YAZARLAR

Bu hayattan bir Ubor Metenga Hakan geçti

Tek tesellim şu: 54 yıl yaşadı Hakan. Zaman biz onu nasıl algılıyorsak öyle geçer. Kimine göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Hakan onlardan değildi. Pek çok 54 yıla göre çok daha uzun yaşadı. Güzel hikayeler bıraktı arkasında.

Çok canım acıdı.

Önce haberi vereyim sonra yazmam da lazım. Dizlerim titriyor. Anlatmam lazım.

Sevenlerine duyuru şu:

Hakan Cengiz, yuhat Ubor Metenga Hakan canına kıymış. Tam 120 tane anti depresan almış, sonra hayata tutunmaya çalışmış, hastanede bir miktar boğuşmuş, iyileşir gibi olmuş, küt diye gitmiş sonra.

Cenaze namazı yarın (16 Haziran) öğle namazından sonra kalkacak. Namaz, sahildeki İzmir Hamidiye Camii'nde kılınacak...

Hakan anarşistti, dini tören istemezdi, namazdan başka tören olmayacakmış, ritüel namına kabulü varmış zaten o kadarına da. Kardeşi Erkan Cengiz'le konuştuk şimdi. O da şaşkın ve tabii perişan. O anlattı.

Şimdi bu güzel insanı bir kaç kişiye daha olsun anlatmaya çalışayım. Güzel insanların güzel hikayeleri olur. Hakan’ın da öyle.

Bu hayatta tutunamayanlar ikiye ayrılır. Birinci kısımda her fırsatta tutunmaya çalışan ve kadir kıymet göremediğini düşünenler vardır. Yırtınırlar ama tutunamazlar. Bir süre sonra hayatları sadece söylenmek üzerine kurulu olur. Derken tutunamayan retoriğine dalarlar. O kısımla pek işim olmaz. Her şeyden önce sıkıcı olurlar. Kendileri de, hikayeleri de.

. .

Bir de Hakan gibiler vardır. Tutunma şansı varken tutunamayanlar. Kadire ve kıymete dair beklentileri olmayanlar. Önerine bakanlar. Tek projeleri “güzel şeyler yaşayalım” olanlar.

Hatta bu kadar paçoz bu kadar yanlış bir dünyaya tutunmaktan bir miktar hicap duyanlar, mahçubiyet hissedenler.

Hakan'ı 1988'di galiba Kaş'ta, Nur'la birlikte tanıdım. Uzun Çarşı'nın ucundaki anıt mezarın altında tezgahı vardı. Biz de Kaan Can ile sırtımızda çanta sürtüyorduk.

Uzun Çarşı saçma bir yerdir. Snobdur. Sen yürürken civardaki büyük şehir kaçkını bol pantolonlu dövmeli deri sandaletli esnaf seni iyi bir süzer. Eminim hala öyledir.

Hakan'la Nur'un tezgahı ve karşısındaki (vallahi hatırlayamadım kimindi, onlarla da iyi arkadaş olmuştuk, Nur hatırlatsın) tezgah farklıydı. Oraya ulaşınca bir vaha olurdu. Zaten oraya takılırdık. Takılırdık dediğim ne olacak yere oturup bira içer sohbet ederdik. Saatlerce. Gözlerimizin içiyle gülerdik.

Hakan ve Nur'a bayılmıştım. İstedikleri gibi yaşıyorlardı. İstedikleri gibi geziyorlardı. Kendilerine sunulan hayatı reddetmişler, bambaşka bir hayat kurmuşlardı. Ve ben çıtırdım. Aynı yolda yürümeye, istediğim gibi yaşamaya çalışıyordum. Otostopla geziyor geçici işler yapıyordum. Bir çeşit stajyerlik alanı gördüm o tezgahın kenarını kendim için. Zaten o kadar güzel taklit ettim ki bir sonraki yıl Kaş'ta ben de tezgah açtım :))

Geçen yıllarda Hakan ve Nur'la yarenliğimiz sürdü. Ayrı ayrı da olsa yollarda geçiyordu zamanımız. Aynı rotalardan geçtiğimiz oldu.

Hakan bütün anlamlarıyla cins birisiydi. Eşine az rastlanır bir cins. Eşsiz.

Bir gün, 1993 idi galiba, bu bizim evden çıktı, İran ve Pakistan üzerinden Hindistan'a gidecek. Ben daha önce aynı rotayı yaptığım için yolu anlattım.

Bir müddet sonra telefonum çaldı. O zaman telefon bugünkü gibi kolay erişilir bir şey değil. Ses az geliyor. Ve ülkelerarası konuşmak bir servet, kısa konuşmak gerekiyor.

"Metin, Hindistan kapısı nasıl? Çok arıyorlar mı?"

"Yok, her neyin varsa koy cebine geç"

dedim. Ve iki şey öğrendim akabinde: 1. Lahore'da olması gerekiyordu, epey güneydeki Karaçi'deydi. 2. Yanındaki her neyse cebine sığmıyordu. Muhtemelen ottu.

Velhasıl Hakan'dan ses kesildi. Aylar geçti çıt yok. Meraktan çatlıyorum. Annesinden bir telefon geldi: "Evladım son seninle görüşmüş, Hakan nerede?"

Anneciğine (o da rahmetli) hikayeyi eksik anlattım. Bir süre sonra yine telefon geldi, "Hakan hapisteymiş"?

Ben tabii kapıda yakalandı hapse girdi sandım.

Meğer hikaye başkaymış.

Hakan vizesi geçmesine rağmen Hindistan’da kalmaya devam ediyor. 3 ay filan geçiriyor, daha da geçirecek. Bu kısmı zaten tam Hakan'a göre. Pek devlet tanımaz bir kişiliği vardı. Fakat şu kısmı çok saçma:

“Moruk” dedi. Sürekli moruk derdi konuşurken. “Moruk” dedi, “bir ritüel yapıyorlar, Hindu tapınağında, kutsal bir suyun başında. Ben de mantralar okuyarak o suya girdim.”

Bizimkinin kafası güzelken sanıyor ki o yaptığı hareket etkileyici bulunacak, tezahürat görecek. Tabii sonuç olarak bunu bir güzel dövüyorlar oracıkta ve polise teslim ediyorlar.

Hakan da çok üzülüyor yaptığına, üzülmekle kalmıyor hapse girmeyi hakkettiğini düşünüyor. Bunu düşünmeyi de abartıyor bunu deneyimlemesi gerektiğine iman ediyor. Savunma yapmıyor.

Velhasıl Hindistan hapishanesi beter bir şey. Yatmadım ama kıyısından gördüm. Hakan o beterlikte açlık grevi bile yapıyor tek başına. Hatta açlık grevi yaptığının anlaşılması için de çabalaması gerekiyor. Ama hakkını alıyor. Mahkemelerde pek konuşmuyor, avukat istemiyor.

11 ay yattıktan sonra izini bulan annesi ve kardeşi kurtarıyorlar. Kardeşi Erkan Hindistan'a gidiyor, zorla avukat buluyor ısrarla çıkarıyor Hakan'ı içeriden. Eminim hakim bile Hakan’ı ikna etmeye çalışmıştır çıksın diye.

Böyle her bakımdan acayip, her bakımdan iyi birisiydi Hakan. Bu hayata iyilik verdi sadece. Ayrımcılığın, türcülüğün, sağcılığın hiç bir türünü bilmez ve naif bir şekilde anlamlandıramazdı, tanımlayamazdı bunları. O naifliğini son güne kadar yitirmedi.

Daha birkaç ay önce konuşmuştuk telefonla, aşık olmuştu onu anlatmıştı uzun uzun. Hala 20 yaşında gibiydi.

Hakan sadece kendini öldürmedi. Gelecekteki kendini de öldürdü. Onu tanımıyordu bile. Zaten pişman da olmuş. Hakan hayatı cezalandırmadı. Hayatı güzel varlığından mahrum bıraktı. Hayatın kalbi yok. Akıyor o. Hakan bizleri cezalandırdı. İyi yapmadı. Onu çok özleyeceğim.

Son olarak, bir gün bana kendisini anlatması gerekmişti. Bir iş için. Şöyle yazmış:

“Kıcaca kendimi tanıtayım: 1963 İzmir doğumluyum. YTÜ'de Makina Mühendisliği tahsil ettim ama hiç mi hiç yapmadım. Çünkü sıkıcıydı. Kitapçılık; el sanatları, gümüş ve deri aksesuarları ticareti; özel matematik ve satranç öğretmenliği ve seyyahlık, yaptığım işlerden. Sırt çantasıyla Hindistan, Nepal, Tayland, İsrail, Mısır, Yunanistan, Pakistan, İran, Portekiz, İspanya'da bulundum.”

Tek tesellim şu: 54 yıl yaşadı Hakan. Zaman biz onu nasıl algılıyorsak öyle geçer. Kimine göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Hakan onlardan değildi. Pek çok 54 yıla göre çok daha uzun yaşadı. Güzel hikayeler bıraktı arkasında.

Hayat hakikaten çok sert. Arkadaşlarınıza iyi bakın.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz