Körfez krizindeki rahmet!
Bu kavga sırasında uluslararası basının dikkat çektiği başka bir nokta da şu oldu: Suudi Arabistan 11 Eylül sonrası El Kaide’ye karşı aldığı önlemler ve 2014’ten itibaren IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona sunduğu katkıyla Washington’ın takdirini toplasa da Suudi Arabistan, IŞİD ve El Kaide gibi örgütlerin beslendiği küresel ağları finanse etmeyi sürdürüyor. Bu ağda Asya’dan Balkanlar ve Avrupa’ya kadar binlerce cami var.
Katar krizini içselleştirerek örs ile çekiç arasına gönüllü yatan Türkiye belki ‘belasını arayanlar’ namına layık görülecek olası bir madalyaya namzet olabilir. Bittabi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır’ın başını çektiği “Katar’ın Düşmanları Grubu”yla ticari ilişkiler yara alacaktır. Bakınız müteahhitlerin canı sıkkınmış. Malum yurt dışındaki inşaat işlerinin yüzde 20’si Körfez’de. Katar neyi ne kadar telafi eder bilinmez ama zarar hanesi bu yarışı önde götürür sanki.
İbn Temim ile İbn Suud aileleri arasındaki tarihsel husumetin Türkiye’ye yansıyan boyutundaki korkular bir yana bu krizin ‘rahmet’ tarafı da pek mühim. Her kötülükte bir rahmet bulmak yeni siyasi dönemin alamet-i farikası ya biz de Körfez’deki krizin rahmet aynasında ne var ne yok diye bakalım istedim.
Rahmet olan şu: Körfez’in efendileri birbirine girerken ‘kirli işler’ de dünya çapında daha görünür ve tartışılır hale geliyor. Gerçi bunların birçoğu ilgili olanlar için sır değil. Yine de kamuoyunda gündem olması önemli. Kirli işlerden kasıt dünyanın başına bela olan Cihadi-Selefi-Vehhabi ideolojinin palazlanmasında Körfez ülkelerinin birbirini aratmayan sicilleri.
“Katar’ın Düşmanları Grubu” geçen ay Katar’la bağlantılı 59 kişi ve 13 kuruluşu hedef alan bir terör listesi yayımladı. Bu liste terör ve aşırılıkçılığın finansmanına dair sadece bir tarafın günahlarına, o da çok küçük bir kısmına ışık tutuyor. Suud ve Emirlikler’in Suriye ve Irak’taki örgütlere verilen destekten dolayı Katar’ı suçlayacak halleri yok. Çünkü Suudi Arabistan ve BAE de suç ortağı. Arabulucu olan Kuveyt de öyle.
Katar biraz sıkışınca sözü Suriye’deki ortaklığa getirdi. Eski Başbakan Hamad bin Casim, PBS’e “Hepimiz Suriye’de yanlış yaptık. Biz, Fars körfezi komşusu Arap ülkeleri, Amerika ile Ürdün ve Türkiye'de iki ortak operasyon odası oluşturup Suriye’deki gruplara destek verdik” dedi. Mesela El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi hem Suudi Arabistan hem de Katar’dan destek alıyordu.
Yine köşeye sıkışan Katar 11 Eylül saldırılarındaki hava korsanlarının kimler olduğunu hatırlattı. Medya da bu konuya yeniden el attı.
Suudi Arabistan’ın hava korsanlarıyla bağlantılı Suudi yetkililere yönelik yasal girişimleri, ABD’deki yatırımları çekme tehditleriyle 2016’ya kadar önlediğini biliyoruz. Şimdi sızdırılan belgelere göre BAE de benzer tehditlerle soruşturma yolunu tıkamaya çalışmış. Daily Telegraph’a göre BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el Uteybe geçen yıl 11 Eylül kurbanlarının yakınlarının Suudi Arabistan ve BAE’e tazminat davası açmalarına imkân tanıyan Terörizm Destekçilerine Karşı Adalet Yasası’na (JASTA) taş koymak için Senato’da lobi çalışması yürüttü. Uteybe tasarı geçerse terörle mücadelede istihbarat paylaşımının kesileceği ve ABD’deki yatırımların olumsuz etkileneceği uyarısında bulundu. Bu türden şantaj faaliyetlerinde Uteybe’ye eşlik eden isim Suudi Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr idi. Yasa geçtikten sonra 11 Eylül’deki hava korsanları dahil El Kaide’ye para transferinde kullanılan Dubai İslami Banka aleyhine dava açıldı. 19 korsandan 15'i Suudi Arabistan, 2’si BAE, birisi Mısır, bir diğeri Lübnan vatandaşıydı. Katarlıların yüzlerine çaldığı gerçek de bu: “İkiz Kuleleri vuran hava korsanları Katar değil Suudi Arabistan ve BAE'den geldi.”
Uluslararası medya ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlıklarının terörün finansmanı konusunda Amerikan müttefiklerinin durumuna dair raporlarına da el attı.
“Katar’ın Düşmanları Grubu”nun terör listesinde adı geçen Saad el Kaabi ve Abdullatif Kavari ABD’nin de terör listesinde. ABD Dışişleri’nin 2015 raporuna göre Katar bu iki vatandaşının mal varlıklarını dondurmak gibi bazı yasal ve önleyici tedbirler aldı. Yine de ABD Dışişleri sözü edilen raporda şu notu düştü:
“Gösterilen çabalara rağmen Katar’da bazı kurum ve kişiler terörizm ve Nusra Cephesi gibi El Kaide ile ilintili şiddet yanlısı aşırılıkçı gruplara için mali kaynak olmaya devam ediyor.”
