YAZARLAR

27 Mayıs vesilesiyle bir hatırlatma: Darbenin zararları!

“Marşları ‘bizden’ olanlar söylesin, diğerleri sussun” dendiğinde, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük yapılıyor. İşte tam burada, “kardeşi kardeşe vurdurmak” deyimi devreye giriyor –ki görmek istemediğimiz tek şey bu aslında.

Memleket tarihi darbelerle şekillenmiş. Buna yakın zamanda darbe girişimleri de eklendi –ki yaşadığımız son “darbe”, bugün çektiğimiz sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep. Tırnak içine aldığım ifade, iki tarihi içinde barındırıyor: 12 Eylül ve 15 Temmuz. İlki memleketin canına okudu; ne hukuk kaldı, ne insan hakları, ne de özgürlükler… Postal, palet, her ne derseniz deyin, memleketin üzerinden geçen, ortalığı tarumar etti. Dahası, bugün hayatı zindan eden her ne varsa önünü açtı. Başta YÖK olmak üzere kurulan tuhaf kurumlar ve yapılan hukuksuzluklar, bugün yapılanların habercisi. Fena olan, bugün o kurumları kullananlar ve muadili durumları örnek alanlar, 12 Eylül’e karşı olduğunu söylüyor. “Dostlar alışverişte görsün” misali lafta kalan yargılamalardan, verilmiş göstermelik cezalardan ibaret bir karşı olma hali bu.

Az önce, 15 Temmuz tarihinden söz ettim. Son kırılma noktası bu tarih zira o gece yapılan darbe girişimi sonrasında, bir anda çok iyi bildiğimiz darbe sonrası günlere döndük. Darbe başarısız oldu ama iktidar darbenin yapacağını yaptı: Başta akademisyenler olmak üzere pek çok insan işinden oldu. Dernekler, gazeteler, dergiler ve radyo/televizyon istasyonları kapatıldı, kitaplar toplatıldı, yazarlar tutuklandı. 12 Mart sonrasında gözaltı süresi 30 güne çıkartılmış, Ankara’da beş kişinin ve daha fazlasının yan yana gelmesi ve yürümesi yasaklanmıştı. Bugün gözaltı süresi yine artırıldı ama orada kalmadı, gözaltına alınanların beli bir süre boyunca avukatlarını görmesi engelleniyor. Bu, tutuklananlar için de geçerli. Her yeni KHK, yeni bir özgürlüğü kısıtlıyor. Eskiden Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yapılan, bugün KHK’lar aracılığıyla yapılıyor. Dahası, valiliklerin yasakları. 12 Eylül sonrasında hayatımıza giren bir şeydi bu: Devletin sevmediği bir kaset ya da kitap yasaklanmaz, valilikler il sınırları dahilinde onun satılmasını engellerdi. Bugün de aynısı yapılıyor: Valilikler karar alıyor, yasaklar çıkartıyor ve hatta il dahilinde ya da belli bölgelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edebiliyor.

Son yasak, iki gün önce Ankara Valiliği’nce getirildi: Ankara sınırları dahilinde, güneş battıktan sonra halka açık alanlarda ateş yakmak, şarkı, türkü ve marş söylemek yasaklandı. Açıklamada şöyle bir cümle var: “[toplanarak şarkı, türkü, marş söylenmesi] vatandaşlarımızı tedirgin etmekte, kamu düzeni ve güvenliğini bozmakta, terör örgütlerinin eylem yapan topluluklara yönelik bombalı saldırı yapma riskini artırmakta ve güvenlik güçlerinin bu olaylara müdahalesini zorlaştırmaktadır.” Gerekçe, en az yasak kadar saçma! Gerektiğinde yüzbinlerce kişiyi koruyabilen güvenlik güçlerinin, yan yana gelen ve türkü söylemek dışında bir şey yapmayan insanları koruyamaması başka nasıl açıklanabilir ki? Yüksel Caddesi’nde açlık grevi yapan iki akademisyen ortama rahatsızlık vermezken polisin caddeye girmesi, rahatsızlığın başlangıcı oldu. Şimdi insanlar orada tedirgin yürüyor. Birileri eylem yaptığı ya da şarkı, türkü, marş söylediği için değil: Polis orada olduğu için. Yazık ki güvenlik güçleri, bilhassa son yıllarda güvenliği sağlamaktan öte onu tehdit eden bir “güç” haline geldi. Bu, 27 Mayıs öncesinde derinden hissedilirdi: Adnan Menderes, polisi, Vatan Cephesi’ne katılmayanları tehdit eden bir güç olarak kullanıyordu. 27 Mayıs sonrası, insanlar en çok polisin ortalıktan çekilmesine sevindi.

27 Mayıs döneminde yaptırılmış kağıt plak 27 Mayıs döneminde yaptırılmış kağıt plak

Dün 27 Mayıs’tı: Memleketteki ilk büyük darbenin yıldönümü. Darbeler tarihi çok daha eskiye dayanıyor ama 27 Mayıs’ı hepsinden ayırmak gerekiyor zira halkı sokaklara döken bir darbe bu. 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminde insanlar tankları engellemek için sokağa dökülmüştü. Cumhurbaşkanının canlı yayında görüntülü konuşma aracılığıyla yaptığı çağrı, bunun başlıca nedeni. 27 Mayıs’ta insanların sokağa dökülmesi bununla alakalı değil ama: Bugünkü iktidarca çok takdir edilen ve “milletin adamı” denilerek bağırlara basılan Adnan Menderes halka zulmetmişti. Darbe sonrası insanlar, kutlama yapmak için kendilerini sokağa attı. 27 Mayıs sonrası görüntülere bakarsanız, tankların gelin arabası gibi süslendiğini, bayraklar asıldığını ve halkın tanklarla birlikte güle oynaya yürüdüğünü görürsünüz. Sokakta mutlak bir sevinç ve coşku hâkimdi. 27 Mayıs sonrası yapılan söylenen şarkılar, türküler ve yapılan marşlar bu coşkuyu bugüne taşıyor.

O dönemde yapılan kayıtlardan söz edeceğim ama öncesinde şunun altını çizeyim: Kimilerince devrim olarak nitelendirilen, “hürriyetin geldiği gün” ilan edilen 27 Mayıs 1960, nereden bakarsanız bakın bir darbe ve çok kişinin canını yaktı. Bizim ya da bizim gibi düşünenlerin canını yakmaması, onu haklı kılmaz. Darbe her koşulda kötü bir şey ve her ne olursa olsun karşı durmayı gerektiren bir süreç. 27 Mayıs, göz altına alınanlar, tutuklananlar, işinden edilenler ve öldürülenler bir yana, üç insanı idama gönderdi. Aralarında bu ülkenin başbakanı da vardı. Karşı olmamız ya da yaptıklarını onaylamamamız, asılmasına sevinmemizi gerektirmiyor. Nitekim, on yıl sonra bir başka darbe, 12 Mart 1971, bizden üç insanı aramızdan aldı. 12 Eylül’den hiç söz etmeyeyim zira o darbenin sonrasında idamlar “bir soldan bir sağdan” denilerek yapıldı. Darbenin mimarı Kenan Evren, bunu mitinglerde halka anlattı. Şu cümlesi unutulmaz: “Asmayalım da besleyelim mi?”

Tam da bu noktadan, şarkılar bahsine girebiliriz… Akla gelen ilk şarkının adı, mor ve ötesi işi “Darbe”. Şarkı, Evren’in yukarıda andığım cümlesiyle bitiyor. Yakınlarda tanıştığımız bir topluluk ve gözden kaçmış albümleri, metal cephesinden darbe bahsine bakışı gösteriyor. Ezberleri yıkan, beklenmedik bir katkı bu. Sexen ve 12 Eylül 2009’da piyasaya verilen albümleri “Censored Inc.”ten söz ediyorum. “A.D. September 12th” adlı enstrümantal geçişle açılıyor albüm ve Hitler’in sesiyle başlayan, Kenan Evren’in 12 Eylül sabahı televizyonlarda yayımlanan bildirisiyle biten “Political Masqureade” adlı şarkıya bağlanıyor. 12 Eylül’ü şarkılarla anlatan çok: Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli, Grup Yorum, Çağdaş Türkü, Bulutsuzluk Özlemi ve Mozaik, belli başlıları.

12 Mart öncesini anlatan şarkılardan biri, Metin Ersoy tarafından seslendirilen “Her Şey Berbat”. Samimi ama endişeli sözlerden müteşekkil. Kilit cümlesi şu: “Kardeş kardeşi vurur / Halka hüzün olur…” 27 Mayıs’tan bugüne kadar yapılan bütün darbeler, bu cümleye benzer cümlelerin ardına sığındı. Kardeşin kardeşi vurmasına kendilerince engel olanlar, kardeşliğe falan bakmadan insanları öldürdü.

27 Mayıs’ı diğerlerinden ayıran, “şarkılı” oluşu. Turizm ve Enformasyon Bakanlığı tarafından yayımlanan bir kağıt plak, harekâtın simgesi. Plaktaki kayıtlardan biri, o dönem pek çok insan tarafından seslendirilen “Gazi Osman Paşa Marşı: “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı // Türk gençliği korkmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Atatürk’ün evlatları / Hak yolundan çıkmam diyor...” Şarkıyı, bir taş plakta Behiye Aksoy da söyledi. Plağın arka yüzündeki şarkı manidar: “Zafer Yolları”. İki yıl önce, yine bir 27 Mayıs günü BirGün’de o yıllarda yapılmış kimi şarkıları ve onlara yansıyan “coşku”yu uzun uzun anlatmıştım; kendimi tekrarlama pahasına, birkaçını burada yeniden hatırlatmak isterim…

. .

Yukarıda andığım muhayyer kürdî marş, başta Ruhi Su olmak üzere pek çok sanatçının sahne repertuvarına da girdi. En enteresanı, Zeki Müren’inki. 27 Mayıs gecesi Adana’da sahne alan Zeki Müren, marşı, 4 Haziran’da başladığı İstanbul programında seslendirdi. O dönemde gazetelerde yayımlanan ilan şöyle: “Tepebaşı Bahçesi’nde her akşam Zeki Müren kahraman Türk ordusunun ve asil Türk gençliğinin hürriyet marşı vatan türküsü ‘Osman Paşa’ tablosunu mehter refakatinde takdim etmekle şeref duyar.” Ancak sanatçı, ilanın yayımlanmasını müteakip, sıkıyönetim tarafından uyarıldı ve marşı repertuvardan çıkarmak durumunda kaldı. Burada da bitmedi: Ordu, o dönemde radyoda söylediği “Yeşil ördek gibi daldın göllere” dizeleriyle başlayan türküdeki “ne sen beni unut ne de ben seni” dizesini Menderes anısına söylediğini ileri sürerek Zeki Müren’i sorguladı.

Darbenin hemen sonrasında, Haziran 1960’ta, İstanbul Radyosu Kumandanlığı, “inkilap hareketlerinin mânâsını belirtecek marş yazılması” için bestecilere davetiye çıkarttı. Pek çok besteci bu çağrıya olumlu yanıt verdi ancak ortaya çıkan marşların hiçbiri yaygınlaşamadı. Münir Nurettin Selçuk’tan Hikmet Şimşek’e, Etem Üngör’den Ekrem Zeki Ün’e pek çok insan, “coşku”yu anlatan marşlar besteledi ancak içlerinde en enteresanı, 12 Haziran 1961 tarihli bir gazete haberinde karşımıza çıkan… Haber, 7 buçuk yaşında bir çocuğun, Salâh Birsel’in bir şiiri üzerine bestelediği “27 Mayıs Marşı”nın İstanbul Radyosu’nda yayımlandığını söylüyor. O dönemin çocuk bestecisi, günümüzde tartışmalı icraatıyla gündeme gelen ve halen Devlet Opera ve Balesi Müdürü koltuğunda oturan Selman Ada.

Aynı tarihlerde, Münir Nurettin Selçuk’un, konserlerini, kendi yazdığı marşla bitirdiği bilgisini buraya iliştireyim. Marşın sözleri, slogan gibi: “Türk milleti gençliğiyle, ordusuyla el ele…” Nuri Sesigüzel’in bir plağında rastladığımız A. Nail Bayşu imzalı şarkı, söz edeceğim son şarkı olsun: “Türk ordusu geçti başa / Yaşa şanlı ordu yaşa / Hürriyeti verdin bize / Türk ordusu binler yaşa // Türk ordusu hazır oldu / Gece saat üçü vurdu / Yirmi yedi Mayıs günü / İçimiz sevinçle doldu…”

Yazının başında 15 Temmuz’dan söz açtım. Merak ettiğim şey şu: Bu yıl, “darbe”nin birinci yıldönümünde Ankara’da sokaklara çıkacak olanlar şarkı, türkü ya da marş söylemeye kalktıklarında güvenlik güçlerinin tutumu ne olacak? Valilikçe yayımlanan duyuruda söylendiği gibi bu “suç”u işleyenler cezalandıracaklar mı, yoksa her zamanki gibi bu “suç” görmezden mi gelinecek? Elbette sorunun cevabı belli. Memleketin içinde bulunduğu hali özetleyen bir cevap bu. Yine de yaşayacağız ve göreceğiz. Gönül ister ki şarkı, türkü ve marş söylemek (tıpkı okumak, okutmak, haber yazmak, düşünce açıklamak gibi) suç olmasın. “Marşları ‘bizden’ olanlar söylesin, diğerleri sussun” dendiğinde, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük yapılıyor. İşte tam burada, “kardeşi kardeşe vurdurmak” deyimi devreye giriyor –ki görmek istemediğimiz tek şey bu aslında.


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.