kullandırıyor, ama kendisine verilmeyen oyları da kendinin sayıyor. İleri demokrasi böyle bir şey.
Bilen bilir, siyaset yazmam. Sanatın “kendinde muhalif” bir öz taşıdığına inanırım. Bu, angaje bir sanat olmadığı anlamına gelmez. Angaje sanatı da takip ederim. Modern şiir derslerimde “Şebnem Kısaparmak’ın Poetikasına Giriş” gibi başlıklar da vardı, bir zamanlar, akademide çalışırken. Bu metinleri okumak ve okutmak, ruhuma ve öğrencilerime yaptığım büyük bir zulümdü. 70’lerin bilinçlendirme romanları da var; karı koca işçiler geceleyin evde devrim konuşup Dostoyevski okurlar. Aynı şekilde “hidayet romanları” tam bir eziyettir. Meslekî bir kusur sayın, geçmeden bir belirleme yapmalıyım: Hidayet romanlarında sadece zengin ve hoppa kızlar tövbe ederler, yoksulların tövbeye ihtiyacı yoktur çünkü. “Fakir şâkirdir” sonuçta!
Siyaset yazmak başka bir uzmanlık gerektirir gibi geliyor. Elbette bu uzmanlığa sahip olmadan konuşan da çok. Hele konu Kürtlere gelince herkes uzman kesiliyor. Bir zamanlar bir şehrin iki adını iki ayrı şehir sanacak kadar uzman olan bir “Kürt masası elemanı” bile gördük. Şöyle demişti: “Ankara’nın, olası Kürt Konferansı’nın Erbil değil Hewler’de yapılması alternatifini destekliği de gelen haberler arasında.”
Şimdilerde yeşile çalan Kemalizm, kadınlara 1930 seçimlerinde oy kullanma hakkı vermişti. Peki kadın-erkek Kürtlere ne zaman oy hakkı verildi? Cevap: 1950 seçimlerinde. Bunu konuşalım. Rahmetli Karl Marx’ın dediği gibi, “Onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir!” Ama bizim maceramız bunun da ilerisinde.
Yahya Kemal Beyatlı’sından Ahmet Hamdi Tanpınar’ına, Behçet Kemal Çağlar’ından Ahmet Kutsi Tecer’ine nice “bölge milletvekili” vardır da hiçbiri seçim bölgesine uğramamıştır. Daha doğrusu seçildikleri bölgelerde seçim olmamıştır. Atanan vekillerdir onlar. Atanan vekil ne mi demek? Böyle kayyum gibi, kayyım gibi bir şey. Ne kadar da şanslıyız, siz edebî bir deha deyip durun, o da bir şey mi, Tanpınar kayyım olmuş bize!
Hiç de komik olmayan bir fars vardır ortada. “Anayasaya aykırı”dır ama olsun. Ne olacak, Kürdü hizaya çekiyorlar işte. Elbette Kürtler de değişecek. Kendi kimliklerine doğru, bedeli ağır bir bilinçle. 1990’lı yıllarda bir köyden Kürt siyasetine oy çıkması demek, koruculaştırma, göçertme, hatta köy yakma ile sonuçlanırdı. Türk kardeşlerimizin konforlu demokrasi deneyiminin bize yansıması bu idi. Halen de böyle. Arada küçücük bir fark var: Köylere yapılan ilçelere yapılıyor şimdi!
AKP, CHP’nin sofistike olmayan halidir diyoruz da kızan, gücenen çok. Elbette ince ruhlu olunca böyle yansımalar normal. Ama bizim taraftan bakınca görülür ki CHP seçim yapmadan kendini seçilmiş sayardı, AKP ise oy kullandırıyor, ama kendisine verilmeyen oyları da kendinin sayıyor. İleri demokrasi böyle bir şey.
Mesela 100 kişiden yetmiş seksenimiz bir araya gelip bir belediye yönetimi seçiyoruz. Yok diyor AKP, belediye benim. “Temsil edilmeleri gerekenler” olarak bizler o mahkeme, şu zindan dolaşırken koskoca Cegerxwîn’in adını taşıyan kültür merkezinde Mustafa Armağan, Yusuf Kaplan, Bayram Zilan gibi tipler Osmanlı kültürünü, millî ruhumuzu anlatırlar. Minyatürler, Selçuklu mimarisi, laleler, fıskiyeler gırla. Devletimiz ve AKP en çok bizim burada Türk olduğunu hatırlar.
7 Haziranda AKP yahut devlet buralarda barajın altında kaldı. Bedeli mi? Yıkılmış binlerce ev, göçertilmiş yüzbinlerce insan, her tarafa doğrultulmuş namlular. Meclise gönderilen vekiller zindanda, kalanlar zindan kapılarında. “Dokunulmazlığı” olan vekilleri mecliste linç eden bir güruh. Kendinden geçmiş bir fatih ruhu, endogamik burunlar altındaki şekilsiz gülüşle birbirinin üstüne binen trendy bir ırkçılık. O zaman o meclise neden bir daha gelelim?
Bugünkü mesele de değil ki. İlk meclis üyelerinden Hasan Hayri Bey, Kürt giysileri ile Lozan’a götürüldükten sonra “Kürt giysileri giydiği için” idam edilmedi mi? Hatta git Meclis-i Mebûsan’a. Seyyid Abdulkadir idam edilmedi mi? Şûra-yı Devlet başkanı olsan ne fayda, Kürtsün sonuçta.
Muhalefet mi? Aynı. Aradan yüz yıl geçmiş, “Yaşasın Hürriyet, Kahrolsun İstibdat” diyor hâlâ. Tiki lisanıyla söylersek, “şaka mısınız abi siz?” Her fenalığın baş müsebbibi İttihatçıların sloganıydı bu be!
Kürt oyları da Kürt oyları. Kürtler hakkında konuşmak sofrasında ne kadar da iştahlısınız. Bir önceki seçimde MHP ile ittifak yapan sizdiniz, referandumda ise AKP yaptı. 2007’de Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ü meclisten atmak için havaya kalkan 411 içinde firesiz elleriniz vardı. Bıktık şu ince ruhlu efendiliğinizden. AKP’yi örnek alsanıza, kaba olun biraz.
Referandumda Kürtler öylesine sandık başına gitti. Öylesine bir cevap için. Sıradaki seçimde lütfedip konulan sandıklara neden gitsinler? Badem bıyıklı organik bozkır ürünleri acı çeke çeke pişmiş canları meclisin ortasında paralasın diye mi?
BİR GÜN
Gezi sürecinde Mardin’de de destek yürüyüşleri oluyordu. Öğrencileri polisten korumak için öğrenciliğimde katılmadığım kadar eylemlere katılıyordum. Yine bir yürüyüş var. Okuldan epey solcu iki Kürt arkadaş söylenip duruyorlar: “Biz de çadır kuralım, biz de gaz yiyip duvarlara esprili sloganlar yazalım, böyle heyecansız eylemlerle olmuyor Temo arkadaş!” Zaten canım burnumda. “Özgül şartları” anlatıp durmanın faydası olmadı. Bunlar “burada action yok” deyip İstanbul’a gittiler. İki yıl sonra burada aşırı actionlu barikat-şehir savaşları başladı. İlk iş tayin isteyip tüydüler.