Sinemasız şehirler
2016’da 53 bini aşkın film sinemalarda gösterilebilmiş. Ardahan, Bayburt, Gümüşhane, Hakkari, Sinop, Şırnak ve Dersim’de yaşayanlar bunlardan hiçbirini görememiş. Çünkü oralarda sinema salonu yok.
Araştırma şirketi İPSOS, “Türkiye’yi Anlama Kılavuzu” adı altında belirli aralıklarla geniş tabanlı araştırmalar yapıyor. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, bu yılın Şubat ayında yayımladığı Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar adlı yayınında 2016’daki araştırmanın sonuçlarından, kendi faaliyet alanını doğrudan ilgilendiren bazılarını aktardı. 34 ilden 13 bin 799 kişinin araştırmacıların sorularına verdikleri cevaplar, aslında ne zaman hangi konuyu tartışsak aklımızın bir ucunda bulundurmamız gereken gerçekleri ortaya koyuyor. Şahsen, bu gerçekleri çoğu zaman hiç hesaba katmadığımızı ve toplumsal konulardaki varsayım ve çıkarsamalarımızın bu ihmale bağlı olarak geçersiz kalabildiğini düşünüyorum.
Meselâ, bir toplumun neredeyse yarısının (yüzde 49) hiç sinemaya gitmiyor oluşu, sadece sinemaya gitme-gitmeme meselesi midir? Toplumun üçte ikisinin hiç konsere veya tiyatroya gitmeyişi, yalnız halkın müziğe veya tiyatroya ilgisine dair bir tespit midir? Siyasî tutumlarını, bağlılık tarzlarını, alâkasız görünen alanlardaki tercihlerini etkilemez mi?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) geçen yıl sinema salonundan yoksun il sayısının yediye yükseldiğini açıkladı. Üstelik bu, Türkiye’deki toplam sinema salonu sayısı bir önceki yıla göre yüzde 5.4 artarken olmuş. Memleketimizde toplam 2 bin 483 sinema salonu var, bunlardaki koltuk sayısı (bir önceki yıla göre yüzde 3.3 artışla) 307 bin 456.
Salonların ve kapasitelerinin artmasına rağmen azalan, sadece sinemaya sahip il sayısı değil; seyirciler de azalmış. 2015’ten 2016’ya, sinemalara gelenler yüzde 3.3 eksilmiş, seyirci sayısı geçen yıl 55 milyon 260 bin 600 olmuş.
Ve bakın, azalan bir kalem daha: Yerli film seyircisi. Yabancı filmlerin seyircisinde artış, yerli filmlerinkinde azalış var.
Gösterilen filmlerde de yabancıların oranı yerlilere göre artmış. 2016’da 53 bini aşkın film sinemalarda gösterilebilmiş. Ardahan, Bayburt, Gümüşhane, Hakkari, Sinop, Şırnak ve Dersim’de yaşayanlar bunlardan hiçbirini görememiş. Çünkü oralarda sinema salonu yok.
KARS VE KRAL LEAR
1990’ların ortalarında Refik Durbaş’la birlikte Cumhuriyet için bir yazı dizisi hazırlamıştık: “Küçülen şehirler”. Uğraklarımızdan biri Kars’tı. Eksi 25 derecelik soğuğun, İstanbul’daki gibi rutubet terörüyle değil, sakin sakin, başta hissettirmeden ama öylesine kararlı, fazla ortalıkta dolaşmasan iyi edeceğini hatırlattığı, bir vakit özene bezene kurulmuş, düzenlenmiş, sonra itilip kakılmış, soğuğun yanı sıra ihmal ve karanlığın insafına bırakılmış şehirde, floresanlı bir yarı-ofis, yarı sohbet mekânında, o vakit bizim şimdiki yaşlarımızda bulunan insanları dinlemiştik. Herkesin geniş caddelerin eğimli kısımlarında paten yaptığı kış akşamlarında, komşusu Rus hanımın güzel kızını patene davet edişini anlatmıştı biri, beyaz bıyıklarını usulca sıvazlayarak. Bir başkası, ortaokulda Shakespeare’in Kral Lear’ini sahneleyişlerini, kendi rolünü nasıl ezberlediğini hikâye etmişti. “Aksak Vali”nin nasıl ahaliye özenip muhafızları eşliğinde paten kaymaya kalktığını anlatırken pek eğlenmemişler, ama şöyle bir gururlanmışlardı: vali pek becerememişti. E, ne yapalım, Ardahan, Bayburt, Gümüşhane, Hakkari, Sinop, Şırnak ve Dersim’de de sinema salonu yok.
Buğulu camlardan dışarısı görünmüyordu. Karşıya doğru asılı tek floresan, anlattıkça anlatmak isteyen hem sevimli hem oturaklı adamları sobanın üzerine doğru dumanlar salan silüetler haline getirmişti. Kral Lear… Ortaokul… Bu adam şu anda altmışında olsa… Bir yandan dinliyor, bir yandan hesaplıyordum.
Sohbet kaçınılmaz olarak buralara gelecekti, zira biz koca Kars’ın nasıl olup da nüfus kaybeden bir şehir haline geldiğini anlamaya çalışıyorduk. Gündüz başka birileri, “Tek fabrika vardı,” demişlerdi. “O da kapandı, binası şimdi hapishane oldu.”
Sobanın etrafında Kral Lear bahsinin açılması, yalnız, o kadar da kendiliğinden olmadı. Oraya gelmeden, hava kararmadan, sokakta, bir bina sırasının arasında, kalaslarla örtülmüş bir yıkım yerinin fotoğrafını çekmiştim. (Bu yazıya ekleyeyim diye aradım, ne yazık ki bulamadım.) “Burası,” demişlerdi, “Kars’ın son sinemasıydı.”
Ortaokulda Kral Lear oynamış adam, “O zaman üç sinema vardı,” diye anlatmıştı.
Evet… ne diyorduk? Yedi ilde sinema yok. Gösterilen filmler artıyor, salon sayısı artıyor, sinemasız iller artıyor. Burada bir tuhaflık yok mu? Açıklama aranırken, gösterilen yerli filmlerin ve yerli film seyircisi sayısının azalışıyla da bağlantısı kurulmalı mı bunun?
ORTAMIMIZ?
Belirli bir kaliteyi tutturan, uluslararası eşiği aşan yerli filmler, yakın zamana kadar çoğalmaktaydı. Hepimiz biliyoruz ki artık bu mümkün değil. Yerlilik-millîlik takıntısı, kültürel iktidar ihtirası…
Acaba maliyet, teşvik, prodüksiyon, teşkilat bakımlarından sinemayla kıyaslanmayacak avantajlara sahip olan, yerli ve millî kültürel iktidar cengâverlerinin henüz kendilerininkini yapmaya yeltenemedikleri tiyatrodan mı bahsetsek? Seyirci sayısı yüzde 2.8 artmış, tiyatronun. Sahnelenen eser sayısı, 2015-2016 sezonunda, önceki sezona göre yüzde 13.8 daha fazla, 7 bin 766.
Ancak sinemadakiyle paralel bir eğilim burada da görülüyor: yerli ve telif eser seyircisi geçen sezona göre azıcık da olsa azalmış. Yabancı veya çeviri eserlerin seyircisi yüzde 13.1 artmış. Çünkü, denebilir, yerli veya telif eserler geçen sezona göre yüzde 8.9 oranında daha az gösterilmiş, buna karşılık, yabancı unsurlar yüzde 9.8 artmış. Bu durumda da, tiyatroların ve başka her yerin kapısına “gâvurlar dışarı” yazılmasına pek az kalmışken “e, niye öyle olmuş?” diye sorulur.
Yerlilik ve millîlik seferberliğiyle ilgili pürüzler var herhalde. Pürüz… olur, normaldir… Ona bakarsanız, Ardahan, Bayburt, Gümüşhane, Hakkari, Sinop, Şırnak ve Dersim’de de sinema salonu yok.
Sanatı ve sanatçıları hedef alan saldırıları, baskıları derleyip raporlaştıran Freemuse’a göre, Türkiye, tek yıl içinde otuz sansür, bir fiilî saldırı, on dokuz hapse atma, altı soruşturma, dört baskı ve tehdit vakasına sahne olan İran’dan sonra, Mısır, Nijerya, Çin, Rusya, Malezya, Suriye, Tanzanya ve Özbekistan’la birlikte, 2016 yılında sanatçılara yönelik saldırı, baskı ve kısıtlamalar bakımından en kötü durumdaki ülkeler arasında. Nedense bu derleme-toparlama biraz fazla “Batılı” gözüktü gözüme. “Otuz sansür” ne kadarcıktır? Resmî kayıt arıyor olmalılar.
Meselemiz yerli üretimin ehliyetsizlerin elinde kalitesizleş(tiril)mesi ve gözden düşmesi mi, uluslararası tekel sisteminin birtakım sonuçlarının bununla iç içe geçmesi mi yoksa başka zorlayıcı şartlar mı? Üretenlerin kaçışı veya motivasyon kaybı, caydırıcılık, teşviksizlik, riskler. Veya doğrudan engellemeler, baskılar, yaratılan imkânsızlık ve sınırlılık ortamı.
Ben bilemedim. Bilebildiğim, o adam ortaokulda Kral Lear oynuyormuş, Kars’ın üç sineması varmış, ’90’ların ortalarında biz gittiğimizde sonuncusunun yıkıntısı kalaslarla örtülmüştü, şimdi de sinemasız il sayısı yediye çıkmış.