Cumhuriyetin ‘vatan hainleri’ kimlerdir?
Türkiye üniversitelerinin ‘vatansever’ akademisyenleri, ‘vatansever’ rektörleri, devleti barışa çağıran bir bildiriyi imzalayan akademisyenleri vatan haini ilan ettiler.
Stanley Kubrick’in 1957 yılında çektiği Zafer Yolları filminde, yükselme hırsının verdiği şehvetle başarılması mümkün olmayan bir muharebe için yüzlerce askeri bile bile ölüme göndermeyi kabul eden bir general ile askerlerden sorumlu subay arasında bir diyalog geçer. General Fransa bayrağına saygıyı vurguladıktan sonra “Vatanseverlik eski bir moda olabilir ama bir vatansever dürüst bir insandır” der. Subayın yanıtı vatanseverlik hakkında başka fikirlerin olduğudur. Generalin zorlamasıyla Samuel Johnson’ın ünlenmiş sözünü söyler: “Vatanseverlik alçakların son sığınağıdır” Muharebe beklenen bozgunla sonuçlanır. Bozgunda asla sorumluluğu olmayan üç er, hem de korkaklığı ve disiplinsizliği açık olan bir çavuşun marifetiyle ve “vatanseverler” arasındaki bir pazarlık sonucu korkaklık ve vatana ihanet suçları sabit olduğu için idam edilecektir. Subayımız mahkemede onları savunsa da.
Ankara’nın Esat Caddesi’ni bilenler bilir. Pavyonlar sıralıdır. Pavyonlara dikkatle baktığınızda, görünür bir yerine bayrak asıldığını fark edersiniz. Sevgili Hrant Dink’in katiline bayrak önünde poz verdirilmiştir. Televizyonlarda izlediğiniz birçok adi suç vakasında polisin sertliği ile karşılaşan fail, ‘biz terörist değil, vatansever insanlarız’ der. Bayrak ve vatanseverlik birçok suçu örtecek bir perde haline düşürülmüştür adeta bu insanlar için. Uyuşturucu satabilirsiniz, katil olabilirsiniz, vatandaşları gasp edebilirsiniz ama bu “sıradan” suçlar sizi vatan haini yapmaz.
VATANIN İCADI
Vatan kavramı, moderndir, tarihseldir. Tarihin belli bir aşamasında belli bir yerinde icat edilmiştir. Topraklarımızın vatan olarak adlandırılması, yüzlerce yıl öncesine gitmez. Vatan şairi Namık Kemal’e kadar gider olsa olsa. Osmanlı mülktür öncesinde. Memaliki Osmanidir. Vatanseverlerimiz çok özense de; saraylar, kılıçlar, kalkanlar, kullar, köleler onları cezbetse de hanedanın malıdır üzerinde yaşadığımız topraklar. Vatan ve vatanseverlik kavramları, halktan bir ordu yaratarak ülkelerini, krallarının işbirliği yaptığı yabancılara karşı savunan Fransızların icadıdır. Vatan hainliği de öyle. Devrimin yurttaş ordusuna karşı savaşan Avrupa monarşileri ile işbirliği içindeki Bourbon Hanedanı'nın üyesi XVI'ncı Louis ‘vatana ihanet’ etmiştir. Çünkü vatan onun mülkünü fethetmiştir. Fransız Devrimi'nin radikal önderi Robespierre’e göre kral artık yargılanamaz. Çünkü o ya mahkum edilmiştir ya da cumhuriyet masum değildir.
Eski resmi tarihimizin ‘vatan haini’, yeni Osmanlıcı resmi tarihimizin kahramanlarından biri olarak inşa edilmesi muhtemel olan, Osmanlı mülkünün son sahibinin durumu da benzerdir. Onun mülkü de cumhuriyet tarafından fethedilmiştir. Evet, vatan, belli bir yüz ölçümünden ziyade cumhuriyet demektir. Vatan hainliği de icat edildiği haliyle cumhuriyete ihanettir. Peki cumhuriyet nedir? İşte bütün bu hamaset altında ezilmeye çalışılan soru budur. Cumhuriyete ilişkin gerçek bir ses çıktığı her anda ‘vatanseverlik’ Türkçeye ve siyaset bilimine aykırı ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ sözünü öne sürüvermektedir.
CUMHURİYET VARSA KİMSE VATAN HAİNİ DEĞİLDİR!
Cumhuriyeti savunmak ülkenin hiç kimsenin mülkü olmadığını savunmaktır, cumhuriyeti savunmak eşit ve özgür yurttaşlığı radikal haliyle savunmaktır. Cumhuriyeti savunmak barışı savunmaktır; bazen ve Türkiye’de çok yaygın olarak bunu devlete karşı, onun zulmünü göze alarak yapmaktır. O nedenle ‘vatanseverlerin’ vatan hainliği suçlamaları hırsıza, katile, tecavüzcüye dokunmaz; genelde cumhuriyetçi eşitliğin hakiki parıltısının peşine düşünlerin başına bela edilir. Doğru olan şudur: Eğer cumhuriyet varsa fikrini söyleyen hiç kimse vatana ihanet etmiş olamaz; eylemlerin suç niteliği ise ceza kanununda tanımlanmıştır ve kanun vatana ihaneti içermez.
Türkiye üniversitelerinin ‘vatansever’ akademisyenleri, ‘vatansever’ rektörleri, devleti barışa çağıran bir bildiriyi imzalayan akademisyenleri vatan haini ilan ettiler. Başıma gelen küçük bir örnek vereyim. Hala Ankara Üniversitesi’nde çalışmakta olan bir profesör, üniversite kamuoyuna benim gibi ‘vatan hainleri’nin üniversiteden kovulması talebini ileten bir e-posta gönderdi. E-posta 15 Temmuz’un hemen sonrasına denk geliyordu. İlgili kişinin daha önceki paylaşımlarından cemaat yurtlarına ilişkin çıkan bir öğrenci hareketliliğinde paylaştığı gazete haberlerine rastladım. Verdiği linklere girilemiyordu, çünkü paylaştığı gazeteler ‘vatan haini’ oldukları gerekçesiyle istisnasız kapatılmıştı. Ona paylaşımıyla ilgili düşüncelerinin değişip değişmediğini, üniversite kamuoyu önünde sordum; bekleyebileceğiniz gibi karşımda derin ve sonsuz bir sessizlik buldum. O da muhtemelen birçok başkaları gibi ‘kandırılmış’ olmalıydı. O nedenle şimdi inanmadığını söyleyeceği o gazetelerde yazanlara inanıyordu. Cemaat, üniversite içinde sosyalist, demokrat, laik fikirlere sahip akademisyenleri tasfiye ederken ‘kandırılmışlardı’ milliler, zira hiçbir sesleri çıkmadı. Haksız rütbeler elde ederken ‘kandırılmışlardı’. Atıf şebekeleri kurup, sahte akademik dergiler çıkarır, tek kişilik kongrelerle paye alırken ‘kandırılmışlardı’. Millilerimizden benim duyabildiğim hiçbir tepki olmadı bütün bu akademik soysuzlaşmaya karşı.
Son söz, Samuel Johnson bir kez daha haklıdır.