YAZARLAR

'Katar’a yönelik bir askeri darbe veya işgal ihtimali var'

Körfez ülkeleri, tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Dünya, Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) Mısır, Yemen, Libya ve Maldivler’in Katar’la tüm diplomatik ilişkilerini kesmesini konuşuyor. Katar’a yöneltilen suçlama, ‘Müslüman Kardeşler, IŞİD, El Kaide gibi örgütlere destek olması ve bölgedeki istikrarı tehlikeye atması’. Tencere dibin kara, seninki benden kara…

ABD Başkanı Donald Trump’ın seçildikten sonraki ilk yurt dışı gezisi Suudi Arabistan’a oldu. 20 Mayıs’ta gerçekleşen Riyad Zirvesi, Suudi Kralı ile ABD Başkanı’nın ‘kılıç dansı’ ile yansıdı kamuoyuna ve tabii ‘güvenlik, savunma, enerji’ alanlarında yapılan toplam 380 milyar dolarlık anlaşmayla. Zirvenin hemen ardından Körfez ülkeleri, tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Dünya, Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) Mısır, Yemen, Libya ve Maldivler’in Katar’la tüm diplomatik ilişkilerini kesmesini konuşuyor. Katar’a yöneltilen suçlama, ‘Müslüman Kardeşler, IŞİD, El Kaide gibi örgütlere destek olması ve bölgedeki istikrarı tehlikeye atması’. Tencere dibin kara, seninki benden kara… Herkesin ilk yorumu bu olsa da Körfez’deki gerilimin, Ortadoğu’da yeni ittifaklar, yeni senaryolar anlamına geldiği biliniyor. Katar’ın müttefiki Türkiye de bu gerilimden hasar almadan çıkmanın yollarını arıyor. Çünkü Katar’la Türkiye’nin adı, AK Parti’nin 15 yıllık iktidarı boyunca birlikte anıldı.

Körfez krizi aslında malumun ilamıydı. Kısaca özetleyelim… Trump, Riyad’da ‘bölgesel istikrarsızlıktan sorumlu tuttuğu’ İran’a karşı açıklamalar yaptı, Körfez ülkelerinden İran’a karşı yaptırım uygulamalarını istedi, aşırılıkçı gruplara karşı da Suudi Arabistan’la işbirliği mesajları verdi. Hemen ardından Katar’ın resmi ajansı QNA’dan 23 Mayıs gecesi Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’ye ait olduğu ileri sürülen ABD karşıtı ve İran’ı destekleyen açıklamalar yayınlandı. Haber, Katar yönetimi tarafından yalanlandı, bunun bir siber saldırı olduğu belirtildi ancak Suudi Arabistan ve ABD medyası karşı atağa geçmişti bile. Suudi Arabistan’a gelince… Suudi Arabistan Müslüman Kardeşler’e ‘terörist’ diyor ama uluslararası kamuoyunda Suudi Arabistan’a da onun Katar’a yönelttiğine benzer suçlamalar yöneltiliyor.

7 ülkenin Katar’a yönelik yaptırım kararının ardından Türkiye’den yapılan ilk açıklama, arabuluculuğa soyunulabileceği yönündeydi. Bu çıkış gerçekçi bulunmadı. Katar ile Suudi Arabistan arasında tercih yapması söz konusu görünmeyen Türkiye’nin arabuluculuğu yerine Katar, Kuveyt’i seçti.

Körfez krizini Ortadoğu’yu çok iyi bilen, araştırmacı gazeteci Bereket Kar ile konuştuk. HDP Parti Meclisi üyesi Kar’ın ana dili Arapça ve Ortadoğu medyası sıklıkla görüşüne başvuruyor. Bereket Kar, krizi ve olasılıkları anlattı.

