İtalya ile farklarımız
İtalya’da kimse yemeğinizi yiyip gidin diye gözünüzün içine bakmıyor. Kocaman restoranlar, 4-5 servis elemanıyla dönüyor. Çalışanlar, özellikle turistlere sabırla menüdeki yiyecekleri anlatıyor, yüzleri gülüyor.
Bugünlerde yeni bir işe başlamanın heyecanını yaşıyorum. Eski işim, Almanya merkezli iken, yeni işimde rotam İtalya, hatta Kuzey İtalya'nın Torino şehri. Bu elbette oldukça keyifli bir değişiklik, hem yeni bir işi öğrenmek durumundayım, hem de sanırım dünyada en sevdiğim ülkelerden birinde daha fazla zaman geçirebileceğim.
Bu hafta aslında planımda olmayan bir şekilde kendimi iki gün Torino'da buldum. İki gün elbette buranın mutfağını anlatmak için yetersiz, bunu daha sonraki yazılara bırakacağım, zaten birkaç gün sonra buraya neredeyse iki haftalığına tekrar geleceğim, o zaman çok daha ayrıntılı olarak bu mutfağı deneme şansı bulacağım.
Ancak şu iki günde bile ne yazık ki ülkemizde yaşamımızın ne kadar zorlaştığı ve keyifsizleştiği gerçeği yüzüme vurdu... Mesela özellikle Avrupa ile ülkemizi kıyasladığımızda karşımıza çıkan farkları düşünmek gerekiyor. Buraya geldiğimden beri fark ettiğim ilk fark, insanların mutluluğu oldu. Biz Türkiye'de ne yazık ki hayatın zevk alınabilecek bir şey olduğunu çok uzun zamandır unuttuk.
Dün akşam sokakta yürürken karşıma çıkan bir manzara, sokağın ortasında bir hoparlörden müzik yayınlayıp bununla dans eden gençlerdi mesela, dansları bitince sokaktaki kalabalık tarafından dakikalarca alkışlandılar ve onları selamladılar. Aynı manzarayı daha geçen hafta Ankara'nın en büyük alışveriş merkezlerinden birinin önünde gördüğümde, güvenlik görevlileri gençleri engelliyordu. Birkaç dakika sonraysa bu sefer 70-80 yaş civarı 15 kişilik bir grubun ellerinde şarapları gitar çalıp şarkı söyledikleri bir durumla karşılaştım ki, bunun benzeri bir şeyi ülkemizde görmek tamamen imkânsız.
Yeme içme konusuna gelince, her şey bambaşka. Örneğin, kimse yemeğinizi yiyip gidin diye gözünüzün içine bakmıyor. Kocaman restoranlar, 4-5 servis elemanıyla dönüyor. Çalışanlar, özellikle turistlere sabırla menüdeki yiyecekleri anlatıyor, yüzleri gülüyor. Bu satırları yazarken oturduğum restoranın 15 masalık açık alanına sadece 3 kişi bakıyor. İhtiyaçtan fazla eleman çalışmıyor. İstekler ise gayet hızlı bir şekilde yerine geliyor, ancak yemekler için beklemek gerekiyor, çünkü yemeğin bir keyif olduğunu herkes biliyor, ona göre sizi ağırlıyorlar. Ve mutlaka bir kişi gelip memnun olup olmadığınızı soruyor.
Bizdeyse en popüler restoranlardan bazıları, hele ki alkol servisi yapmıyorlarsa, neredeyse siz yemeğinizi bitirin diye gözünüzün içine bakan, hele bir de kalabalık bir masadaysanız sürekli tepenizde dikilen birileri bulunan yerlere dönüştü. Bu da yemekleri keyif olmaktan çıkarıp, sadece karın doyurma işlevine dönüştürüyor.
Bu gözlemimi ne yazık ki şöyle de doğrulayabilirim, örneğin daha önce Radikal'de yazdığım bir kebapçının ortaklarından birisinin bir arkadaşım olduğunu öğrendim geçenlerde. Kendisine böyle bir mekânda içki olsa çok daha keyifli oturulacağını söylediğimde, öyle olmayınca hemen yemek yenip gidiliyor daha fazla para kazanabiliyoruz masalar devir yaptığı için, dedi. Konuyla ilgili başka bir yorum yapmayı gereksiz buldum açıkçası.
İşte öyle, dediğim gibi önümüzdeki günlerde Torino ve İtalyan mutfağı ile ilgili yazılarım devam edecek.
Selamlar...