Lütuf
Kişiler ancak Allah’ın lütfu ile kurtuluşa erişebilirler. Bu nedenle hükümdarları tiran da olsa dünyevi hayatta onlara boyun eğmelidirler. Çünkü iktidar hükümdara Allah tarafından lütfedilmiştir. Ve dünyevi hayatta onlar ne lütfettiyse ona boyun eğilmelidir. İşte tam bu nedenle adalet yürüyüşlerinin de OHAL’in de süresi yoktur; mesele cumhuriyet ile lütfedilmiş saltanat arasında bir siyasal mücadele meselesidir.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, yaklaşık bir yıl arayla Türkiye’de sürmekte olan rejim tartışmalarını kendi durduğu yer bakımından ortadan kaldıracak iki cümle kurdu. Birincisi 15 Temmuz’un hemen ardından, olayı “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğünü beyan etmesiydi. İkincisini bu hafta söyledi. Ana muhalefet partisi genel başkanının başlattığı Adalet Yürüyüşü de ona göre ‘hükümetin bir lütfu’ydu. Bir yılda Allah’tan kendisine geçen bir bahşetme yetkisinin ifadesiyle Erdoğan kurmak istediği Yeni Türkiye rejiminin özünü de ortaya koymuş oldu. “Allah’ın lütfu ile devleti ele geçirmeye çalışan bir İslamcı şebeke tasfiye edilecekti; tamam, peki bahşetme sırası Allah’tan kendisine nasıl geçti? Peki ya devlet, tam adıyla, anayasada yazdığı biçimiyle demokratik, laik, sosyal hukuk devleti? O bir süreliğine aramızda olamayacak maalesef mi diyeceğiz.
Hayır, karşımızdaki siyasal söylemi iyi tanıyorum. Siyasal düşünce tarihinin bu önemli kavramını bir çırpıda atlamamak gerekir. Lütuf cumhurî olanın karşısına bütün donanımıyla çıkar. Özü şöyledir: Kişiler ancak Allah’ın lütfu ile kurtuluşa erişebilirler. Bu nedenle hükümdarları tiran da olsa dünyevi hayatta onlara boyun eğmelidirler. Çünkü iktidar hükümdara Allah tarafından lütfedilmiştir. Ve dünyevi hayatta onlar ne lütfettiyse ona boyun eğilmelidir. İşte tam bu nedenle adalet yürüyüşlerinin de OHAL’in de süresi yoktur; mesele cumhuriyet ile lütfedilmiş saltanat arasında bir siyasal mücadele meselesidir.
BİRİNCİ LÜTUF YA DA OHAL NEDİR?
15 Temmuz, üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bütün muammalarıyla karşımızda durmaktadır. Darbe girişiminin nasıl gerçekleştiği, kimlerin işin içinde olduğu, kimlerin olmadığı hâlâ açıklıkla ortaya konmamıştır. Olayın açıklığa kavuşturulma girişimlerinin karşısına hep bir baraj çıkmaktadır. Bir damat alınıp, bir damat bırakılmakta; neredeyse hiçbir tutarlı tavır sergilenememektedir. Sürece dair muammaya yer bırakmayacak tek şey ise OHAL KHK’leridir. Açık olan, OHAL KHK’leri ile Barış Akademisyenleri'nden KESK üyesi öğretmen ve memurlara Gülen cemaati ve her türlü İslamcı devlet kurma girişimiyle, bulundukları her alanda mücadele etmiş insanların devletten tasfiye edilmesidir.
AKP Genel Başkanı’nın Allah’ın lütfu olarak gördüğü şey, lütfun kendi üzerine bahşedildiğidir. 16 Nisan’da halka oylatılan fantastik anayasa metninin ve ardından YSK aracılığıyla devreye sokulan fantazmik stratejinin nedeni budur. Kendisine muhalefet eden milletvekillerini, halkın haber alma hakkını savunarak lütfun değil, kamusal haber alma hakkının ve cumhurî olanın savunusunu yapan gazetecileri içeri atarak; kulağını gerçeğe vererek sesini yükselten akademisyenleri mesleklerinden ederek yapılmaya çalışılan Allah’ın lütfunu realize etmektir. Allah’ın lütfu OHAL’dir ve OHAL sürekli Erdoğan rejimi demektir.
İKİNCİ LÜTUF YA DA DEVLET BENİM
15 Temmuz darbe girişimi, Fettullah Gülen cemaatinin AKP eliyle hepimizin gözleri önünde ve itirazlarımıza rağmen devlet içine yerleştirilmiş kadrolarının bir kalkışmasıydı. Gülenciler akademiye yerleştirildiyse hızla yükseliyor, milli eğitimde milli eğitim müdürü kadrolarını dolduruyor, orduda istihbarat raporlarına rağmen yükseltiliyordu. Şimdi kapatılması için ülke ülke diplomasi yürütülen okullar, “Türk dünyası”nın medarı iftiharı idi. Düzenledikleri Türkçe olimpiyatlarında başkentin belediye başkanından başbakanlara kadar herkes, Gülen’i hasretle anıyordu. 12 Eylül 2010 referandumunda yargı hepimizin gözleri önünde Gülencilere teslim edildi. KPSS’de 2010 yılında yapılan hırsızlıklara dönemin iktidarları göz yumdu, cumhurî basının ve entelektüellerin bütün uyarılarına rağmen Gülenci kadrolar devlet içine yerleştirildi.
Evet Gülenciler devleti ele geçirmek istediler, hem de gayri meşru yollarla; meşru iktidar sahiplerinin yardımlarıyla. Çatışma büyüyünce de tek başlarına kalmak istediler, 15 Temmuz bunun ürünüydü.
Peki bugün olan nedir? Devlet, eğer anayasada kendini tanımlamış ve bu tanımla sınırlamışsa, kim demokratik bir hakkı lütfedebilir? Yasal hükümetin devleti ele geçirmesi, temel hak ve özgürlükleri kendi lütfu olarak görmesi meşru mudur? Bu durumda devlet ele geçirilmiş olmaz mı? Allah’ın lütfundan, hükümetin lütfuna giden yol kısaca budur.
Bugün Adalet Yürüyüşü’nde olacağım, bu yürüyüş uzun bir yürüyüş olacak; cumhurî olan ile lütfedilmiş saray saltanatı arasındaki mücadelenin uzun yürüyüşü.