YAZARLAR

Kısa çöp uzun çöpten...

Dün yine iki atlı polis görünce aklıma geldi Miguel. Brezilya’da saldırmıştı bize atlı polis. Atlar o kadar büyüktüler ki. İnsanda ayak altında kalma korkusu yaratıyorlardı. Yükseklik korkusu gibiydi bu.

Birlikte yürüdük 260 kilometre kadar. Bir bacağı diğerinden oldukça kısaydı. 10-15 santim, ölçmek gibi olmasın. İki toprak işgal ettik birlikte, bir AVM ve mancuyoka ektik, bir işgal toprağına. Miguel, MST Topraksızlardan. "Ailen nerede?" diye sormuştum, annen, baban… "Benim ailem MST" demişti. "Başka kimsem yok." Her gün 20 kilometre kadar yürüyorduk. 2 bin kişi olunca, yavaş gidiliyor, Mao’nun dediği gibi en yavaş olanın hızıyla ama Miguel en hızlılarındandı. Yürüyor gibi değildi aslında daha çok sekiyor gibiydi. Her akşam yürüyüşün sonuna doğru, o gün nöbetçi olan militanlar bağırıyorlardı, "Yoruldunuz mu?", "Hayııır" diyordu herkes "Devrimciler yorulmaz", çok yorgun bir sesle... ve gülerek. Miguel bir şey söylemiyordu bile. Gülüyordu, sekiyordu….

Barselona’da dün iki kere aklıma geldi Miguel. Birinde bir meydanda oturuyorduk. Önce bir ses geldi. İspanyolca bir şarkı. Bütün meydanı kapladı ses. Meydan da meydandı, öyle ufak tefek filan değil. Sonra sesin sahibi göründü. Bir kadın elinde para toplamak için plastik bir bardakla sekerek meydana girdi. Yavaşçaydı ama sekiyordu yine de. Masalara yaklaştı. İki masadan boş geçti. Para atmadılar plastik bardağa. Garip ama ses çok güzel olduğundan gibi geldi bana. Bir opera sahnesinde olmalıydı bu ses ya da bir konser salonunda, elinde plastik bardak yerine belki bir kristal kadeh, sesin çarpıp içine çınladığı. Sokakta olunca yere düşüp tozlanmış gibi geliyordu insanlara ama halbuki pırıl pırıl. Sekerek yaklaştı. Çöpe elini sokup bir şey bulup, üstünü üfledi ve yedi. Kokteyldeydi sanki. İki ısırık arasında şarkısını söylemeye devam etti. Yürüdü gitti… Bir film sahnesi gibiydi dedi Merve…

-Bu yazıyı beşinci katta yazıyorum ve şimdi, o kadının sesi geliyor buraya. Bir katedral duvarı var hemen karşıda ve ondan daha uzun bir çan kulesi. Çan çalıyor. Sokaktan daha yakın bize çan ama ses ona aldırmıyor ve yine o güzel ses sekiyor sokaklarda -

Belki inanmazsınız diye

Miguel yürüyüşün ortasında yanıma geliyordu. Sırt çantasından bir pet şişe çıkarıyordu. İçmem için bana uzatıyordu. ‘Özel su’ diyordu. Çok sert bir romdu. Kendisi şeker kamışından yapmıştı. Merdaneli çamaşır makinesinin merdanesi gibi elle çevrilen bir alette eziliyordu şeker kamışı. İnce ince şeritlere ayrılıyordu. Sonra kaynatılıyordu. İçinde sakladığı güneşti bence alkol. Bu yüzden insanın içini kavuruyordu ve çivi çiviyi söküyordu. Dün yine iki atlı polis görünce aklıma geldi Miguel. Brezilya’da saldırmıştı bize atlı polis. Atlar o kadar büyüktüler ki. İnsanda ayak altında kalma korkusu yaratıyorlardı. Yükseklik korkusu gibiydi bu. İnsanda yere yatma duygusu uyandırıyordu. Polisler kılıçlarını çektiler. Atların üstlerinde, ellerinde kılıç, bellerinde tabanca portatif devlettiler.

Miguel elinde machete-uzun ve keskin bıçağı ile onları bekliyordu ve dimdik ayakta duruyordu…

Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbet…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...