Tohumlar açtığında sanat
Sharjah Bienali'nin İstanbul ayağı BAHAR zor zamanlarda sanat üretim pratiklerine bakıyor. Küratör Zeynep Öz'le konuştuk.
Ortadoğu'nun önde gelen sanat etkinliklerinden Sharjah Bienali bu sene farklı bir strateji izleyerek sergilerini ve etkinliklerini farklı ülkelere yayma kararı aldı. Dakar, Ramallah, Beyrut ve İstanbul Ortadoğu siyasetinin ve kültürünün kritik bileşeni şehirler olarak farklı temalar etrafında 13'üncü Sharjah Bienali'ni oluşturdu. İstanbul programının adı BAHAR ve mahsul teması etrafında şekilleniyor. BAHAR kış boyunca bekleyip baharda açan tohumların döngüsüne, beklemenin kıymetine, doğanın ve insanın uyanışına bakıyor. BAHAR bir yandan da zor zamanlarda sanat üretim pratiklerinin uluslararası ve yerel bağlantılarla nasıl tekrar canlanabileceğini sorguluyor. Sharjah Bienali'nin İstanbul'daki muhatabı küratör Zeynep Öz'le BAHAR'ı konuştuk.
Sharjah Bienali'nin bir ayağının İstanbul'da yapılması düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
Sharjah Bienali her zaman Ortadoğu’daki sanat üretiminin genel hatlarını görmek açısından en önemli etkinliklerden biri olmuştur. Bu seneki bienalin küratörü ise benim Beyrut’ta ilk olarak 2010’da "Home Works"te asistan küratör olarak sonra da açılan okulun akademik komitesinde birlikte çalıştığım Christine Tohme. Christine, Bienal’in küratörü olarak çalışmaya başladığında bienalin kurgusunu bir arada var olan değişik networkler üzerine kurdu. Bu bağlamda 4 tane ‘interlocutor’(muhatap) seçti: Kader Attia, Lara Khalidi, Ashkal Alwan ve ben. Dördümüzün de kendi şehirlerimizde birer proje oluşturmasını istedi.
Dördümüzün de kendimize özgü birer anahtar kelimesi vardı: Dakar’da Kader ‘su’ kelimesiyle, Ramallah’ta Lara ‘toprak – dünya’ kelimesiyle, Beyrut’ta Ashkal Alwan ‘yemek’ üzerine ve ben de ‘mahsul’ kelimesiyle çalıştım. 2016’nın başından itibaren 2-3 aylık aralıklarla dört kişilik bu grup olarak bir araya gelip hem kavramsal çerçeveyi tartıştık hem de her birimizin projesi için birbirimize destek verdik. Projelerin formatları her şehirde farklı oldu, mesela Kader Dakar’da su üzerine bir konferans düzenledi, Lara Ağustos’ta Ramallah’da bir yayın projesi düzenliyor, Ashkal Alwan ise Kasım’da Home Works’e yakın bir program hazırlıyor olacak.
BAHAR ise İstanbul ayağının adı ve bir yeni iş üretim platformu. Bu proje, Mart ve Nisan aylarında SALT Galata’da hafta sonu programı formatında birer konuşma ve film gösterimleri serisiyle başladı. 13 Mayıs’tan itibaren de yeni üretilen işlerin gösterildiği bir sergi ve performans programı olarak devam ediyor. Sergiler Abud Efendi Konağı’nda, performans programı ise Abud Efendi Konağı, Bomontiada ve İstanbloom’da izlenebilecek.
İstanbul programının ismi BAHAR ve program da mahsul teması etrafında şekilleniyor. Bu tema hakkında çalışma düşüncesi nereden çıktı?
Dediğin gibi, Sharjah Bienali kapsamında benim anahtar kelimem başından beri mahsuldü. Christine, dört ‘muhatap’ olarak hepimizin ilk aşamada birer araştırmacıyla çalışmamızı istemişti. Ben de dört kişiyi araştırmacı- sanatçı olarak kendi işlerine ön araştırma yapmaları için davet ettim: Suna Kafadar, Fatma Belkıs, Onur Karaoğlu ve Deniz Tortum. Bu dört araştırmacıyla konuşurkenki süreçte aslında tema benim için daha da belirginleşti: Tohum durgunluğu ve uyku. ‘Mahsuller daha tohum olarak yer altındayken, yani büyürken, bizler ne yaparız? Uyku süreci nasıl işler?’ şeklinde bazı sorulara gönderme yapıyor BAHAR. Hem kültürel süreç olarak hem de daha geniş olarak içinden geçtiğimiz sürece gönderme yaparak her şeyin bir döngüsü olduğunu varsayıyor, bazen enerji toplamak üzere toprağın altında bulunup, bazen de vakti gelince yer yüzüne çıkacağımızı söylüyor.
Sergileri Hıdrellez partisiyle açmak da bunun parçası mı?
Aslında biraz da işin içine bir ritüel havası katmaktı amaç. Dört araştırmacıyla beraber yazın düşünürken aklımıza geldi: Tam olarak doğru tarihe gelmese de açılışı neden bir Hıdırellez partisi olarak adlandırmıyoruz, dedik. Sonuçta bir döngü olarak işlerin, ürünlerin ortaya çıktığı bir zaman Bahar, e haliyle bunu bir şekilde kutlamak gerekir.
Sergilerde ve performanslarda yeni iş üretimlerini destekleyen bir yapı kurmuşsunuz. Diğer küratöryal pratiklerinizde de genelde yeni üretimlere alan açıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Doğru diyorsun, bu şekilde oldu. Belki küratörlükten önce bir süre sanatçı olarak iş üretmiş olmamdandır. Ama açıkçası yeni üretimlerden de ziyade en önemlisinin üretimi besleyecek platformlar oluşturmak olduğuna inanıyorum. Besleyici platformlar oluştuktan sonra sanatsal, performatif, küratöryel, düşünsel, matbu üretimler hemen peşi sıra geliyor.
Neden sergilere mekan olarak Sultanahmet'te yer alan Abud Efendi Konağı'nı seçtiniz? Bu mekan İstanbul sanat yaşamında nasıl bir rol edinebilir?,
Abud Efendi Konağı, Yücel Kültür Vakfı’na ait bir mekan. Mekan bakınırken çok değişik olasılıkları düşündük. Sultanahmet’in güncel sanat aksından uzun zamandır çıkmış olması, ve turizmin yavaşlamasıyla şu sıralar yeni bir kimlik ve görüntüsü olması bir unsurdu. Daha büyük bir unsur olarak bütün işlerin bir çatı altında olması çok önemliydi, zira BAHAR ilk kez düzenlenen bir etkinlik o yüzden tek mekanlılık projenin ruhuna uyuyor. Bunun dışında biraz da yukarıdaki cevabın uzantısı olarak mekanın çok odalı olması benim için çekici bir yöndü: Üretimlerin birbirleriyle bağlı ve bir tema altında toplanan bir karma sergi değil de her sanatçının veya sanatçı grubunun kendi mekan/odasında kendi işini kurguladığı bir yeni işler serisi olmasıydı amaç. Konağın (bizim kullandığımız) yaklaşık 12 – 13 odası var, bu da her sanatçı / sanatçı kolektifinin kendi mekanının olmasına izin verdi.
Son olarak, ama belki de en önemlisi Vakıf’takilerle çok iyi anlaştık. Sergide aslında Konak da bir sanatçı, ya da belki de bir baş kahraman olarak nitelendirilebilir. İlk katta olan daha önceden varolan 6 iş dışında, tüm sanatçılar işlerini Konak’ta sergileneceğini bilerek üretti. Haliyle konağın hem tarihi hem yapısı ister istemez işlerin içine sızdı. Uzun vadede umarım ve eminim konağın kültürel projeler için değişik ve sürekli kullanımları olacaktır.