Koskoca dünyaya, iki incecik tekerleğin üzerinden bakmak...
O iki basit tekerlek, o basitlikleriyle koskoca dünyayı görünür hale getirir. Ayrıntıların fark edilmesini sağlar. Çakıl taşının sesini, yol kenarındaki samanın kokusunu, kuytuda kalmış güzel bir insanı, kenar bucak bir kahveciyi.
Gezmek, gezinmek, seyahat etmek, yolculuk yapmak...
Hangisi daha çok yakışır iki incecik tekerleğe? Gezinmek sanırım. ‘Gezmek’ daha planlı programlı bir eylem olabilir. Yolculuk yapmak, biraz sıkıcı gibi. Seyahat etmek ise ciddi bir iş sanki. Daha üst sınıf jargonu, biraz ‘cemiyet insanı’ olmayı gerektiriyor. Öyle herkesin harcı değil, seyahat! Gezinmek öyle değil ama. Gezenti var bir de, gezip tozmayı seven anlamında; akraba sayılırlar. İki tekerleğin üzerine yakışanı, hiç kuşkusuz gezinmek.
Olabilecek en güzel formlardan biri. Basit. İki güzel ve içi metal çubuklarla örülü daire. İkisini birleştiren, kadro. Kadronun arkasında küçük bir sele. Önünde gidon. Gerisi zincir, fren mekanizması, üç beş dişli ve kablo. Hepsi bu. Siz bakmayın o büyük teknolojiye, giderek daha hafiflerinin, hızlılarının imal edilişine. Asıl mesele basitliğinde. Bir şey basitleştikçe, kendisi dışındakilerle kurduğu ilişkinin şekli şemaili değişir. Onları daha görünür hale getirir. Bülent Ersoy’u düşünsenize. Yalnızca ona bakabiliyorsunuz, yanındakilerin görünmesini önleyecek kadar gösterişli. Ne örnek ama!
Sadelik bir insanda, bir nesnede ya da mekânda temsil edilebilir. Biraz görünmez olmak, biraz fark edilmez olmak, biraz kendinle meşgul olmayı reddetmek, iyi hissettirebilir görünmez olana, fark edilmeyene, kendisiyle meşgul olmayana. İşte o iki basit tekerlek, o basitlikleriyle koskoca dünyayı görünür hale getirir. Ayrıntıların fark edilmesini sağlar. Çakıl taşının sesini, yol kenarındaki samanın kokusunu, kuytuda kalmış güzel bir insanı, kenar bucak bir kahveciyi. Aslında ne denli güçlü olduğunuzu. Sabır ile direnç ile ve mutluluk arasındaki bağı keşfetmenizi. Dört tekerlek ve motor gücü ile yaşanamayacak her ne varsa.
Rampa çıkmak, misalimiz olsun:
Motor gücü ile çıkıldığında, bir yokuş, yalnızca vites düşürülmesini gerektiren ‘eğimden’ ibaret. Hele bir de viraj varsa, sıkıcı, yorucu hale de gelir. Ancak iki tekerlek üzerindeki için o yüzlerce metrelik yokuş ya da gezentilerin sevdiği sözcükle ‘rampa,’ birden çok deneyim içerir. İlk kez mi geçiyorsunuz? Ne zaman biteceğiniz bilmiyorsunuz demek ki. Önünüzde uzayıp giden yokuşta kaç viraj olduğunu, yolun durumunu, asfaltın eriyip erimediğini, yolun kalitesini. Demek ki yolunuz bir bilinmeze doğru. Yüklenirsiniz kaslarınıza. Ancak bu bir kas, güç kuvvet işidir zannedilmesin sakın. Hele ki bir rampa, büyük ölçüde zihinsel faaliyettir. Çok genç birinin kolayca üstesinden gelemeyeceği türden. Biraz yaş almayı gerektirir ki acele edilmesin. Yavaşlıktan haz almayı bilmeyi ister. Uzun mesafe koşuculuğu gibi, dağcılık gibi...
İlk kural, yavaş yavaş ve kan ter içinde gidilen o zorlu yolun, acele ile değil, zevk duygusuyla, ancak sabırla tamamlanabileceğini kestirebilmek. İşte pek çok konuda insanın başına bela olan ‘yaş almak,’ uzun yolun zorlu rampalarında çok işe yarar! Acele edilmemesi gerekir. Zira o yokuşu tırmanıyor oluşun asıl nedeni, zaten ‘acele’ hayattan kaçış. Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, evlerinde deney tüpleri bekliyormuş da o akşam kansere çare bulacakmış gibi koşuşturan ve bu sürekli telaş halini ‘olağan’ gören zavallı İstanbullu ile iki tekerlek üzerinde gezmeye çıkmış insan arasındaki fark. İkincinin, acelesi yok. Acele etmesini gerektiren amacı yok. Derdi tasası, bir rampayı tırmanmak. Yola bakmak zorunda. Her bir taşı, dikeni hesaba katmak, küçük çukurları görmek, kendisini özellikle tatile çıkmış cip sahibi şehirli gerzeklerden korumak zorunda. Araç camından fındık fıstık atanlardan. Tahmin edilebileceği gibi zekâ düzeyi ve gülmece anlayışı tatile çıkınca değişmiyor, şehirde neyse taşrada da o. İşte rampa tırmanan bunları hesaba katmak zorunda; ciddi, özenli olmalı. Ter bazen gözüne kaçıyor. Gözlüğün içine sızıyor sıcak havada. Kimi bunu engellemek için alnına bir tülbent sarıyor. Bir virajı alırken, yüzlerce metrelik bir viraj daha fark ediyor. O bittiğinde ne ile karşılaşacağından habersiz. En heyecan verici olan da bu. Araç yolunun kenarında, araçların gidiş yönünde yolculuk ederken virajdan ötesini görmek zor hakikaten. Bir bakıyorsunuz, yeni ve upuzun bir viraj daha. Sabır. Yanınızdan aheste bir kamyon geçiyor. Elinizi kasasına atmak istediğiniz bir an gelebilir ama sakın ha. Sabır.
Kamyoncu demişken. İki tekerlek üzerinde gezmeye başlamadan önce eşin dostun en çok merak ettiği iki şey oluyor. Tayt giyilecek mi? Kamyoncular taciz etmez mi? Tabii ikisinden hemen önce, o bilgece soru: Deli misin? Ve aynı bilgelikle bir tahmin: Ölürsün. Oysa bir İngiliz ya da Almanla konuştuğunuzda, ilk tepkileri ‘Harika, keşke ben gelebilsem sizlerle’ oluyor. Kültürel farklılıkların her konuda ne denli belirleyici olduğunun nefis örneklerinden biri daha. Hele ki şu ‘tayt’ konusu. Türk erkeğinin sınanma konularından biri. Her sporun bir kıyafeti olduğunu anlamayışına mı, cinsiyetçiliğine mi yoksa kendi poposunu dünyanın en estetik organı olduğunu zannetmesine mi yanarsın! Şekerim tüm Türkiye köylüsü işi gücü bırakmış senin arkanı ve bacaklarını mı merak ediyor. Nasıl bir saplantıdır bu. Oysa malum, ne o taytı giyen herkes Kıvanç Tatlıtuğ ne de başka bir giysi ile iki tekerleği kullanmak mümkün; çünkü taytın içindeki dolgu malzemesi olmadan yol yapmak olanaksız. Haliyle tayt giyen sürücü, örneğin evinde deri pantolon ve kamçısı olan insanlar değil; aslında son derece gerekli ve sağlıklı bir şey yapıyor. Kamyoncu meselesine hiç girmeyelim. Bu daha da anormal bir merak. Dolandırmadan yanıta gelmeli: Hayır kamyoncular son derece anlayışlılar ve büyük şehir plakalarıyla tatile çıkıp henüz sürat ile sonuçları arasındaki bağı kavrayamamış şımarık orta sınıf mensuplarından çok daha iyi, efendi sürücüler. Ezcümle, bunların dert edilmesine hiç gerek yok.
Gezintiye çıkmanın bir de yük kısmı var. Tercih çok muhtelif. Sırt çantası, arka bagaj, arka bagajını hafif tutanlar, ağırlık taşıyanlar... Nasıl süreceğiniz, nerede/nasıl konaklayacağınızla ilgili tercihler bunlar. İki çorap, tişört, terlik, bir iki tamir malzemesi yeter de artar ama kimi bilgisayardan tut da kallavi üst başa kadar taşımayı tercih ediyor. Artık o gezentinin meşrebine kalmış, kendi bilir. Akşam yıkayıp sabah giyersin olur biter. Ne kadar az yük o kadar ferahlık. Az eşya, az kıyafet gibi. Zigon ve orta sehpa olmadan çay içip gazete okuyamayanlar için değil zaten tekerlek üzerinde gezinmek.
Yokuş çıkmanın ödülü, yokuş inmek değil aslında; yukarıdan, tırmanılan yola bakmak. Hele ki Datça ile Marmaris arasındaki o meşhur yokuşu çıkıp Akdeniz ve Ege’yi aynı anda görebildiğiniz tepe noktası gibi bir yerlerdeyseniz, değmeyin keyfe. Zannetmeyin ‘inmek’ kolay iş. Çok daha fazla dikkat gerektirir. Öyle havası atılacak iş değil bu, dedim ya acele etme lüksü yok çünkü tek bir taş insanı darmadağın edebilir. Yavaşça inilecek yokuştan. Yüzünüzde rüzgar, gözleriniz her bir çukurda, omuzlarda artan bir ağrı. Körolmayasıca ağrı, zaten yavaş yavaş tüm bedende yayılır üç beş günde.
Diyeceksiniz ki "Her yerimde ağrılar olacaksa nesi güzel, iki tekerlek üzerinde gezip tozmanın?" İşte ben de onu anlatıyorum ya, koldaki, bacaktaki ufak tefek ağrıların ne önemi var, üç beş güne geçer. Mesele, o sızıyı da hissederek yol alabilmekte. Bir başkasının değil ki sizin sızınız söz konusu olan. Hem sizin olmazsa başkasınınkini nasıl anlayacaksınız, öyle ya. Koca dünyaya iki tekerlekten bakmanın en anlamlı yanlarından biri, omuz sızınızı bir saman balyası kokusunun unutturmasında. Üstelik ağrısı olmayan insan mı olur...
İki tekerlek üzerinde, o iki tekerleğin temas ettiği yol dışında hiç bir şey düşünmeden, sıcak ve serine, beden ağrılarına aldırmadan yol almak. Yol alıyor olmanın güzelliği, ferahlatıcılığı. Biraz da seleden bakmayı denemeli güzelim dünyaya. Belki başka bir şeyler fark ederiz...
Murat Sevinç Kimdir?
İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.
Amaan geçecek geçecek, vallahi en güzel günleriniz! 12 Ekim 2021
O muhafazakâr aynaya bakıp biraz da kendi haline dertlensin... 05 Ekim 2021
Endişeli muhafazakâr, geçenlerde Validebağ'a moloz döktü! 28 Eylül 2021
Yurtsuz öğrencilik ve av olmaması gereken yurttaş... 23 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI