YAZARLAR

Hiç kimse olmak ve devletin yüzü

Kurtulmuş’un ve Soylu’nun AKP’ye iltihakı gücün merkezileştirilmesi stratejisinin bir parçasıdır. Mehmet Ağar’ın siyasi geleneğinden gelen ve onun devlet yüzünü ikame eden Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan özgeçmişine baktığınızda yüzeyden başka bir şey göremezsiniz.

Mülkiye’nin efsane hocası Kurthan Fişek dersine Mehmet Ağar’ı çağırmıştı, "alın size devlet" diyerek. Tahmin edeceğiniz nedenlerle eleştirildi. Fakat kanaatimce, bir daha o düzeyde ve en azından o koşullarda karşılaşma ihtimalimizin olmadığı ‘devlet yüzü’nü göstermek istemişti. Onca faili meçhulün, işkencenin, zulmün sorumluluğunu taşıyan bir yüzdü karşımızdaki, bizlerle aynı sıralarda yetişmiş, anlatılan şehir efsanelerine göre Mahir Çayan’ın futbol oynadığı maçta kalecilik yapmıştı. Derin falan değildi, ‘devlet nedir?’ büyük sorusunun cevabı nereye kadar indirgenebilirse oradaydı konumu. Türkiye’de liberallerin çok sevdiği derin devlet kavramının en yalın inkarıydı Ağar’ı görmek. Çünkü derin devlet, bir anomaliyi, sapmayı, kuralların idaresinden sapan devlet içinde örgütlenmiş bir çeteyi işaret etmekteydi. Bu sapmadan kurtulursak her şeyin yoluna gireceğini, kuralların devleti olunacağını ima ediyordu elbette bu fikir. Ağar’ın yüzünü görmek ise, o sapmanın kendisinin Türkiye’de devlet olduğunu görmekti. Kurucu bir sapmanın, kurucu bir haksızlığın sürdürülmesinin tek yolunun bizzat kuralsızlığı, gerekli olduğu derecede uygulamaya koyacak bir kapasiteyi sürekli olarak barındırabilmek olduğunu görmekle, derin devlet ile ima edilenin aslında devletin ta kendisi olduğunu da görmüş oluyordunuz. Bu yalın görü, siyaset felsefesinin büyük düşünürlerinin devlete ve egemenliğe ilişkin görüşlerine ilişkin de yalın bir göz sağladı. Platon’un devlet adamı dışında herkesin inanması gereken kurucu yalanlarından, Aristoteles’in halkın yönetimden uzak tutulduğu bir demokrasinin, oligarşi ile demokrasinin bir bileşiminin en sağlam yönetim olacağı fikrine kadar kadim düşünceyi bu gözle okumada ‘devlet yüzü’ ile başka bir düzeyde karşılaşmanın bir etkisi var.

GÜCÜ TEKLEŞTİRME STRATEJİSİ: HİÇ KİMSELEŞTİRME

AKP’nin izlediği iktidar stratejisi, kadim Roma’dan Osmanlı’ya miras kalan bir basit güç oyununa hep dayandı. Karşına çıkan, çıkma potansiyeli olan bir gücü pasifize etmek için onu esir almak. Devlet bünyesinde ona görev vermek. Muhtemel bir ‘ihanet’in bedelinin ne olacağını ona açık açık göstererek yapmak bunu. Yerel güç bir anda bütün gücünden yoksun kalmış oluyordu böylece. Osmanlı, idarecilerini hiçbir şeyi olmayanlardan oluşturdu. Devşirme sisteminin başarısı, bu özünden kaynaklanıyordu, bütün gücü kullansa bile asla o güce sahip olmayı düşünemeyecek kişiler yönetti Osmanlı’yı. Çünkü bütün güç bir kişinin hassasıydı. Sistem, padişahın mutlak iktidarına kimsenin itiraz bile edememesi üzerine kurulmuştu. Ailesini bile bilmeyen, Hristiyan ailelerinden koparılarak çocuk yaşlarında devşirilen yöneticilerin Osmanlı Hanedanı karşısında elbette hiçbir şeyleri olamazdı. Vezir-i Azam dahi olsalar, ‘hiçbir şey’, ‘hiç kimse’lerdi. Bugün örneğin ‘FETÖ’nün siyasi ayağına ne oldu diye soranları; daha önce ‘Ergenekoncu’, ‘darbeci’ diye suçlanmış kimselerden bir kısmının bugün devlet katında muteber karşılanmasını; AKP’ye merkez sağ içinden sert eleştiriler yöneltip bugün onun içinde yer alan isimlerin siyasal konumlarını sorgulayanları bu nedenle çok naif buluyorum. Bu çevrelerin en kritik isimleri, bugün hiçbir şeydir ve hiç kimsedir. Bazıları, en kritik devlet kademelerinde, en tetikçi konumlarda bulunacak ve devletin indirgenebileceği yüz ile karşımıza bir yerlerde çıkacaklardır.

MERKEZ SAĞIN İLTİHAKI

2012 yılında, Türkiye’nin kontrolsüz bir siyasal iktidarın yönetimine doğru hızla ilerlediği süreçte, AKP’ye iki kritik katılım gerçekleşti. Birisi 2008-2009 yılları arasında Demokrat Parti Genel Başkanlığı görevini sürdüren Süleyman Soylu’dur. 5 Eylül 2012’de partiye katılmıştır. Bugün İçişleri Bakanı’dır ve AKP’nin en sert ismi olarak sürekli öne çıkmakta; ölmekten, öldürmekten, intikamdan bahsetmektedir. İkinci isim, 22 Eylül 2012 yılında AKP’ye katılmış, başbakan yardımcılığı görevi yapmıştır. İslami entelijansiya içinde önemli bir aileden gelmektedir. Daha öncesinde Saadet Partisi ve HAS Parti Genel Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, özellikle HAS Parti Genel Başkanlığı döneminde AKP’ye ve Erdoğan’a en güçlü eleştirileri yönelten siyasi figürler içerisinde yer almıştır. Kurtulmuş’un ve Soylu’nun AKP’ye iltihakı gücün merkezileştirilmesi stratejisinin bir parçasıdır. Mehmet Ağar’ın siyasi geleneğinden gelen ve onun devlet yüzünü ikame eden Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan özgeçmişine baktığınızda yüzeyden başka bir şey göremezsiniz. Açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için "yiyorlar içiyorlar, sonra sabah yerlerine gidiyorlar" diyen, haklarındaki mahkeme kararının beraat olduğunu bilmesine rağmen onları örgüt üyesi olarak suçlayan Süleyman Soylu’dan bahsediyoruz. Hep en sert tedbirlerin alınmasından bahseden, güvenlik gerekçesiyle İnsan Hakları Anıtı’nın kuşatılmasının, basın açıklaması dahil her türlü hakkının yasaklanmasının, İçişleri Bakanı olarak birinci siyasal sorumlusundan bahsediyoruz. Bugün içinde yaşadığımız rejimin indirgenebilir ‘yüzü’nden bahsediyoruz.

YENİ REJİM VE HİÇBİR ŞEY OLMAK

Gücü tek elde toplamak için icat edilmiş bu strateji, bir saray stratejisidir. Fakat cumhuriyetlerde saray rejimlerindeki kadar etkin işleyemez. Çünkü liderin çevresini zayıf tutmak, alternatifleri engellemek ve muhalefeti bastırmak üzerine kuruludur. 2010 sonrası Erdoğan rejiminin paradoksu budur, artık sadece sol ve sosyal demokrat çevrelerden değil; dindar çevrelerden de tedirgin eleştirilerin yükselmeye başlamasını buradan okumak gerekir. Herkesi, hiç kimse yapmak bu saray stratejisinin idealidir ve Cumhuriyetçiliğin herkesi ‘bir şey’ yapmak idealinin antitezidir. Rejim tartışmasının esaslı ve bugüne kadar çok az tartışılmış meselelerinden biri bu siyasal stratejidir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.