Kadına yönelik şiddet, dayanışma zorunluluğu ve engeller
Ülkemizde kadınlar terör kurbanı; 'erkek terörü'... Ve kadına yönelik şiddeti, “algıda seçicilik” olarak isimlendiren ilgili bakanlık yetkilileri ise konuya ilişkin yeni politikalar geliştirmekten de, mevcut yasaları gerektiği biçimde uygulamaktan da çok uzak.
En yakını olan erkekler tarafından öldürülen kadınlar, kadına yönelik şiddetin görünür yüzü. Yazık ki giderek büyüyen bir görünürlük bu… Trafik kazalarında malum, ülkemiz dünya liderlerinden. Kazalardaki ölüm rakamlarından fazla, erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı. Ve maalesef ülkemiz terörün hedefi olmak bakımından da dünyada üst sıralarda yer alıyor. İçimizi yakıp kavuran terör kurbanlarının sayısını aşmada ev içi şiddetin, “erkek terörünün” kurbanı kadınların sayısı…
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Mayıs ayı raporu, gözler önüne seriyor bu gerçeği. Rapor gösteriyor ki kadına yönelik şiddet geçen yıla göre artış eğiliminde. “2017 yılında kadın cinayetlerinde en yüksek rakamları Mayıs ayında görüyoruz; 39 kadın erkek şiddetiyle hayatını kaybetti. 2016 yılının ilk 5 ay içerisinde kadın cinayeti 137 iken, bu yıl 5 ay içerisinde toplam 173 kadın öldürüldü.” 39 kadının öldürüldüğü Mayıs ayına ilişkin raporda cinsel şiddet rakamları da yer alıyor: “38 çocuk istismara uğradı. 17 kadına cinsel şiddet uygulandı.” Üstelik bu rakamların, buz dağının görünen kısmı olduğunu bilmek cidden ürkütücü… Utandırıcı. Cinsel şiddet kurbanı kadınları ve çocukları insanlığından utandıran bu suçlar aslında kadına yönelik şiddete bulaşmayan erkekleri “erkekliğinden” utandırmalı. Ve harekete geçirmeli. Ufukta böyle bir hareket görülmüyor yazık ki. Geçelim.
Kadına yönelik şiddeti, “algıda seçicilik” olarak isimlendiren ilgili bakanlık yetkilileri, konuya ilişkin yeni politikalar geliştirmekten de, mevcut yasaları gerektiği biçimde uygulamaktan da çok uzak. Hiç değilse şehit ailelerini ziyaret ettikleri gibi “kadın cinayeti” davalarını da izlemek için duruşmalara gitseler. Keşke… Yürütme yetkilerini gereğince kullanmadıkları halde bakan düzeyinde böyle bir iki duruşma takibi bile kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin zihniyet dönüşümüne katkı sunar. Sunardı. Geçelim.
Gelelim kadın örgütlerinin çalışmalarına. Kadına yönelik şiddet, salt kadın sorunu değil de en önemli dünya ve memleket meselelerinden biri olduğu halde, sadece kadınların sırtına yüklendi madem, öyleyse kadınların ortaklaşması gerek çözüm için. Her kesimde konuyu bir ucundan tutup elinden geldiğince çalışan kadınların dindar-seküler karşıtlığından kurtularak el ele vermelerini engelleyen bagajlar önemli. Kadın örgütlerinin zihinlerinde yer alan ideolojik kalıp yargılar, güç birliği önünde en büyük engel.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna ait bir basın açıklaması söz ettiğim ön yarıları anlamak için iyi bir örnek teşkil ediyor. 29 mayıs tarihli basın açıklaması, çocukların Kuran okumasını ve Hacca götürülmesini çocuk istismarı olarak sunmuş ne yazık ki. İnsan hakları hukuku çerçeve metinlerinin hepsinde, çocuğa ilişkin kararların aile tarafından verileceği açıkça belirtilir oysa. İnanç özgürlüğü kapsamında da ailenin çocuğuna kendi değerlerini aktarma hakkı kabul edilirken, Müslüman dindar ailelerin velev ki eğitim kurumları aracılığıyla olsun çocuklarına Kuran öğretilmesi ve Hacca götürülmesi izni verişini çocuk istismarı saymak yanlış. Dindar ve seküler kadınların, aynı metinde ortaklaşmasını engelliyor. Üstelik metnin bütünü, kadına yönelik şiddetle mücadele açısından ortaklaşılmaya müsait çok kıymetli tespitler içerdiği halde… Dini, kültürel, politik vs. her türlü ötekileştirme özgürlük ve eşitlik temelli feminizme de aykırı olduğu halde...
Ön yargı ve ötekileştirmeye bir örnek de dindar kesimden vermek istiyorum. Hazar da kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışma yaptı ve rapor yayınladı. Hazar Eğitim Kültür Dayanışma Derneğince gerçekleştirilen "Wo/men for Women" başlıklı projenin Ocak 2015 tarihli raporu, dindar kesimin konuya yaklaşımına dair yeterince fikir vermekte. Özellikle raporun Ayla Kerimoğlu imzasını taşıyan sunuş yazısında yer alan şu satırlar kadına yönelik şiddetle mücadele gerekliliğine dindar camiayı ikna çabası gibi görülebilir: “Konu üzerinde düşünmeye, farkındalık oluşturmak için sahaya inmeye, şiddete karşı kadınları uyarmaya ve destek mekanizmalarından haberdar etmeye yönelik bir çalışmanın, bizim gibi kadın temalı çalışmalar yapan bir dernek için sorumluluk olduğuna inanıyoruz.”
Diğer yandan, şiddete karşı dayanışmayı değil “öğretme, eğitme, haberdar etme” üsttenciliğiyle, şiddetle mücadelenin en temel ilkelerinden bile habersiz olunduğu açıkça görülebilir bu satırlarda. Öğretme bir nevi dayatma olduğundan şiddet içerir. Kadının, kadına şiddetle mücadeleyi dayatmasına değil şiddetle mücadele karşısında kadın dayanışmasına ihtiyacımız var.
Yine sevgili arkadaşım Ayla, bir başka cümlesiyle seküler kadın örgütlerini bir çırpıda “determinist yaklaşım” diyerek elinin tersiyle öteleyivermiş, yazık ki: “Salt determinist yaklaşımların şiddeti açıklamaya ve çözmeye yetmediği, meselenin çoklu-nedensellik ilkesi bağlamında geniş bir perspektiften ele alınması gerektiğinin farkındayız.” Onlarca yıldır verilen onca kadın emeğiyle kadına yönelik şiddetin bir toplumsal sorun olarak görünürlük kazandığı gerçeğini yok saymakla, kadınların güç birliği de yok sayılıyor. İdeolojik, dini, kültürel algılarla kadın dayanışmasının önüne kadınlar tarafından, setler çekilirken şiddet, ideolojik ayrım da gözetmeden artarak sürüyor.