YAZARLAR

Somut kötülük soyutlaması

Kusura bakmayın, gücümün yettiği kadarıyla kötülüğe karşı mücadele ederken, arkadaş, yoldaşı olmaktan gurur duyduklarımı anlatmaktan imtina etmeyeceğim. Çünkü mücadele Özlem’in çakmak çakmak gözleri ve İlknur’un bütün duyguları kapsayan o yandan gülüşüdür biraz da. Salak ya da ego düşkünü değilim; gözaltı, tutuklama, ölüm ya da sürgünlerin dost olmamızla bir ilgisi yok. Ama devlet ve iktidar nezdinde hep doğru insanlar sevmiş olmamla ilgili bir sağlaması var bu yaşadıklarımın.

Londra’da Tate Müzesi’nde Fahrelnisa Zeid’in retrospektif sergisini görme fırsatım olmuştu. Sanatçının alamet-i farikası haline gelen soyutlamalarına, hayat hikâyesinin dönüşüm tarihlerine denk düşen üslup değişikliklerine, son dönemde öğrenci yetiştirirken resmettiği kendine özgü portrelere, sefire ve sanatçı olarak ikili hayatına, dünyayı görme biçimine ve daha bir sürü şeye değinecektim. Oturtabileceğim bir çerçeve, paylaşabileceğim bir bağlam vardı.

Derken Büyükada’daki eğitim atölyeleri basılan ve apar topar gözaltına alınan insan hakları savunucularının haberi geldi. Hepsi hayatın bir yerinde emeği ve varlığıyla bize değmiş, adanmış insanlar. Bir kısmı hatırlı dost üstelik. Yazamadığım yazının soyutlamasıyla kalakaldım.

5 Temmuz’dan bu yana gözaltında olan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser ve Veli Acu, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden Nalan Erkem, Özlem Dalkıran, İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden Günal Kurşun, Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nden Nejat Taştan’ın yanı sıra Şeyhmuz Özbekli ve Ali Garawi’nin gözaltı süresi bir hafta daha uzatıldı. Hak savunucuları ‘terör örgütü üyeliği’yle suçlanıyor. Dosyaya gizlilik kararı verildiği için hiçbir bilgi yok. Gel gelelim ortalık gün aşırı ajan toplantısı manşetleriyle yıkılıyor.

Bütün bu saçmalıkların ve istikrarlı somut kötülüğün soyutlamasını yapabilir miyim diye bakınıyorum. Bir gülme tutuyor bu sefer de sinirden.

MUTLULUĞUN RESMİ 

Nazım Hikmet’in dostu Abidin Dino’ya hitaben sorusudur hani, günlük konuşmalarımıza değin sinen:

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

Ne de ak örtüde elmaların

Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”

Mutluluk ki hani uçuş kaçış bir duygu… Yakaladığında doyasıya yaşamaya çalıştığın, hakkını verdiğin. O yüzden soru da değil de sürgünde bir an bile olsa aidiyeti yeniden yaşadıkları zamana övgünün ifadesidir bu dizeler benim için. Küçük kaçamak bir zamanın, ömürden çalınmış unutulmaz bir ânın.

Misal diye düşünüyorum bana da sormuşlar “Sen kötülüğün resmini yapabilir misin Karin?” Elbet yazıyla. Çöp adamdan öte maharet yok maalesef. Yazı desen, kaç kez belgelesen, yeniden kurgulasan da kötülüğü, sanki yetmiyor. Hep şaşırabiliyorsun. Şükür mü şaşabildiğine yoksa?

Ara zamanda iki milyona yakın insan Adalet Yürüyüşü’nde toplandı. Bu hareketlenmenin, her koldan sabrının sonuna gelmiş insanların başka türlü bir ülke tahayyülünün yarattığı rahatsızlık Maltepe Meydanı’nın toplam kaç kişi alabileceği üzerine benim matematik yeteneksizliğime rahmet okutan tuhaf, acıklı hesaplama gayretlerinden belli. Hem de İstanbul Valiliği’nden resmi antetli.

Şimdi o yürüyüşünün sonraki adımına bakma zamanı. O adımın olmasını umarak. Çünkü kötülük dur durak bilmez bir enerji. Her gün yeni masumların ocağına kahır olarak çöken, öfkede bilenen bir enerji. Renklerden kan kırmızı ve mor sanki.

