Teslim olmak mı?
Çember altındaydık. Bazen serbest bırakıyorlar, bazen yaka paça sınır dışı ediyorlardı. Bazen iyice dövüyorlardı, uzun bıçakları machetaların sırtıyla mesela, dipçiklerle ve bazen de uzun ve kalın sopalar hazırladıkları oluyordu. Keyiflerine bağlıydı galiba.
‘Komitede bütün öğlen vakti tartıştık durduk.
TESLİMİYET kelimesinin yerli dillerindeki karşılığını aradık ve bulamadık.
Ne Tzotzil ne de Tzeltal dilinde karşılığı yok.
Tojolabal’da ya da Chol’da böyle bir kelimenin olduğunu hatırlayan da.
Gerçek dilde teslimiyet diye bir şey yok.’
Subcomandante Marcos
Zapatista komününde kalıyorduk. Lacandon ormanlarının kıyısında, aslında ortasında demek daha doğru... Kötü bir gündü. Dün birileri tavuklara zehir atmıştı. Birileri dediğime bakmayın, devlet işte. Muhtemel paramiliterler, belki askerler ya da özel kuvvetler filan. Ne isimde olduğu pek önemli değildi, devletti, kurumsal bir cinayet teşkilatı. Tavuk öldürmek de basit bir şey sayılmazdı. Özellikle bir ailenin sadece üç tavuğu varsa ve bunlardan iki tanesi ölmüşse, bir katliamdan farkı yoktur bunun. Alıp gömdük sabahtan tavukları. Başka hayvanlar yiyip ölmesinler diye. Karınları içeri yapışmıştı ama zaten pek şişman sayılmazlardı. Tropik iklimden olacak, genellikle zayıf oluyorlardı ama yumurta veriyorlardı. Önemli olan da buydu. Hele çocuklar varsa.
Sabah kahvelerimizi somurtarak içtik. Günlük işimize çıktık. Her sabah geçen orduyu saymaktı işimiz. Kaç zırhlı araç var, kaç tank ve tüfekleri filan. Bugün güler gibi bakıyorlardı ya da bana öyle geldi. Daha az küfür ettiler mesela. Bizi dış mihrak olarak görüyorlardı. Bense onlar için iç dış ayrımı yapmıyordum aslında. Faşist faşisttir o kadar. Bir tankın içinden aniden başını dışarı çıkardı fotoğrafçı. Fotoğrafımızı çekti. Geniş kenarlı bir Meksika şapkası takıyordum her gün sayıma çıktığımızda. Bıyıklarımı yukarı doğru kıvırıyordum. Hiç bir işe yaramıyordu biliyordum ama işi zora sokmak güzel bir şeydi. Komünden ayrılırken yakalıyorlardı zaten. Çember altındaydık. Bazen serbest bırakıyorlar, bazen yaka paça sınır dışı ediyorlardı. Bazen iyice dövüyorlardı, uzun bıçakları machetaların sırtıyla mesela, dipçiklerle ve bazen de uzun ve kalın sopalar hazırladıkları oluyordu. Keyiflerine bağlıydı galiba. İnsan soramıyor böyle bir durumda ama merak ediyorsun. Bu da garip, ne işe yarayacaksa...
Dönüşte komün koordinatörü bizi bekliyordu. Hep beraber üçüncü tavuğu seyretmeye başladık. Masanın üstüne çıkıp mısır ekmeğini gagalamaya başladı tavuk. Akıllı bir tavuk, dedi koordinatör. Ne kadar kıymetli olduğunu biliyor olmalı, dedi Basklı arkadaş. Koordinatör kalkıp Caracoles toplantısına gitti. Komün toplantısıydı yani. Bunun için Zapatistalar Mayaların salyangozlarından yararlandı. Salyangoz-Caracoles, Maya efsanelerinde hayatı ifade eder. Kalbe, bilgiye ve akla açılan yolu anlatır. Aman dikkat, burada kalp çok önemli. Onsuz bir bilgi ve akıl hiçbir şey. Salyangoz horizontaldir. Birbirini kesmez. Hiyerarşik olmayanı, yan yana olanları anlatır. Zapatista örgütlenmesinin ve Zapatistaların iyi yönetimlerinin, belediyelerinin simgesidir. ‘İyi belediyeler’ (Caracoles y las Juntas de Buen Gobierno-JBG) egemenlerin yasalarıyla ve yerel yönetim seçimleriyle değil, 2003 yılında halkın uzun tartışmalarıyla kuruldu. Bu yüzden yöneticiler (!) para almaz ve her an geri çağrılabilirler. Temel ilke, herkesin kararlara katılması ve sorumluluğu üstlenmesidir. Üretim de, eğitim de, sağlık da salyangoz örgütlenmesiyle gerçekleşir yan yana, hiyerarşik olmayan, teslim olmayan ve umut veren. Bir tavuğumuz yaşıyor hâlâ diye başlayacaktı toplantı kesin ve kahvemiz çoktu zaten ve mısır ekmeği.
Teslimiyet mi? Öyle bir kelime var mı?