ABD Dışişleri terörün finansörü olarak mimlediği ülke, hasım bir devlet değil Körfez’de 11 bin Amerikan askerinin üslendiği; Libya, Suriye, Afganistan gibi pek çok yerde ABD ile birlikte hareket eden Katar. Tabii ABD Dışişleri’nin gizli yazışmalarında ve Hazine Bakanlığı yetkililerin açıklamalarında Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt de Katar gibi terörü finanse etmekle suçlanıyor. (Daha önce bu konuyu birkaç kez yazmıştım.)
Tartışmaya “Harbors Campaign: Qatar” başlıklı bir raporla giren Counter Extremism Project’e göre de Katar, Nusra Cephesi, Taliban ve Arap Yarımadası’ndaki El Kaide gibi örgütleri destekledi.
Bu kavga sırasında uluslararası basının dikkat çektiği başka bir nokta da şu oldu: Suudi Arabistan 11 Eylül sonrası El Kaide’ye karşı aldığı önlemler ve 2014’ten itibaren IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona sunduğu katkıyla Washington’ın takdirini toplasa da Suudi Arabistan, IŞİD ve El Kaide gibi örgütlerin beslendiği küresel ağları finanse etmeyi sürdürüyor. Bu ağda Asya’dan Balkanlar ve Avrupa’ya kadar binlerce cami var. Suudi okullarındaki ders kitaplarının IŞİD’in Rakka ve Musul’da okuttuğu kitapların içeriğinden fazla bir farkı yok.
Henry Jackson Society ise dün yayımlanan raporunda Suudi Arabistan’ın Britanya’daki ağlarla ilişkisine dikkat çekti:
- Suudi Arabistan, İslami aşırılıkçılığın bir numaralı finansörü olmaya devam ediyor.
- Dışarıdan finanse edilen İslami aşırılıkçılık ile Avrupa genelinde tanık olduğumuz terör eylemleri arasında artan oranda açık bir bağlantı var.
- İran ile birlikte bazı Körfez ülkeleri radikal din adamlarını barındıran ve şiddet çağrısı yapan bazı cami ve eğitim kurumlarına destek veriyor. Bu ülkelerin başında gelen Suudi Arabistan’da şahıs ve kurumlar bağnaz ve fanatik Vehhabi ideolojiyi ihraç etmek için yoğun çalışıyor.
Britanya İçişleri Bakanlığı 2015’te dönemin Başbakanı David Cameron emriyle bir rapor hazırlamıştı. Şimdi bu raporun neden saklandığı da sorgulanıyor. Tabii ki rapor Körfez’le ilişkilerin selameti için hasıraltı edildi. Yemen’e ölüm ve yıkım getiren silahların önemli bir kısmı İngiliz malı!
Bunlar istihbarat raporlarında yer alan, gizli yazışmalarda bahsi geçen, bizim de sızıntılar sayesinde az çok bildiğimiz gerçekler.
Kuşkusuz bu kavganın nedeni basitçe Katar’ın terörü finanse ediyor olması değil. Asıl neden Suriye’de ortaklığın bozulması, Müslüman Kardeşler ve Hamas’a desteğin sürmesi, El Cezire’nin yayınları ve en önemlisi Doha’nın son dönemlerde İran’la ortaklık zeminine geri dönme çabası. Katar bir süreden beri Suriye’de geri vitese takmış vaziyetteydi. Suriye’de ABD’nin daha fazla Suudi Arabistan ve Ürdün’le birlikte çalışmaya başlaması, Türkiye’nin Rusya ile birlikte hareket etmek zorunda kalması, genel anlamda Esad yönetimini devirme projesinin çökmesi, El Sani ailesinden bazı kişilerin Irak’ta kaçırılması ve Doha’nın bu rehineleri kurtarmak için İran’la işbirliğine gitmesi Katar’ı dış politikada 2011 öncesi ayarlarına doğru itti. Doha yönetimi, 2011’de Esad devrilir de Müslüman Kardeşler iktidara gelirse Suriye üzerinden Katar doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak bir hattın hayaliyle vekâlet savaşının finansörü olmuştu. İddia o ki İran geçen baharda Katar’ı politika değişikliğine itmek için Katar ve İran’ın paylaştığı doğalgazı Akdeniz ya da Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştıracak ortak bir hat konusunda Doha’ya sinyaller verdi. Körfez’deki hasımları ve ABD’yi kızdırıp Katar’ı cendereye aldıran da bu gelişmeler oldu.
Nefret ve şiddet saçan örgütleri kimlerin nasıl finanse ettiğine dair gerçeklerin açığa çıkması kadar ‘Sünni Katar’ ile ‘Şii İran’ın doğalgaz kardeşliği de bölgedeki mezhepçi gerilimin düşürülmesinde bir ‘rahmet’ olarak okunabilir tabii.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Rusya niye ‘Türkiye işgalci’ dedi? Ve Suriye’de birkaç senaryo… 18 Kasım 2024
Dünya barışını fanatikler sağlayacak: 'Tanrı Orta Doğu’yu Korusun!' 14 Kasım 2024
Erdoğan, Trump’ı yine tongaya düşürür mü? 11 Kasım 2024
Trump döndü, ABD iç savaştan sıyırdı... Ya dünya? 07 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI