YAZARLAR

Tayın değiliz biz senin!

Zorun ve zorbanın karşısında çelimsiz birer beden duruyor. Tayını arayan bedenler...

Geçmişin tozlu sokaklarından çıkagelen bir çocuk imgesi. On iki on üç yaşlarındaki çelimsiz bir çocuk. Bir Kemalettin Tuğcu romanının muhayyel resimlerinden makasla oyulmuş gibi bir imge. Bütün Tuğcu çocukları gibi, başkasının hakkını gözetmesi ve adil olması beklenebilecek bir çocuk. Bu beklentinin ince yüzüne zamanından en az beş yıl önce yerleştirdiği bir erken olmuşluk hali.

Beş parmağı açık şekilde, dirseğinden kırdığı kolunu hiddetle kulağının hizasına doğru kaldırıyor. Başını geriye atarak yukarı, kendisinden oldukça uzun boylu olan muhatabının yüzene bakıyor. Gözlerinde çakmak çakmak yanan ve kara kıvırcık saçlarını tutuşturan bir öfkeyle bağırıyor;

“Tayın değilim ben senin! Git kendi tayınla uğraş!”

En az beş altı yaş büyük, “kendi tayına” da asla bulaşmayacak tıynette bir başka genç var karşısında. Mahallenin zorbası olduğu her halinden belli. “Konuşma lan!” diyerek incecik boynundan kavradığı gibi eliyle geriye itiyor çocuğu. Çocuk pes etmiyor. Bedenini yay gibi geren bir dirençle iki eliyle yapışarak zorbanın elini boynundan ayırmaya çalışıyor. Arada savurabildiği küçük tekmelerin de yardımıyla, boynunu kavrayan elden kurtuluyor.

Biraz uzaklaştıktan sonra, çığlığa dönüşmüş bir sesle yeniden, “tayın mıyım ben senin?” diye sorarken, gözlerine hücum eden yaşlara engel olamıyor.

Zorbalığın bile “tay”lar arası olması gerektiğini söyleyen, maruz kaldığı ağır şiddetin içinde bile bir parça olsun adalet ve eşitlik arayan bir çocuk.

Her şeye rağmen, çocuğun asıl duygusunun korku olmadığı söylenebilir. Zira Sara Ahmed’e (1) kulak verecek olursak, “korkarken, tüm dünya bedene baskı yapar; beden, korku nesnesinden kurtulmak için dünyadan geri çekilerek küçülür. Korku bedenin küçülmesine neden olur; bedeni kaçışa hazırladığı için bedenin hareketliliğini net biçimde kısıtlar.”

Oysa, kafa tutan çocuğun gerilen bedeni yeni bir hacim kazanıyor. Büyüyor çocuk. Korku değil hissettiği, esas olarak müthiş bir öfke duyuyor. Bu öfke de hasmına yönelik değil sadece, adaletsizliğe ve dengesizliğe. Bu dengesizliği yok etmeye yetmeyen kendi gücüne. Güçsüzlüğüne...

İşte böyle. Hayatın olmadık kavşaklarında çıkagelen dokunaklı bir hatıra. Bir vicdani itiraz imgesi. Çocuk öfkesinin naifliğinde zorbaya yöneltilmiş bir adalet isteği.

TAYINI ARAYAN BEDENLER...

Geçmiş, gerçekte tam olarak yaşandığı biçimiyle gelip hatırlatmaz kendini. Freud’dan bu yana iyi biliyoruz ki sıklıkla bağlamından ayrışmış ve yoğunlaşmış imgelerle hatırlatır. Tayını arayan çocuk imgesi de aklıma böyle yerleşmiş olmalı. Nerede orantısız bir şiddet ya da sindirme çabasına rastlasam, “git kendi tayını bul, kendi dengini, yaşıtını bul eziyet edecek! Ne istiyorsun benden” diye soran, o minicik insan yavrusu da imgelemimde yeniden canlanır.

Bu ülkenin “sıradan” insanının düzenli olarak maruz kaldığı ve karşısında yakıcı bir çaresizlik duygusuna kapıldığı birçok haksızlığın simgesidir bu yay gibi gerilmiş çocuk bedeni...

Pençelerini boğazımıza geçirmiş, taydaş olmadığımız, tayımız olmayan bir yerden gelen bir şiddetle boğuşuyoruz mütemadiyen. Ya doğrudan kendimiz muhatabıyız bu şiddetin ya da muhatabı olanla kurduğumuz duygudaşlık nedeniyle çığlığı basmak istiyoruz; “tayın değiliz biz senin!”

Oysa o zaten tayını aramıyor, tayı olanı yanına katıp mümkün olduğunca çoğalarak ötekilerin canına musallat oluyor. O canı o elden kurtaracak, “güçsüz”ün ve “çelimsiz”in yanında duracak bir hukuk da yok. Dün de pek yoktu zaten ama bugün iyiden iyiye yok oldu. Yok...

Zorun ve zorbanın karşısında çelimsiz birer beden duruyor. Tayını arayan bedenler...

ADALET SADECE BİR DUYGU DEĞİLDİR

Tayını aramak, kötülüğün ve zorbalığın karşısına güçsüzü gözeten bir orantılılık etiğine tutunarak karşı koymak anlamındadır. Tayını aramak yara bereyle çıkılmaya mahkum bir kavgadan, “adalet”e ilişkin duygumuzu öne sürerek uzaklaşma çabasıdır.

Sorun şu ki orantısız ve adaletsiz şiddete başvuran tarafın ezel ebet hazır cevapları vardır. Açıklamaları vardır. Bizim adalet duygumuzun ve sorularımızın zorba nezdinde hiçbir kıymeti de yoktur.

Müthiş bir açmaz...

Fakat burada yeniden Sara Ahmed’e dönersek, “adalet sadece bir duygu değildir. Duygular da her zaman adil değildir. Fakat adalet bizi dünya yüzeyleri boyunca hareket ettiren, yaşamlarımızın sınırları içinde dalgalanmalar yaratan duygular içerir. Bu duygularla nereye gittiğimiz sorusu ise cevapsız kalmaya devam eder.” (2)

Geçmişin duygularımıza yapışan imgeleri üzerine bazen sadece uzun uzadıya düşünmek bile önemli. Hayatlarımızın sınırları içinde dalgalanmalar yaratan bu duyguları ortaklaştırarak bu duygulara bugünü anlamak üzere güçlü bir akış kazandırabiliriz. Nereye gittiğimizi belki hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğimizi de kabul ederek bu dalgalanmalardan yine de “çelimsizler” lehine bir adalet pratiği süzebiliriz.

(1) Ahmed, S. Duyguların Kültürel Politikası. Çev., Sultan Komut. Sel Yayıncılık. s.91.

(2) A.g.y., s. 253.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.