'KATAR MASUM DEĞİLDİR'

Müslüman Kardeşler’in ‘hamisi’ olarak görülen Katar, özellikle Suriye iç savaşı boyunca radikal İslamcı gruplara verdiği finansal destekle gündemdeydi ve 2014 yılında da Körfez ülkelerinin 8 ay süren yaptırımıyla karşılaşmıştı. Bugünkü yaptırımlar çok daha ağır ve bu gerilim kısa sürede sonuçlanacağa benzemiyor. Malumun ilamı denilen bu kriz nasıl patlak verdi?

HDP Parti Meclisi üyesi Bereket Kar HDP Parti Meclisi üyesi Bereket Kar

Bu, geçmişi olan, bugünün sorunu olmayan bir kriz. Katar’ın Suudi Arabistan’a karşı geçmişten beri liderlik rekabeti içine giren bir yaklaşımı vardı ve bundan kaynaklı gerilimler yaşanıyordu. Suudi Arabistan, Katar’da yönetimi değiştirme çabasına bile girdi geçmişte. Bugünkü kriz aslında Trump’ın davetiyle İslam Arap NATO’sunu oluşturmaya dönük Riyad’da toplanan zirve ile pişirilmiş oldu.

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde bölge düzeyinde taşların yeniden dizilmesini hedefleyen zirveye 56 İslam ve Arap ülkesi katıldı. Trump, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz’le ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile görüştü. Katar bu zirvede hiç öne çıkarılmadı. Zirvenin sonuç bildirisi yayımlandığında katılan ülkelerin birkaçı bildiriden haberdardı, gerisi televizyonlardan öğrendi. Vitrin olarak kurgulanan bu zirvede üç hedef vardı. 1) İran’ı kuşatmaya dönük, onu tecrit eden yeni bir Sünni ittifakı oluşturmak. Bunun temel destekçisi ABD ve İsrail’dir. 2) “Terörizme karşı” bir askeri ittifak kurmak. Bu bağlamda 34 bin kişiyi içerecek bir ordu oluşturma hedefi bunun içindedir. 3) “Terörizme karşı” dayanışma. Bu bağlamda terörizmin desteklenmesini engellemek için başkanlığını Suudi Arabistan’ın yapacağı ve Riyad’da kurulacak bir uluslararası araştırma merkezinin oluşturulması.

Zirve, tamamen Suudi Arabistan’ın istediği çerçeve ve içerikte toplandı, ABD’nin Suudi Arabistan’dan istediği her şey sağlandı. Ön plana çıkarılmayan Katar, zirvenin hemen ardından medya aracığıyla hedef haline getirildi. Katar’ın Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nden tamamen dışlanması ve ablukaya alınması, deyim yerindeyse dize getirilmesi politikası izlendi. Zirvenin yol haritasını Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, BAE, ABD ve İsrail çizdi. Sonunda bugün Katar’a siyasi, diplomatik, ekonomik ve medya alanında ambargo uygulanıyor. Şunu özellikle vurgulamak isterim, Katar asla bu iddialardan bağışık, masum değildir.

‘HEDEF, BÖLGE HARİTASINI ŞEKİLLENDİRMEK’

Tam bu noktada ‘tencere dibin kara seninki benden kara’ sözünü hatırlatmak gerekiyor…

"Dinime küfreden Müslüman olsa" da diyebiliriz. Suudi Arabistan da Katar’la aynı minvalde, aşırı İslamcı güçleri destekledi tabii. Katar’ın terörü desteklediği gerekçesi gerçekçi değildir. Bu, Suudi Arabistan’ın teröre sunduğu destekleri örtmenin ama daha önemlisi geleceğe dair bölgedeki cepheleşmenin yol haritasını bize sunmuş oldu. Krizin esas sonuçları her ne kadar Katar’ı hedef alıyorsa da Katar üzerinden bölgenin geleceğinin, haritasının şekillendirilmesi hedeflenmektedir. Bu haritayla İran destekli ve onun çizgisinde olduğu iddia edilen ‘Direniş Cephesi’nin dağıtılması hedefleniyor. Kimler var Direniş Cephesi’nde? İran eksenli olmak üzere Bahreyn’de Şiiler, Yemen’de Husiler, Irak’ta Şiiler, Suriye’de Suriye yönetimi, Lübnan’da Hizbullah ve Filistin’de Hamas haricindeki tüm güçler… Hepsinin içinde yer aldığı bu cephenin dağıtılması hedeflenirken Sünni İslam eksenli, Suudi Arabistan önderliğinde ve İsrail ile ABD’nin desteğini almış bir ‘Sünni İslam Cephesi’ inşası söz konusu.

'IŞİD’E KARŞI BİR İTTİFAK CEPHESİ OLUŞTUĞU ANLAMINA GELMİYOR'

Sanki IŞİD’e karşı bir ittifak cephesi oluşmuş gibi bir algı yaratılıyor ama bu gerçekçi değil, öyle değil mi?

Buradan, Tunus, Mısır, Suriye ve Filistin’de Hamas ile Müslüman Kardeşler hareketinin dışlandığı ve geriletildiği sonucu çıkartılır. Ancak bu, iddia edildiği ya da açıklamalarda dile getirildiği gibi IŞİD’e karşı bir ittifak cephesinin oluştuğu anlamına gelmiyor; çünkü bu işin baş mimarlarından Suudi Arabistan hâlâ Vahhabi ekseninde aşırı İslamcı örgütlere desteğini devam ettirmektedir. "Suriye Dostları" adı altında Suriye yönetimini yıkmayı hedefleyip yerine İslami şeriat esasına dayalı bir yönetimin kurulmasına öncülük yapan ve yapmaya devam eden bir yerde durduğunu unutmamamız lazım Suudi Arabistan’ın.

Körfezdeki krizin durulmasının koşulları nelerdir?

Bir kere bu krizin arkasında ABD’nin olduğunu bilmek lazım. ABD’nin en büyük üssü Katar’da. Katar’a yönelik ambargo bir nevi "tsunami" olarak niteleniyor. Bunun daha da büyüyeceği iddiası var. Katar’a yönelik bir askeri darbe veya işgal ihtimali yüksek. Katar öne sürülen şartları yerine getirirse krizi aşabilir. Nedir bu şartlar? Katar’ın, desteklemekle itham edildiği Müslüman Kardeşler ile kimi Suudi Arabistan muhaliflerine, Yemen’de Husiler’e, Filistin’de Hamas’a, Suriye’de El Kaide ve Ahrar-uş Şam gibi aşırı güçlere olan desteğini durdurması; İran ile olan ilişkileri tamamıyla kestiğini ilan etmesi ve pratik olarak bunu göstermesi; El Cezire gibi medya organlarını kapatması veya buraların yayın çizgisini değiştirmesi. Ancak o zaman ilişkiler düzelebilir ama bu o kadar basit gözükmüyor.

Katar bu tavizleri verir mi?

Katar’ın önünde, kendi varlığıyla çelişen bir şartlar manzumesi var. Bunları kabul etmesi, teslim olması anlamına gelir. Bu beklenmiyor; ama şunu yapmaya hazır olduğunun işaretlerini verdi: Müslüman Kardeşler örgütüne bağlı, başta Hamas olmak üzere, Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen’deki hareketlerin liderlerini kendi ülkesinden çıkartmaya başladı. Medyada da sert üslubunu değiştirmeye hazır olduğunun mesajını verdi. İsnat edilen suçlamaların asılsız olduğunu, sorunları konuşmaya hazır olduğunu ifade etti.

KRİZİN MERKEZİNDE KATAR MEDYASI VAR

El Cezire, Türkiye’de de televizyon yayını yapmak istedi ancak o yayın bir türlü başlayamadı. Bir süre internet sitesi olarak yayınını sürdüren ofis, geçtiğimiz ay kapandı. El Cezire Türk’ün mayıs ayı başında kapanması bu yaşananlarla bağlantılı mı?

