'Yanımda olursan kendime hakim olamayabilirim'
Kadınlara özel toplu taşıma, erkek-egemen zihniyetin ve kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasıdır. “Evet, biz kendimizi kontrol edemiyoruz ve bu normal, anormal olan kadının bizimle yan yana, iç içe, eşit konumda olması” düşüncesinin açık seçik ilanıdır. “Eğer sen benim yanımda olursan, kendime hakim olamayabilirim ve suç işlerim” tehdididir. “Sen de dekolte giymeseydin, gece vakti sokakta parkta dolaşmasaydın, hak ettin”in bir başka deyişidir.
Malatya’daki pembe trambüs uygulamasının hemen ardından bir “kadınlara özel vagon” haberi de Bursa’dan geldi. Bursalılar bir sabah uyandıklarında metroda “Bayan yolcularımıza öncelikli vagon” yazısıyla karşılaştılar. Benim de bu yazıyı yazmam şart oldu.
Öncelikle belirteyim; bu yazıyı haberin çıktığı günün hemen ertesinde ve yazının yayına gireceği günün birkaç gün öncesinde yazdığım için, durum elbette değişebilir. Hatta umarım değişir. Fakat mühim değil; bu yönde başkaca girişimler de olacaktır. Her halükarda bu uygulamalara niçin karşı çıktığımızı açıklamamız gerekli.
Kadınlara özel toplu taşıma uygulaması istemiyoruz. Bunu defalarca çeşitli şekillerde dile getirdik. Lakin anlamıyorlar. Çünkü anlamak istemiyorlar.
Kadınlara özel toplu taşıma, bizim için bir iyilik değil fecaat. Zira bu, zaten yüzyıllardır “öteki” konumunda olan kadını daha da ötekileştirmektir. Kadının erkekle eşitliğini baltalamaktır. Kadını toplumsal yaşamdan ayrıştırmaktır.
Kadınlara özel toplu taşıma, erkek-egemen zihniyetin ve kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasıdır. “Evet, biz kendimizi kontrol edemiyoruz ve bu normal, anormal olan kadının bizimle yan yana, iç içe, eşit konumda olması” düşüncesinin açık seçik ilanıdır. “Eğer sen benim yanımda olursan, kendime hakim olamayabilirim ve suç işlerim” tehdididir. “Sen de dekolte giymeseydin, gece vakti sokakta parkta dolaşmasaydın, hak ettin”in bir başka deyişidir.
Kadına özel toplu taşıma, kadını bir vagona, odaya, eve kapatmak; hayatın bir köşesine sıkıştırmaktır. “Sen zaten narinsin, çiçeksin, korunmaya muhtaçsın, seni gözden uzak tutalım, koruyalım, örtelim, kapatalım”ın yandan çakmasıdır.
Şimdii...
Diyelim ki uygulamaya karşı çıktık –ki çıkıyoruz- “Hmm, sen de demek ki başka şeyler istiyorsun, adeta aranıyorsun” cinsinden lafları –hele ki şu düzende- bolca işitmemiz demektir. Twitter’da bu haberlere yapılan yorumlara bir bakın lütfen, eli ayağı boşalıyor insanın.
Diyelim ki, bayanlara –hay bayan kadar başınıza taş düşsün, bayan değil kadın!- özel o şeylere binmeyi reddettik gittik öbürüne bindik; artık siz düşünün bolca taciz, daha çok taciz demektir.
Ayrıca pembe nedir yahu! Yıllardır kızlara pembe, erkeklere mavi adetinden vazgeçin, bu ayrımcılıktır diye diye dilimizde tüy bitti.
Bu uygulamalar, “iyilik” görünüşlü fakat son derece bilinçli yapılan kötü niyetli uygulamalardır. Dikkat edin son iki yıldır, sürekli bir pembe taksi, pembe metrobüs fikri atıp duruyorlar ortaya. Şimdi de, ortaya atmaktan bir adım öteye geçti konu, uygulamaya koymaya başladılar. Bir sabah uyanıyorsunuz, "bayanlara özel vagon" yazısıyla karşılaşıyorsunuz. Neymiş efendim, kadınların talebi üzerine başlatılmış bu uygulama. Doğru değil. Haberin çıktığı gün de, talebe göre uygulamaya geçilecek deniliyordu nitekim. Bu arada, Bursa’daki bu uygulamaya ilişkin Burulaş’ı arayıp (444 99 16), şikayet bölümünü tuşlayarak bu uygulamaya karşı olduğunuzu belirtebilirsiniz. Ben yaptım, müşteri hizmetleri gayet güzel dinleyip, kayda geçiyor. Ayrıca bir anket linki var, bu linke tıklayıp “hayır” demeniz önemli.
