YAZARLAR

Silsile yolu

Kılıçdaroğlu, dokunulmazlıklar konusundaki tutumu dolayısıyla borçlandığı HDP’ye de yeni bir yol açmış durumda. Maltepe Cezaevi’nin kapısına vardığında HDP milletvekilleri Kılıçdaroğlu’ndan bayrağı devralıp Selahattin Demirtaş’ın tutulduğu Edirne’ye doğru yürüyüşe geçerse, işte o zaman yeni bir siyaset yolu açılmış olacak.

Askerde gördüğüm ilk vukuat içtiması (bir olay yaşandığında askerlerin toplanması) bir grup askerin yemekhaneden ekmek çalması üzerine yapılmıştı. Nöbetçi astsubay tüm askerleri yemekhanenin önünde toplamış, “ekmek hırsızlarının” vatan hainlerinden farkı olmadığını haykırmıştı hepimizin yüzüne.

Asker argosuyla söylersek, “ceset haşlama” (et haşlama), “tavuk ve saz arkadaşları”, “uzun namlulu” (pırasa yemeği), “altında mayın patlamış tavuk” (fazla haşlanmaktan bulamaç haline gelmiş olan tavuk-hindi yemeği) evvelden askerler tarafından yapılırken zamanla çeşitli ihaleler yoluyla özel şirketlere devredildi. Bu, tüm kışlalar için geçerli mi, bilmiyorum ama özel şirket geldikten sonra bir albay yemekhaneye gelip tek tek masalarımızı dolaşmış, bir şikâyetimiz olup olmadığını sormuştu. Karşınızda bir “omzu kalabalık” (yüksek rütbeli) varken şikâyet etmek akıllı askerin yapmayacağı şeydir.

Çünkü zorunlu askerlere, kışlaya adım attıkları anda öğretilen ilk kurallardan biri, şikâyet ve müracaatlarını silsile yoluyla iletmeleri gerektiğidir. Asker İç Hizmet Kanunu’nun 25. maddesinde de bunun altı çizilir: “Her asker resmi ve şahsi işlerinden dolayı müracaatını söz veya yazı ile en yakın amirinden başlayarak silsile yolu ile yapar… Birden fazla kimselerin toplu olarak söz veya yazı ile müracaatları yasaktır.”

Yani bir erin, diyelim ki yemeklerle ilgili bir şikâyeti varsa bunu onbaşıya iletir. Onbaşı da o şikâyeti çavuşa, çavuş uzman çavuşa, uzman çavuş astsubaya, astsubay üsteğmene, üsteğmen yüzbaşıya, yüzbaşı binbaşıya, binbaşı yarbaya, yarbay albaya “iletir” ve bu “silsile yolu” istisnai bir biçimde izlense bile, yolun sonuna gelindiğinde şikâyetiniz en fazla “sıkıntı çıkarma lan, burası ana kucağı değil asker ocağı” yanıtıyla sonuçlanır.

Dolayısıyla yemek denetimine gelen “omzu kalabalığa” herhangi bir asker şikayette bulunmayı aklından bile geçirmemişti. Ne de olsa günün sonunda “omzu kalabalık” gidecek, nöbetçi astsubayla baş başa kalacaksınız.

Albay bizim masaya gelip tekmil aldıktan sonra “yemeklerden, salatadan sürekli kurtçuklar çıkıyor” demiştim. Albay gülümseyerek “Demek kurtçuk çıkıyor ve sen de bunun sağlığa faydalı olduğunu bilmiyorsun, öyle mi!” deyip kahkahayı basmıştı. Ardından da kendisine refakat eden nöbetçi astsubaya dönüp “Astsubayım, bu askerin sağlıkçı filan mı” diye sormuştu. Elcevap: “Komutanım bu gazeteci. Sever bunlar magazini.” Albay masamızdan ayrılırken “bak ne güzel işte, anılarında yazarsın bunu” demese, belki de sayısız anekdot içinde aklımda kalmazdı bu olay.

ALTINDA MAYIN PATLAMIŞ TAVUK

Manisa’daki zehirlenmenin “altında mayın patlamış tavuktan” kaynaklandığını duyunca, askerlik yapmış herhangi birinin bu habere şaşırmasına şaşırmamak elde değil. Ama elbette kışla gerçeği bu toplumun ortak sırrı. Hemen her gün yanından geçtiğimiz askeri kışlalarda o gençlere nasıl “ızdırap olunduğunu” bilmezden, görmezden gelmek Türklük ve erkeklik mutabakatının bir gereği.

Zorla silah altına alınmış ve sistematik olarak emek sömürüsüne maruz bırakılan gençlerin yaşadıklarına yüksek sesle itiraz edenler, karşılarında en iyi ihtimalle “halkı askerlikten soğutma” kanununu bulur. Ne de olsa yurttaşını tekinsiz bulan her devlet bu tür “sırları” kanun yoluyla koruma altına alır.

Türkiye’yi epey bir süredir askeri kışla mantığıyla yönetmeye çalışan iktidar, yurttaşların adaletsizlikle ilgili şikâyetlerini, tıpkı Asker İç Hizmet Kanunu hükmündeki gibi “silsile yoluyla” iletmeye zorluyor. Üstelik bu şikâyetlerin topluca yapılmasını da yasaklıyor. Yasaklar bununla da sınırlı değil. Askerde bir vukuat olduğunda, örneğin bir asker intihar ettiğinde veya biri öbürünü vurduğunda yapılan ilk iş, dışarıyla tüm iletişim kanallarının, telefon hatlarının kesilmesidir. Dışarıya bilgi verenler en iyi ihtimalle kendini “diskoda” bulur. Peki, kışlanın dışında durum bundan farksız mı?

Adaletsizlikleri yazan gazeteciler tam da bu yüzden hapse atılıyor, “ülkemizi dışarıda kötü gösterdikleri için” vatan hainliğiyle suçlanıyorlar. Soma’da yaşanan maden katliamı, Roboski katliamı, Cizre bodrumları, KHK ihraçları, işkenceler, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar… Tüm bunları yazan gazeteciler nasıl ki er veya geç hapse atılacağın biliyorsa, zehirlenmelerine tepki gösteren asker de kışlaya döndüğünde nasıl bir muameleye maruz kalacağını çok iyi biliyor.

“İtaat et, rahat et” telkini komutanların rutin tavsiyesidir. “Sivil” iktidar da artık topluma aynı tavsiyede bulunuyor: “İtaat et, rahat et.” “Bir şikâyetin varsa -topluca değil- mahkemeye başvur.” Çünkü “hak sokakta aranmaz.”

'ADİL İNSANIN YERİ HAPİSHANEDİR'

Uzun bir süredir, tabanındaki tüm tazyike rağmen adaletsizlikle ilgili şikâyetlerini “silsile yoluyla” iletmekte ısrar eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile artık bu yolun sonuna geldiğini anlayarak yeni bir yola çıktı.

Bilen bilir, devlet memurları da şikâyetlerini silsile yoluyla ve bireysel olarak iletmek zorundalar. Toplu şikâyet yasaktır. Ömrünün uzun bir dönemini devlet memurluğuyla geçirmiş olan Kılıçdaroğlu, bugüne kadar bir siyasetçi gibi değil, memur gibi hareket etti. Fakat milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte Ankara’dan İstanbul’a yürümeye başlaması, memuriyetten siyasete atılışının ilk adımı olarak okunmalı. Dolayısıyla da Kılıçdaroğlu belki de ilk defa liderlik yoluna çıktı. Bunun farkına varan Cumhurbaşkanı, “adalet” talebine “adalet” sopasıyla yanıt verdi: “Adalet arıyorsan yeri parlamentodur; yargı sizi de davet ederse şaşırmayın.”

Naturalist yazar Henry David Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik makalesinde dediği gibi: “Kim olursa olsun, herhangi birini haksız yere hapse atan yönetimin olduğu koşullarda adil bir insanın yeri hapishanedir.” Dolayısıyla zorba bir rejimde hapsi göze alamayan, adil de olamaz.

Kılıçdaroğlu kendi milletvekilinin postunun ucuz olmadığını göstermek için çıktığı yolda hem fiziksel olarak hem de hükümetin antipropagandası dolayısıyla epey zorlanacak ama İstanbul’a vardığında gerçek bir lider haline gelebilecek.

Ayrıca bu süreçte her kim Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşüne destek vermek yerine onun “silsile yolunu” takip ettiği döneme odaklanırsa, asıl kendisini “silsile yoluna” hapsetmiş olacak.

KILIÇDAROĞLU’NUN HDP’YE AÇTIĞI YOL

Aynı yürüyüşü HDP başlatmış olsa, elbette daha Ankara’nın dışına çıkmadan provokasyonlarla, müdahalelerle, gözaltı ve hatta tutuklamalarla bu yola bariyer çekilecekti. Keza HDP’nin İstanbul yolunda Kılıçdaroğlu’na eklemlenmesi de hükümetin karşı propagandasını güçlendirecekti. Fakat Kılıçdaroğlu, dokunulmazlıklar konusundaki tutumu dolayısıyla borçlandığı HDP’ye de yeni bir yol açmış durumda. Maltepe Cezaevi’nin kapısına vardığında HDP milletvekilleri Kılıçdaroğlu’ndan bayrağı devralıp Selahattin Demirtaş’ın tutulduğu Edirne’ye doğru yürüyüşe geçerse, işte o zaman yeni bir siyaset yolu açılmış olacak. Zira en kötü ihtimalle iktidarın Edirne yolunda HDP’lilere karşı takınacağı tavrı tüm toplum görmüş olacağı gibi, HDP de kendi liderinin postunun ucuz olmadığını geç de olsa gösterme şansı yakalamış olacak. Ama aynı zamanda HDP, 7 Haziran’dan sonra bariyerlerle kapatılan “Batıya” doğru yürüyüşünü tekrar başlatmış olacak.

Thoreau’nun Doğal Yaşam ve Başkaldırı kitabında dediği üzere, “Çocuklar gibi, ‘kim ince buzun üzerinden kırmadan geçecek’ oyunu oynamayalım. Her yerde sağlam bir zemin vardır.”


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.