AKP iktidarının, El Cezire ana kanalının faaliyetini engellemezken El Cezire Türk’e yayın izni vermemesi, Suudi Arabistan ile ilişkilerini gözettiği için olabilir. El Cezire, Türkiye’nin Suriye politikasını ve Suriye’de savaşan cihatçı bütün güçleri destekleyen bir yerdeydi, savaşın tarafıydı. Suriye yönetimine karşı savaşan cihatçı gruplarla bizzat çatışma alanlarından yapılan bire bir röportajlar yayınladı. AKP iktidarını destekleyen El Cezire, Recep Tayyip Erdoğan’la da defalarca direkt röportaj yaptı.

El Cezire televizyonu özellikle Irak Savaşı sırasında tüm dünya tarafından izlendi. Yayınları nedeniyle ABD yönetiminin tepkisini çekti. Nedir El Cezire’nin önemi?

El Cezire tüm dünyada Amerikan CNN ile rekabet eden bir yayın kuruluşu durumundaydı. Arap Baharı ile birlikte politikasının eksenine, Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, İslami hareketleri oturttu, onları öne çıkaran yayınlar yaptı. Suriye, Irak, Libya hatta Yemen’de demokrasi ve özgürlüklerden yana olan muhalefet hareketlerini değil, bizzat iktidarları hedef alan İslami hareketleri destekledi, onların sözcülüğünü yaptı. Hâlâ bu tavrını sürdürüyor. Suriye yönetiminin mezhepçi, Alevi bir yönetim olduğunu ilan edip bunun yıkılması gerektiğini söyleyen tek kanal El Cezire'ydi. Onun kardeş yayın organları da aynı şekilde yayın yapıyordu.

Bu krizde medya çok etkin rol oynadı. Suudi Arabistan’daki El Cezire ofisi kapatıldı. Katar’ın El Cezire’den başka da etkili pek çok yayın kuruluşu var değil mi?

Evet, Al Arabi televizyonu gibi başka kuruluşlar var. Suudi Arabistan kendi ülkesindeki El Cezire ofisini kapattı ama bu yetmiyor. Katar yönetiminin kontrolünde olan medyanın yayın çizgisini tamamıyla değiştirmesini istiyorlar.

‘KATAR BU KUŞATMADAN KÂRLI ÇIKABİLİR’

Peki Katar, İran ile ilişkilerini keser mi?

Suudi Arabistan’ın ilan ettiği tarzla Katar’ın, İran’ı terörü destekleyen asıl merkez diye lanse etmesi mümkün değil. Katar’ın, İran’a daha çok yanaşması, Rusya ile daha gelişkin ilişkiler kurması ve sahip olduğu ekonomik imkânlar sebebiyle Avrupa ülkeleriyle ilişkiler geliştirmesi ihtimali büyüktür. Askeri bir işgal veya darbe olmaması halinde Katar bu kuşatmadan zararlı çıkmaz; hatta kârlı çıkma ihtimali var. Ancak bir kez daha altını çizmek lazım, Katar masum değildir.

‘TÜRKİYE’NİN BU KRİZDE TARAF OLMA ŞANSI YOK’

Türkiye ne yapacak, nasıl tavır alacak sizce?

. .

Türkiye’nin bu durumda ne yapacağı, hangi tarafta duracağı bütün bölgenin tartışma konusu haline gelmiştir. Türkiye’nin Katar’dan vazgeçmesi halinde büyük kayıpların olacağını bilmemiz gerekiyor; çünkü AKP iktidarları boyunca iki ülke Ortadoğu’da adeta ikiz kardeş gibi hareket etti. Katar, bu hareketlerin ekseninde duran cihatçı güçleri finanse eden bir banka konumundaydı. Bu da sadece Suriye’de savaşanları değil, Türkiye’de konumlanmış olan güçlerin de desteklenmesi anlamına geliyordu. Bundan dolayı Katar’ı karşısına alması mümkün görünmüyor ama Katar’ın yanında yer alıp Suudi Arabistan’ı hedef almaması için de birden fazla neden var. Bu, Körfez ülkeleriyle olan tüm ilişkilerini askıya alması demektir.

Türkiye Suudi Arabistan’ı karşısına alırsa hem o güçlerin Türkiye’deki yatırımlarıyla ilgili, hem de Türkiye’nin şu ana kadar sırtını dayadığı Sünni eksende bir kayma söz konusu olacaktır. Türkiye adeta Katar’ın yanında durmakla İran’ın yanında yer almış sayılacak. Açıkça bir tarafta yer alma şansı yok. İki ülkeyi barıştırma ihtimali de mümkün gözükmüyor. Sorun çok derin ve Türkiye’nin, barıştırma karakteri ve ufku yok. AK Parti’nin her zaman bir taraf olma siyaseti vardır ve bundan kaynaklı olarak barışçıl bir misyon oynama yeteneğini yitirmiştir. Katar’da olması muhtemel bir darbe ya da işgal karşısında Türkiye’nin üzüntülerini belirtmenin ötesine geçme şansı da olmayacaktır. Krizin Türkiye’ye olduğu kadar bölgedeki tüm siyasal gelişmelere, başta Suriye’deki iç savaşa etkisi olacağı muhakkaktır.

‘SURİYE’DEKİ CİHATÇI GÜÇLERİN FİNANSMANI BÜYÜK ORANDA KISILACAK’

Katar’a yönelik ambargo Suriye iç savaşını nasıl etkiler?

Suriye’de savaşan cihatçı güçlerin maaşlarının, oraya aktarılan finansmanın, askeri desteğin bu saatten sonra büyük oranda kısılacağı ortada. Bundan dolayı Türkiye’nin yükü ağırlaşacak ama Katar’ın yükünü kaldıramaz Türkiye. Bu nedenle önümüzdeki süreçte bu güçlerle çatışmaları, Türkiye’ye karşı duruşları görmek mümkün; çünkü oradaki güçlerin genel desteği Türkiye üzerinden sağlanıyordu. Böyle bir ambargo içinde Türkiye, Katar’la geçmişteki ilişkilerini devam ettiremez. Bu süreç onun için de çok özgün. Bunun yansımaları bölge üzerinde çok önemli olacak. Türkiye şu anda ne yapacağını bilmiyor. Bu fırsatı Rusya kullanacak; gerek Katar gerek Türkiye için güçlü kozlar geçti eline. Fiili olarak İran’ı kuşatacak, onu geriletecek yeni bir örgütlenmenin, güç dengelerinin aslında çıkmayacağı yönünde bir öngörü var.

Neden?

Şu ana kadar Direniş Cephesi’ni yok etmeye veya geriletmeye dönük bir çaba vardı ama bu yapılamadı. Aksine kendi halklarıyla bütünleşen cephenin ABD, İsrail ve Suudi Arabistan zihniyetine karşı güçlendiği görülüyor. Suudi Arabistan’ın bölgede tek ve çekim merkezi bir güç olduğu ABD tarafından tescillidir. İsrail ile ABD’nin istediği tarzda, Suriye’de ve Irak’ta sınırların yeniden çizilmesi, Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi yakın gelecekte öngörülmüyor.

‘BEDEL ÖDEME SIRASI SİZDE’

Arap halklarının, devrimci oluşumlarının bu kriz için yorumu nedir?

Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere, tüm Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin, aslında Arap halklarına yaşattıkları cehennemlerin bedellerini ödediklerini düşünüyorlar ve buna inanılmaz bir sevinç var. Bedel ödeme sırası sizde diyorlar.

Türkiye’deki devrimci demokratik güçler de iktidarın faydacı ve tekçi politikasının burada da tezahür ettiğini, bunun desteklenir hiçbir yanı olmadığını bütün dünya kamuoyuna ilan etmelidir. Bu krizde Türkiye de Ortadoğu siyasetinin bedelini, gerek ekonomik gerek siyasi gerek iktisadi olarak ödeyecektir.