Peki niçin Bursa, hiç düşündünüz mü? Bursa’nın iktidarın birçok projesinde pilot bölgelerden biri olması şahsen beni düşündürdü.
Bunlar halkın nabzını ölçmektir. Bunlar, ufak ufak suyu ısıtmaktır.
Bir dizi var; The Handmade Tale’s. Feminist yazar Margaret Atwood’un “Damızlık Kız” olarak Türkçe’ye çevrilen ödüllü ve çok satan kitabının son derece başarılı bir uyarlaması. Doğrusu, bu kadarını beklemiyordum. Bir distopya olan kitabın konusu zaten çok etkileyici; insanoğlunun kapitalizm kıskacında, savaşlar, nükleer vs. derken sonunda doğanın dengesini bozmasıyla insan soyunda kısırlık başlar. Kadınlar artık doğurganlığını yitirir, nadiren kalan doğurgan kadınlar da ya düşük yapar ya da bebekler ölü yahut sakat doğar. Bunun üzerine, Amerika’da radikal Hristiyan bir grup yönetimi ele geçirir ve zaman içerisinde korkunç bir düzene geçiş yaparlar. Bu düzende; kadınlar artık bir “mal”dır. Önce işten çıkarılırlar, çalışma yasaklanır. Derken okumaları, yalnız olmaları, gezmeleri, konuşmaları, daha doğrusu birey olmalarını sağlayacak her şey yasaklanır. Bunlara aykırı davranan herkes en ağır şekilde dini hükümlerle cezalandırılır. Eşcinsellik en büyük günahtır, eşcinseller derhal idam edilir. Doğurgan kadınlar tek tek “avlanır” ve “damızlık” olarak bir okula yerleştirilir. Orada elektrikli coplarla, gözleri çıkarılarak, parmakları kesilerek, damızlık kadın olma eğitimi verildikten sonra çocuğu olmayan ailelerin yanlarına gönderilirler. Gerisini anlatmayayım. İzlerken kanınız donuyor. Ve esasında öylesine gerçekçi bir distopya ki, nedense (!) sık sık tanıdık hislerle izliyorsunuz diziyi. Ben sadece diziden baş karakterin bir sözünü buraya not düşmekle yetineceğim:
“Artık uyanığım. Daha önce uykudaydım. Bu yüzden izin verdik. Kongreyi katlettiklerinde uyanmadık. Teröristleri suçlayıp anayasayı değiştirdiklerinde de uyanmadık. Geçici olduğunu söylediler. Hiçbir şey aniden değişmez. Sürekli ısınan bir küvette, farkına varmadan ölürsünüz”
Bu hikaye bana hiç de distopik gelmiyor esasında. Öyle ki; bugün ülkede gericilerin hareket alanının son derece genişlemiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendilerini ve özgürlüğümüze yönelik suç teşkil eden yaptıkları bütün davranışları haklı buluyor ve korunmakta olduklarını hissediyorlar. Cezasızlık algısı yayılmış durumda. Örneğin, müvekkilimin eski eşine koruma kararını ihlal etmesi sebebiyle yaptığımız şikayetin duruşmasından sonra, adam adliyenin ortasında bağırarak “Sana da sıra gelecek avukat hanım, devir bizim devrimiz!” diye beni tehdit edebilecek cesarete kavuş(turul)muş. Yahut İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’nin duvarlarına açıktan açığa kadınların örtünmesi çağrısı yapabilecek kıvama gelmişler. Veya yobazın teki, otobüste bir kadını sırf şort giydiği için tekmeleyecek kadar, yahut akşam parkta yürüyüş yapan hamile bir kadına saldıracak kadar palazlanmış.
Aktivist Nikki Giovanni’nin çok kullandığım bir sözü var: “Cahil insanlar özgürlüklerini koruyamazlar” diyor. Fakat bizler suyun ısındığının farkındayız. Bu girişimlerin bilinçli olarak yapıldığını biliyoruz. Dolayısıyla bizler, özgürlüğümüze sahip çıkmak, eşit olduğumuzu her defasında hatırlatmak, tüm bu baskıcı ve gerici girişimlere tepkimizi derhal ortaya koymakla yükümlüyüz. Her birimiz ayrı ayrı özgürlük mücadelemize devam etmek ve mücadelemizi büyütmek için katkıda bulunmak zorundayız. Unutmayın; direne direne kazanacağız.