İnsanlık mı; yok canım hiç tanımıyorum!
Biz aksini düşünsek ve görsek de aslında sporcular da insan. Çok para kazandıkları, lüks içinde yaşadıkları, birçoklarının gıpta ettikleri bir yaşam sürmeleri onları insanlardan koparmıyor.
En azından yurt dışından gelen haberler böyle hissetmemize neden oluyor. Memleket sathında çok az futbolcuda gördüğümüz bu insan sinyalleri, ecnebi memleketlerden çok kuvvetli geliyor.
Mesela Jesse Lingard’dan. Jesse, Manchester United akademisinin A takıma kazandırdığı üyelerden biri. A takımda istenilen seviyeye gelecek mi, bambaşka bir tartışma konusu; ama Kırmızı aşkı tartışmaya kapalı. Manchester caddelerinde top oynayanları gördüğünde dayanamayan ve onlarla bir çocuk gibi o topun peşinden koşan, cezalı olduğu maçları taraftarın arasında tribünden izleyen Lingard, Manchester’da yaşanan terör saldırısı sonrasında da yaralananlara kayıtsız kalmamıştı. Yanına bir diğer genç meslektaşı Marcus Rashford’u da alan Jesse, soluğu hastanede almıştı. Yaralılarla tek tek konuşan ikili onlara formalarını hediye etmeyi de ihmal etmemişti.
Ya da zamanının efsane basketbolcusu, umuyoruz ki ilerinin en iyi koçlarından biri olacak olan Jasikevicius'un o akıllardan hiç gitmeyen konuşması. Jasikevicius katıldığı basın toplantısında, Litvanya Ligi Yarı Finalleri’nda oynamak yerine çocuğunun doğumu için takımdan ayrılan Augusto Lima hakkındaki o unutulmaz diyalogdan bahsediyorum: "Takımdan ayrılması hakkında ne mi düşünüyorum. Ne demek ne düşünüyorsun? Ona o izni ben verdim. Basketbol hayattaki en önemli şey değil. Basketbolun dünyadaki en önemli şey olduğunu mu zannediyorsun? Bu maç kimin umurunda? Önemli mi? Peki maça kaç kişi geldi? Senin çocuğun var mı? Olsaydı böyle demezdin. Augusto şu an cennette gibi. Onun adına çok mutluyum. Zira bu hayattaki en önemli şeylerden biri. Çocuğun olduktan sonra gel bunu bir daha konuşalım. Çocuğun olunca bunu anlarsın. Çünkü bu insanlığın zirvesidir." İnsanlığın vücut bulmuş bu anı keşke öylece dondurup hep o zamanı yaşamayı dilemek sanırım çoğu kişinin aklından geçiyordur.
Biraz daha yakın zamana geldiğimizde ise yürekleri paralayan bir an daha yaşandı. Tüm diğer küçük hikâyeler de zaten bu hikâyeye ulaşmak içindi. Olayın kahramanları, bir dönemin en gözde futbolcularından biri olan, bir dönem milli takım forması da giyen, şu an ise İngiltere Premier Lig’de Bournemouth adına ter döken Jermain Defoe, kulübün 6 yaşındaki tutkulu taraftarı Bradley Lowery. 6 yaşındaki küçük taraftar, bir taraftan maalesef ki hiç de yaşına yakışmayan kanserle mücadele ederken, diğer taraftan hayranı olduğu Defoe’nin maçların izliyordu. Defoe'nin Sunderland forması giydiği geçen sezon maç öncesi seremoniye maskot olarak çıkan Bradley, sağlam bir arkadaşlığında da temellerini atmıştı.
Maalesef ki bu dostluk pek uzun süremedi. Lowery’nin küçük bedeni, bu illet hastalığa direnemedi. Kötü haberden bir gün önce ise Defoe, genç dostunun ailesinden “Sona yaklaştık” haberini almıştı. Göz yaşlarına hakim olamayan yıldız oyuncu “Onun acı çektiğini görmeye dayanamıyorum. Kendimi en kötüye hazırlıyorum. Hiç baba olmadım, ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Şu an ne halde olduğunu düşünmek bile çok zor.
Dediğim gibi biz alışık değiliz bu topraklarda başkaları için kendi kadar ince düşünen insanları. Son ‘Adalet Yürüyüşü’nde bunu gördük. Tek talebi kendisi için olduğu kadar herkes için adalet isteyen bir kitle, küfür, kıyamet, el hareketi, gübre yani aklınıza gelebilecek her türlü empati yoksunluğu ile karşı karşıya kaldı. Sadece bir yürüyüşle sınırlamayalım. Genel olarak bu toprakların insanları, özel olarak ise spor camiası –belki bu noktada Mehmet Topal’ı ayrı tutmak lazım- kendisini düşündüğünün yarısı kadar bile başkalarıyla ilgilenmez. O sebeple hep imreniyoruz üstte sıraladığım cinsten haberlere. İstiyoruz ki en yakın arkadaşımız Jesse olsun, Defoe ile bir rakı masasında dertleşelim, sonra Jasikevicius gelsin sabaha kadar sohbet edelim, sabahlar olmasın, dünyamız hep bu güzel insanlarla sarılsın. Şimdilik hayal, ama hayali bile güzel.