Ey adalet!
Ne güzelmiş omuz omuza gelmek yeniden. Ne kadar özlemişim yüzbinlerle yan yana durmayı. Ne çok baskı yemişiz meğer. Ne çok istemişim “artık yeter” demeyi. Kılıçdaroğlu kalktı Ankara’dan çıktı, İstanbul’a yürüdü. Bize bu ülkede konuk değil evsahibi olduğumuzu anımsattı.
Bir şey oldu. 'Muhalefetin genel müdürü' diye küçümsenen halim selim tavırlı 69 yaşında bir adam dolma Maltepe alanını 1.6 milyon kişiyle doldurdu. Bu önemli bir şeydi. Sadece bu kadarla kalsa dahi her şeyin bugünden yarına değil belki ama mutlaka bir şeylerin artık değişeceğinin habercisiydi.
Kılıçdaroğlu’ndan önce sahneye Livaneli çıktı. Ülkemizin yetiştirdiği değerli sanatçılardandır da ne özel bir düşkünlüğüm vardır ne şarkılarını dinlerim. Livaneli benim gibi onu dinlemeyenin bile ezbere bildiği üç şarkısını seslendirdi. Merhaba dedi, Güneş Topla Benim İçin dedi, Ey Özgürlük diye bitirdi.
Ey Özgürlük diye bağırırak kaldırdığım sağ yumruğum, baktım yol arkadaşım Mustafa Paçal’ın kaldırdığı sol yumruğuna değdi. Çok özlemiş olacağım 'biz de buradayız ulan' demeyi ki, gözlerim doldu, yanaklarım ıslandı.
Ne güzelmiş omuz omuza gelmek yeniden. Ne kadar özlemişim yüzbinlerle yan yana durmayı. Ne çok baskı yemişiz meğer. Ne çok istemişim “artık yeter” demeyi. Kılıçdaroğlu kalktı Ankara’dan çıktı, İstanbul’a yürüdü. Bize bu ülkede konuk değil evsahibi olduğumuzu anımsattı.
Aklıma tüm o ukala züppe tavırlarıyla sevgili Kadri geldi. Yüzüne bakınca hep içimden gülmek gelen, acaba benimle dalga mı geçiyor diye düşündürten Selahattin geldi. Onlar haksız yere rehinken, bu kadar yetersiz, korkak, sinmiş olmama ağladım.
Kılıçdaroğlu’nun konuşması farklı olabilirdi. Kürsünün ardından çıkıp, tüm sahneyi kullanarak kitleyle daha sıkı iletişim kurabilirdi. “Sen altı milyon oy almış TBMM’nin üçüncü partisinin lideri Demirtaş’a terörist diyorsun, o teröristse ben de teröristim” diyebilirdi. Demedi.
Ama hapisteki milletvekilleri için de yürüdük, sokaksa sonuna kadar sokak dedi. Umut bulaşıcıdır, korkularınızı çöp sepetine atın dedi. Tek adam değil demokratik parlamenter rejim istiyoruz dedi. Tüm anti-demokratik uygulamaların eşit yurttaşlık temelinde sona erdirilmesini istedi.
Yargıyı adeta sıfırla çarptı. OHAL derhal kalkmalı dedi. Anayasa değişikliğini gayrımeşru ilan etti. Eğitimde laiklik talebinin altını kalın çizdi. Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara, tüm kimliklere kardeşçe yaklaşan, barışçıl bir dış politikaya dönmelidir dedi.
Kılıçdaroğlu Nuriye-Semih dediğinde ortalık yıkıldı ama Mavi Marmara dediğinde kitle ses vermedi. “Etnik kimlik siyaseti yapan vatan hainidir” derken, sözlerinin orada ona destek vermeye gelmiş kimilerini kırabileceğini, CHP değişmemiş, değişmeyecek diye düşündürteceğini hesap edebilirdi.
Ben Kadıköylüyüm. Burada yaşadım, okula ve üniversiteye gittim. Alanı dolduran kitle benim köylülerimdi. Onları tanıyorum ve seviyorum. Hassasiyetlerini de çok iyi biliyorum. Onlar Atatürk dediğinizde ağlayan insanlardır. Laiklik için sonuna dek direnmeye hep varlardır.
Kılıçdaroğlu, zaten güneş batıdan da doğsa CHP’ye oy verecek bu kitlenin saflarını sıkılaştırmak yerine onları ardına takıp başka bir gündoğumuna doğru çekebilirdi. Pek o tarafa gitmedi. Sağlam, tanıdık zeminde durmayı yeğledi.
9 Temmuz her haliyle biraz o boğazımızdaki yumruyu hafifletti, sıkılmış yumruklarımızı gevşetti. Ama bu gece artık 10 Temmuz. Daha sabaha da çok var. Madem sokaksa sokak, madem bağımsız yargı yok, Kılıçdaroğlu’na da artık Ankara’da oturmak yok. Öyle olmalı.
Kılıçdaroğlu, Edirne’ye gidip Demirtaş’a “yanaklarından öpüyorum” diyebilmeli. Silivri’ye gidip Cumhuriyet’çilere “sıkı durun, az daha dayanın” diyebilmeli. 24 Temmuz’da onların mahkemesinde en önde olabilmeli.
Cizre Sur, Nusaybin’in sokaklarında yürüyüp, hiç yoktan “buralarda neler olmuş böyle” diye sorabilmeli. Artvin’de, Rize’de, Soma’da hakkını arayanlarla oturup ekmeğini bölüşebilmeli. Nerede adaletsizlik varsa, artık orada en önde beni göreceksiniz diyebilmeli.
Ankara-İstanbul yolunda dört çift ayakkabı eskittiyse Kılıçdaroğlu, bundan sonra ona ayakkabı dayanmaz olmalı. Referandumda HAYIR diyenler, bu böyle gitmez diyenler ardına düşecekse, Kılıçdaroğlu da önden yürümeyi bilmeli.
Bize çok güzel bir gün yaşattı. Bizim de halk olduğumuzu hatırlattı. AKP’yi devletin partisi olmaya itti. Mağdurluk, mazlumluk edebiyatını bitirdi. Ama sadece alandan adalet talebi yetmez, iş iktidara bir kulbundan yapışacak ittifakları kurmaya, sesi yükseltmeye geldi.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI