YAZARLAR

Türk sporunun sessiz devrimi

Şimdi yazacaklarımı zihnimden bir bir, defalarca tekrarlayarak yazıyorum. Marsel İlhan artık Türkiye tenisinin erkeklerde 1 numarası değil. Size de hiç olmayacak gibi geliyordu değil mi?

Türk sporunda sessiz sedasız bir devrim yaşandı. Bu cümleyi yanlış anımsamıyorsam sevgili Çetin Cem Yılmaz’ın tweet’inden aldım. Çünkü daha iyi bir tanımlama yapılabileceğini düşünmüyorum. Şimdi yazacaklarımı zihnimden bir bir, defalarca tekrarlayarak yazıyorum. Marsel İlhan artık Türkiye tenisinin erkeklerde 1 numarası değil. Size de hiç olmayacak gibi geliyordu değil mi? Her turnuvada ilk turda elenmesine alışık olmamıza karşın, yerinden hiç kalkacağını düşünmediğimiz Marsel, artık sayısını hatırlayamadığım yıllar boyunca (Hadi tam tarihi de yazayım 25 Haziran 2007’den beri) elinde tuttuğu Türkiye tenisinin erkeklerdeki 1 numarası unvanını Cem İlkel’e bıraktı. Hani henüz ikinci ATP Turnuvası’nda final oynayan Cem İlkel. Evet, belki ikinci oldu ama perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Yine de bu yazı maalesef ki Cem için yazılmadı. Umarım hakkında daha çok yazı yazabileceğimiz kadar yolu açık olur ama bu iş bu yazıda gözünüzün önünden geçen kelimeler, bir kahramandan anti-kahramana dönüşen Marsel İlhan için akacak.

'KAHRAMANDAN' ANTİKAHRAMANA

2006’da bir anda hayatımıza girdiğinde henüz 19-20 yaşındaydı. Talihi ya da talihsizliği onu Özbekistan’dan Türkiye’ye taşırken, bir anda yıldızı da parladı. İlk yılında Türkiye şampiyonluğunu elde etti. Kimsenin aklına bile gelmeyen bir başarı onun raketinden çıktı. 20 yaşında cebinde tam tamına bir yıla sığdırılmış 50 galibiyeti vardı. Türk erkek tenisi için Misak-ı Milli sınırları dışından gelen bir yıldız doğuyordu. Can Üner’in ellerinde –ki şu an Cem Hoca, Çağla Büyükakçay ile başarılı bir işbirliği sürdürüyor- utangaç ama yetenekli bir tenis oyuncusu vardı. 6 yaşında belki de hayatının aşkıyla buluşan bu utangaç çocuğun gerçek adı Marsel Khamdamov’du. Dedik ya erken yaşta bulduğu aşkı uğruna tuttu Türkiye’nin yolunu. Kafasında Avrupa’da daha fazla turnuva oynamak ve daha iyi bir ortamda çalışmak vardı. 2006’da hedefine bir adım daha yaklaştı: Artık ay-yıldızlı form altında mücadele edecekti. Bundan sonra çevresindeki herkes ona 'Marsel İlhan' diye seslenecekti.

Ve o utangaç çocuk üst üste 2 kez Türkiye şampiyonu olarak, kendisine güvenenlerin ne kadar yerinde bir davranışta bulunduğu ispatlamak istiyordu. Adı artık biliniyor, sponsorlar kendisine gelmeye başlıyor, daha da önemlisi hedeflediği Avrupa’daki o en büyük turnuvalarda yer almaya başlıyordu Marsel. 2009’da Amerika Açık’ta, 2010’da Wimbledon ve Avustralya Açık’ta, 2011’de yine Amerika Açık ve Roland Garros’ta, 2015’te ise Amerika Açık ve Wimbledon’da ikinci tura çıkması Türkiye için hep ‘ilk’ anlamını taşıyordu. Bu sayede de bir Türk oyuncunun ATP Dünya Sıralaması’nda erişebileceği en yüksek sıralama olan 77.’liğe yükselmeyi 2015’te başarmıştı.

18 TURNUVADA İLK MAÇTA ELENDİ

Lakin artık geri gidiş başlamıştı. Mesela Marsel 2016’da katıldığı (elemeler dahil) 31 turnuvanın 18’ine henüz ilk maçında veda etti. Gazeteler, internet siteleri, sosyal medya Marsel’in ilk turda elenmesinin değil, elenmemesinin haber değeri taşıdığı konusunda hemfikir olmaya başlamıştı. Ki bu dibe yolcuğun en önemli belirtilerinden biridir. Türkiye tenisinin yıldızından, 20 yaşında belki de Türkiye'de hiç düşünülmeyen işleri yapmaya başlayan Marsel’in, 9 yıl için maalesef ki mizah mezesi haline dönüşmesi 'Türkiye’ye asıl gelişi' olarak değerlendirilebilir. Zira, tam da bu topraklara has bir durum bu: Sorunun sadece bir yönüne bakmak!

Evet, Marsel bu 9 senede (ki hâlâ kendisi için o parlak yıllara geri dönebilecek kadar genç) bu hale dönüşmesinin başlıca sorumlusu kendisidir. Üzerine çok tartışmaya gerek yok. Can Hoca’nın son dönemi ve sonrasında gelişim konusunda ciddi sıkıntı yaşadı Marsel. Türkiye’ye ilk geldiği günlerde Taçspor Tesisleri’nden çıkmayan, sürekli antrenman yapmaya başlayan o çocuğun, ilk aşkıyla arasına belki de metal yorgunluğu girdi kim bilir?

MARSEL SANA DİYORUM CEM SEN ANLA!

Lakin bildiğimiz bir şey var. Bugün kendisini bir mizah malzemesine dönüştüren, başta basın olmak üzere kim ona, o kritik anlarda destek verdi? Başarı olduğu anlarda yanında gibi gözükürken, yılın geri kalan kısımlarında neredeydik acaba? Hiç sorgulayan oldu mu? Futbolumuzun klasik, kaos dolu dünyasından kafamızı kaldıramadığımız için diğer spor dallarında her çıkanı kendi kaderine emanet ettiğimiz için olabilir mi tüm bireysel sporlardaki bu dalgalanma? Bu toprakların kahraman ve antikahraman arasına koyduğu sadece ince bir çizgidir. Marsel o çizginin şimdilik 'anti' tarafında. Çünkü o artık Türkiye’nin erkeklerde 1 numarası değil. Cem İlkel bundan sonra o koltuğun sahibi. Yani kahraman tarafında Cem var. Dedim ya onun için daha nice yazılar yazarız umarım ama Marsel’in yaşadıklarını bir de bu gözle görmek belki işine yarayabilir.

(Not: Marsel hakkında bilgiler Şevket Furkan Erbay’ın 2006 yılındaki röportajından alınmıştır.)


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’