Ramazandan bayrama kalanlar
Ve ramazan biterken, bayrama girmeye hazırlanırken Bingöl’den gelen haberle bayram zehir oldu bile. Evlenmek niyetiyle kaçılan bir genç kız. Liseyi bitirmiş üniversiteye hazırlamak için dershaneye gitmeyi planlayan gencecik bir kız kaçırılan. Hem mağdurun hayatı ve emniyeti hem kültürün, örfün gereği, hem hukuka uygun olan mağdurun hemen en azından ailesine teslimidir. Hukuki süreç, bayramdan sonra başlayacaksa o bayramı mağdur ailesiyle geçirmeli.
Serin geçerek uzun günlerin orucunu kolaylaştıran ramazanın sonunda bayrama erişirken hatırımda kalanlardan biri, dindarlarda kadına yönelik şiddetle mücadele bilinci oluşacağına dair ümit veren kısacık bir iki kelam. Bir televizyon programında Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bazı sözleri mesela, bu açıdan kıymetli. Mehmet Barlas’la söyleşisinde konularından birisi Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel’in öldürülmesiydi.
31 Mayıs tarihli yazımda şu satırlarla değindiğim elim olaydı konu: "Ve dün kadına yönelik şiddet Yeni Akit’in manşetine taştı. Onlar böyle isimlendirmediler ama maalesef başa gelen tam olarak erkek şiddetiydi. Yeni Akit Genel Yayın Yönetmeni Kadir Demirel’in öldürülüp -Allah rahmet etsin- kızının yaralandığı olay bu kadar taze olmasına rağmen ismi belli: Bu bir ev içi şiddet vakası. 6284 ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için sürekli büyüyen bir erkek terörü. Şiddet gören kızını, kocasıyla barıştırmaya yönelen bir baba… Ülkemizde yaşanan milyonla örnekten bir tanesi… Kadını değil şiddeti koruyan, insanı değil kurumu, aile kurumunu önemseyen ve erkek terörünü aile kavramıyla adeta kutsayan hataların hepsi yapılmış. Çok yazık.”
Nevzat Tarhan, kadına yönelik şiddetle mücadele gereği olarak daha önce hiç bu denli açık söylediğini duymadığım biçimde boşanmayı işaret etti. “Evde yaşanan şiddet nedeniyle ayrılmak isteyen kadın ailesi ve toplum tarafından desteklenmeli. Barıştırma yoluna gitmenin, erkeğin pervasızlaşmasıyla, şiddetin dozunu arttırdığı/arttıracağı düşünülmeli.” Hatırımda kalan haliyle mealen söylenen bu sözler ülkemiz dindarlarının ev içi şiddete bakışını değiştirebilecek nitelikte. Zira gerek akademik niteliğine dayanarak yargılarına güvendiği gerekse dindar kimliği nedeniyle “bizden” bildiği için camianın, dikkatle takip ettiği isimlerden biri olduğu malum. Şiddeti görmezden gelmeyip üstelik “öfke kontrolü” gibi “dini nasihatler” gibi sık yapılan hatalara düşmeden şiddetin kesilip atılmasını, aile kurumunu değil insanı, kadını önceleyerek boşanmayı işaret edişi umuyorum ki farkındalığı yükseltecektir.
Rastladığım bir sahur programında Fatih Çıtlak tarafından enseste, örtük biçimde de olsa değinilmesi şaşırtıcıydı. Ve sevindirici. Ana baba hakkı konusunu dile getirirken üstü kapalı biçimde babanın çocuğuna cinsel istismarına değinip net olarak lanetledikten sonra “böylelerinin babalık haklarından söz edilemeyeceği” mealindeki sözleri, tabu yıkar nitelikte. Çünkü bizde, dindarların hiç ağza almadığı, dindar insanın yapmayacağının sanıldığı daha doğrusu böyle bir zannın arkasına saklanmanın seçildiği bir konu, ensest. Minicik bir cümleyle konuya dokunulup geçilmiş olmasına rağmen geniş izleyici kitlesine ulaşan bir dini programa konunun dahil edilişi, ilk defa karşılaştığım bir durum. Hayatın gerçeklerini inkar etmek yerine kötülüklerle mücadelede dinden yardım alabilmek için adıyla, sanıyla belirlemek gerek. “Süi misal emsal olmaz” düsturuna sığınarak “kötülükleri dile getirerek yaygınlaştırmak” endişesine kapılarak ensest gibi feci bir olguyu görmezden gelme hatası, bu sözlerle bir miktar aşındırılmış olur sanırım. Diyanet de hatırlayacağınız “fetva krizi” ile kamuoyuna yansıyan bu sorun hakkında net bir duruş sergilemeli. Kuruma, vaiz ve vaizelere sıkça yöneltildiğini bildiğimiz ensest ve diğer cinsel suçlarla kadına ve çocuğa yönelik şiddet hakkında net ifadeler kullanarak açık dille konuşmayı seçmeli artık. Hem İslamî ve insanî hem hukukî gereklilikleri sakınımsız, dolaysız yerleştirmeli cevaplarına.
Ramazandan geriye bir de yine “şortlu kadın” meselesi kaldı. Bu yıl da tekrar kamusal alanda görülen erkek şiddeti, kadın kıyafeti ve din kılıfıyla çıktı karşımıza. Melisa Sağlam adı yani şiddet mağduru kadının kimliği her haberde defalarca zikredilirken saldırganın adını öğrenmek neredeyse haberleri didiklemeyi gerektirecek kadar seyrek yazıldı. Oysa yapılması gereken saldırgan Ercan Kızılateş’i teşhir etmekti. Gözünü sakınmayan, nefsini tutamayan orucu nasıl tutsun derken Ercan Kızılateş’in vergi suçuyla kesinleşmiş mahkumiyeti olduğunu öğrendik. Vergi kaçırarak tüyü bitmedik yetimin hakkını yiyenin ramazanı, orucu bahane edişi ayrı garabet. Kadına saldırdığı halde serbest kaldığını sanırken vergi suyu nedeniyle ceza evine gönderildiğinin öğrenilmesi ayrı garebet.
Ve ramazan biterken, bayrama girmeye hazırlanırken Bingöl’den gelen haberle bayram zehir oldu bile. Evlenmek niyetiyle kaçılan bir genç kız. Liseyi bitirmiş üniversiteye hazırlamak için dershaneye gitmeyi planlayan gencecik bir kız kaçırılan. Ailenin şikayeti üzerine “rızamla gittim” ifadesi baskı altında alındığı şüphesiyle savcılık ifadesini bizzat almak için getirilmesini istiyor. Ancak kolluk getirmiyor. Bayramdan sonra hukuki süreç başlatmak sözüyle aile, evine gönderiliyor.
Hem mağdurun hayatı ve emniyeti hem kültürün, örfün gereği, hem hukuka uygun olan mağdurun hemen en azından ailesine teslimidir. Hukuki süreç, bayramdan sonra başlayacaksa o bayramı mağdur ailesiyle geçirmeli.
Detayları bende saklı hadiseye il yöneticilerinin acilen el koymasını umuyorum.