Çıkıp da insan hakları savunucularını, bunca yıldır haksızlığa uğramış her kesimden insana uzanan ellerini anlatacak değilim. Hani suç olmayan yerde savunma vermek kadar zul. Ancak meramını anlatırsın böyle bir durumda. Esası söyleme gayretinde olursun.

O yüzden misal derdim, bu yaz sıcağında yan gelip yatmak yerine kendi aralarında yaptıkları bir eğitim atölyesinden gizli ajan toplantısı üretebilen kötülüğüyledir adına gazete denenlerin. Bu sakil iftira kampanyalarında, yargısız infazlarda ‘ekmek parası’ ya da ‘baskı’ ile açıklayamadığım bir suç ortaklığı var. Hem de iki eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gözümüzün önünde aylardır haksızca ihraç edildikleri işlerine ve insanca yaşama haklarına, onurlarına sahip çıkmak üzere tutuklu halde açlık grevindeyken. Soyutlamanın bir yerlerine papatyalar ve yün berelerin belirsiz gölgeleri siniyor.

ÖNEMSİZ AYRINTILAR

Ha bir de ayrıntılar vardır. Hesapta önemsiz ama son kertede ölüm döşeğinde bile gözümüzün önüne, bunadığı varsayılan belleğimize üşüşen… Gözaltına alınan insanlar için arkadaşımız demenin saçmalığını eleştirenlere sözüm. Bunu anlamsız ve gereksiz görenlere.

Faşizm büyük politikadan ibaret değil. En büyük hedefi toplumsal ve özel ilişkiler. Sistematik kötülüğün zulmü ikili ilişkilere ve insanın kendiyle kurduğu bağa kasteder. Geride insanlığından tek bir zerre bile kalmasın, ismin dahil her şeyi unutasın diye. Yoksa bu giderek artan tahammülsüzlüğü ve hoyratlığı rastlantı mı sanıyorsunuz?

Kusura bakmayın, gücümün yettiği kadarıyla kötülüğe karşı mücadele ederken, arkadaş, yoldaşı olmaktan gurur duyduklarımı anlatmaktan imtina etmeyeceğim. Çünkü mücadele Özlem’in çakmak çakmak gözleri ve İlknur’un bütün duyguları kapsayan o yandan gülüşüdür biraz da. Salak ya da ego düşkünü değilim; gözaltı, tutuklama, ölüm ya da sürgünlerin dost olmamızla bir ilgisi yok. Ama devlet ve iktidar nezdinde hep doğru insanlar sevmiş olmamla ilgili bir sağlaması var bu yaşadıklarımın. Ve sevgisiz dayanışma olmaz. Tabii eğer sevgiden anladığınız basmakalıp ve ucuz romantizm ifadelerinden fazlasıysa. Sevgi en güçlü politik eylemdir. Güçlendirir, sağaltır ve çoğaltır.

Üzerimize bir silindir yuvarlanırken hatırlatmak istediğim budur. Topyekûn ve sürekli mücadele sevgisiz, inançsız, umutsuz olmaz. Düşmana inat, böyledir bu.

Abidin Dino ne mi demiş Nazım’a?..

Kokusu buram buram tüten

Limanda simit satan çocuklar

Martıların telaşı bambaşka

İşçiler gözler yolunu.

İnebilseydin o vapurdan

Ayağında Varna’nın tozu

Yüreğinde ince bir sızı.

Mavi gözlerinde yanıp tutuşan

hasretle kucaklayabilseydim

seninle, bir daha.

Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi

Bağrımıza bassaydık seni Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Başında delikanlı şapkan,

kolların sıvalı, kavgaya hazır

Bahriyeli adımlarla düşüp yola

Gidebilseydik Meserret Kahvesine,

İlk karşılaştığımız yere

Ve bir acı kahvemi içseydin.

Anlatsaydık

o günlerden, geçmişten, gelecekten,

Ne günler biterdi,

Ne geceler...

Dinerdi tüm acılar seninle

Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.

Ve dolaşsaydık Türkiye’yi

bir baştan bir başa.

Yattığımız yerler müze olmuş,

Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tuval yeterdi;

ne boya...

Ne o sürgün bitti ne de güzel günler mücadelesi. Ustaların sevgisinden ilhamla kucaklarım bütün hak mücadelecisi kardeşlerimi.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.