YAZARLAR

AKP sonrası Türkiye’yi düşünmek

Bu durumda en yanlış düşünce, “AKP OHAL’i kaldırmayacak, 16 Nisan plebisitinde yaptığı gibi her gayrimeşru yolu kullanarak seçim kaybetmeyecek, iktidarı bırakmayacak” cümlesiyle özetlenebilir. Böyle düşünmek AKP’nin zihinlerde kurduğu çemberin kırılmasının önündeki en büyük engeldir. Çemberi kırabilecek gerçek eylem, halkın özgürlük, adalet ve eşitlik arzusunu siyasallaştırabilmekten geçer.

Zihnimizin içine kısıldığı çemberin çapı kısalabileceği kadar kısaldı. AKP siyasal iktidarının on beş yıldır ilmek ilmek örüp Türkiye muhalefetini ve entelektüelini içine sıkıştırdığı bu çember bir an önce kırılmalıdır. 2000’li yılların başında AKP’ye angaje entelektüellerin başlattıkları iktidara akıl verme, o büyük ‘demokratikleşme’ vaadini korumak için gözlerimizin önünde cereyan eden zulme ses çıkarmama; ordunun siyasetten tasfiye edileceği vaadiyle hukuksuzluğa göz yumma ile başlayan ve AKP’yi alternatifsiz kılan çember kırılmalıdır. Bu çemberin kapanmasına AKP karşıtlığı dışında bir siyaset üretemeyerek iktidar perspektifi sunamayarak katkı yapan siyasal muhalefet de kendi kapattığı çemberle hesaplaşmalıdır. On yıl boyunca ittifak yaptığı ya da çatıştığı demokratik odakları tasfiye edip karanlık odaklar ile yenilenen ittifaklar kurarak bütün ulusal kurumları dar bir çıkar örgütüne hapseden, bunu yapmak için ülkede hukuk devletini, yargı ve yasama organını, üniversiteyi, basını, yekûn anayasayı tasfiye eden ve devleti, musluğunun başını tek bir adamın tuttuğu havuz problemine indirgeyen örgütün yarattığı bir ülkeden bahsediyoruz. Hak savunucularını ajan; gerçeğin gazetecilerini, barışın akademisyenini hain; halkın dört milyon oyunu alan muhalefetin siyasal liderini terörist ilan eden tek bir adamsa söz konusu olan, artık AKP akıl verilebilir ya da kıyasıya eleştirilebilir olmaktan çıkmıştır. Artık çok daha zor olan üzerine, on beş yıllık bir kabustan uyanmanın güçlüklerini atlatmanın, yüzümüzü yıkayıp günümüzü, geleceğimizi kurmanın olanakları ve zorunlulukları üzerine düşünmek, eylemek zorundayız.

AKP'SİZ GELECEĞİN OLANAKLARI

On beş yıllık iktidarı boyunca Erdoğan rejimi siyasal ve toplumsal muhalefetin yarattığı üç siyasal olayla sarsıldı. Gezi direnişi, 7 Haziran seçimleri ve Adalet Yürüyüşü. Yeniden kurulacak ülkenin olanaklarını görmek için ve kuruculuk perspektifiyle kırılmış bir gözle bu üç olaya bakmak AKP’siz geleceğin olanaklarına işaret edecektir.

Gezi direnişi için gerek ulusal gerekse uluslararası alanda çok söz söylendi. Direnişin sınıfsal ve toplumsal karakterinden siyasal niteliğine kadar birçok değerli bilgi üretildi. Burada bir üst soyutlama düzeyinden, kuruculuk perspektifinden Gezi’nin düşünülmesini önereceğim. Kuruculuk eyleminin temel karakteri düzenin asli karakterini oluşturmak, siyasal birliğin kuruluşuna ilişkin karar vermektir. Gezi direnişinde Türkiye sokaklarında temsili bütün kurumları; siyasi partileri, sendikaları, devlet temsilini aşan bir formda var oldular ve özgürlük arzularını sokaklarda siyasallaştırdılar. Siyasal birliğin farklılıkları kuşatan bir biçimini icat ederek kendi yaşamlarına dair kararların doğrudan kendilerince verilmesi arzusunu Diyarbakır’dan İzmir’e yaydılar.

7 Haziran seçimlerinde halk bu arzuları bir siyasal program etrafında örgütleyen HDP’ye ve onun "seni başkan yaptırmayacağız" diyerek özgürlük arzusunu somutlaştıran ve belki bu nedenle şu anda esir tutulan liderine altı milyon oy verdi. 7 Haziran barış, özgürlük ve tek sesten kurtulma arzusunun çok güçlü bir ilanı idi.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu’nun rehin alınmasına tepki olarak başlattığı yürüyüş halkın adalet arzusunu çok güçlü biçimde ortaya koydu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 20 Temmuz darbesi olarak adlandırdığı süreçte geleceği çalınan milyonların arzusu Ankara’dan İstanbul’a yayıldı. Miting alanı, Gezi direnişinden farklı olarak bir siyasal partinin ve liderinin temsilini varsaymıştı. On beş yıl boyunca imtiyazlı hale gelmiş; suç işleyip cezasız kalan, soygunculuk yapıp meşru gösteren, işe girmek için sadece bir kartvizite ihtiyaç duyan ayrıcalıklı saray bekçilerinin imtiyazlarını ortadan kaldırmak için yürüdü on binler. Hâkimlerin emir erliğine, rektörlerin cübbelerine düğme dikmesine son vermek için, OHAL zulmü altında işlerinden atılan, özgürlüklerinden alıkonulan, yaşamları bahis konusu edilen insanların sesi duyuldu Maltepe Meydanı’nda. Meydanda olanların en açık gördüğü şey ise pek dile getirilmedi, milyonların arzusu daha güçlüydü Kılıçdaroğlu’nun mikrofondan yankılanan sesinden; daha çoşkuluydu. Kılıçdaroğlu’nun merkez siyasetinin radikalleşmesinden çok daha güçlü bir arzunun biriktiğini ve siyasallaştığını gösteren fotoğraf, AKP sonrası Türkiye’nin demokratik çatışma ve uzlaşma noktalarına da işaret etmesi bakımından çok önemlidir.

ZORLUKLAR, ZORUNLULUKLAR

Hukuk devleti olarak adlandırdığımız, yurttaşlar açısından öngörülebilirlik sağlayan bir hukuk düzeni ve bütün organların anayasa ve hukukla bağlı olduğu bir devlet formunun tamamen ortadan kaldırıldığı, bütün aygıtların tek bir kişinin hırs, hınç ve ihtiraslarına yamandığı bir rejimin sonrasını düşünmek hem çok kolay hem çok zordur. AKP iktidarı demokratik sınırları çoktan tüketmiş ve 20 Temmuz darbesiyle anayasayı ortadan kaldırılmıştır. Bu durumda en yanlış düşünce, “AKP OHAL’i kaldırmayacak, 16 Nisan plebisitinde yaptığı gibi her gayrimeşru yolu kullanarak seçim kaybetmeyecek, iktidarı bırakmayacak” cümlesiyle özetlenebilir. Böyle düşünmek AKP’nin zihinlerde kurduğu çemberin kırılmasının önündeki en büyük engeldir. Çemberi kırabilecek gerçek eylem, halkın özgürlük, adalet ve eşitlik arzusunu siyasallaştırabilmekten geçer. Bu, yeni siyasal birlik formunun somutlaştırılması, yeni bir anayasa demektir. Türkiye halklarının etrafında bir araya geleceği anayasal ilkelerin, zihinlerde somutlaştırılması Türkiye’yi yeniden kuracak bütün siyasal öznelerin önüne koyacağı ilk siyasal eylemdir. Zordur, çocuklarının geleceği tarikat ve cemaatlerin insafına bırakılmış insanların, yurttaşlarımızın gözlerinin içine bakmak. Onların gözlerine Ömer adaletinden bahsederek değil, çocuklarının cemaat yurtlarında ölüme terk edilmeyeceği, tecavüze uğramayacağı bir ülkenin somut tarifiyle bakılabilir ancak. Hayatlarını sürdürmek, sosyal yardım alabilmek, iş bulabilmek için parti kaydının, cemaat aidiyetinin istenmeyeceği bir ülkenin tarifini yaparak.

İKİ POZİSYON

Türkiye’de iktidarın her adımında derinleşen siyasal kriz, iki siyasal hat arasında keskin bir saflaşmayı zorunlu kılmıştır. Birincisi servet havuzlarının bekçilerinin medyada, yargıda, parlamentoda bütün demokratik siyaset kanallarını tıkayarak siyasal krizi aşabilecek tek kişinin yine o krizi yaratan adam olduğunu söyleyen çürümüş imtiyazlı azınlığın hattıdır. İkincisi ise parlamentodan hane içlerine yeni bir ülkeyi kurmak arzusunu siyasallaştırmaktan başka olanağı kalmayan imtiyazsız çoğunluğun. Çürümenin, çürüttüğü kurum ve zihinlerle birlikte yok olacağını biliyor olmak ikinci hattın en büyük ahlaki avantajıdır. Havuzun musluklarına ağzını dayamış medya kuruluşlarının her yalanı, içi boş dosyalarla önüne gelen davalarda tutuklama veren her hakimin kararı, reverans yapmaktan dik durma yetisini kaybetmiş her rektörün, her bürokratın ezikliği ikinci hattı biraz daha güçlendirmektedir.

Tam da bu yüzden, “Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar!” Tükenen bir avuç kalmış imtiyazlı saray bekçisinin iktidarıdır. Bundan sonrası zor, ama güzeldir. Özgür bir ülke hayali kadar güzeldir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.