YAZARLAR

Kimler ajan-casus olur?

Büyükada komplosunda üzerinde özel olarak durulmaya değer iki boyut var: İlki, iktidarın kara propaganda aygıtından başkasının sesinin ulaşamadığı geniş bir nüfusa en basit hakikati dahi anlatabilme şansından yoksun oluşumuz. Bu olaydaki en basit hakikat, casus-ajan diye gözaltına alınanların pek çoğumuzun uzun yıllardır tanıdığı, bildiği insanlar oluşu. “Yahu bunlar arkadaşlarımız!” diyoruz ya, söyleyebileceğimiz en okkalı laf bu aslında. Fakat duyuramıyoruz. Çünkü kanallar kapatıldı, biz de açmak için yeterli çabayı göstermiyoruz. Öteki boyut, bu kötülükleri böylesine iştahla yapanların ne tür yaratıklar oldukları.

Büyükada’daki hak savunucuları toplantısının basılmasıyla başlayan komplo ve iftira-kara propaganda rezaletine dair önemli unsurları Evrensel’de Fatih Polat güzelce toparladı, aktardı, benim burada aktaracağım, özetin özeti sayılır. Zaten mevzum başka.

Toplantı önce, Akşam gazetesi aracılığıyla, CHP genel başkanının yürüyüşüyle ilişkilendirildi, “Kılıçdaroğlu İstanbul’a yaklaşırken sinsi plan deşifre oldu,” dediler, Büyükada toplantısında “yeni Gezi provokasyonunun hazırlandığı”nı ileri sürdüler. Kastedilen, inanılması ve ürkülmesi beklenen, herhalde, Kılıçdaroğlu İstanbul’a vardığında, meşum toplantı öncesinde otelden kahvaltı fotoğrafı falan paylaşan gizli ajan ve casus arkadaşlarımızın derhal gerekli talimatları vererek uyuyan hücreleri uyandıracağı, Kılıçdaroğlu hızlı hızlı yürüyerek dikkatleri üzerine toplarken beri tarafta kuytuda hazırlanan yeni Gezi isyanını başlatacağıydı.

Evet, buna inanan çıkar. Kimse, Büyükada’da bulundukları yeri yüz kişinin bildiği, oradan birçok insanla görüşen, toplantı dışında olağan yaşantısını da sürdüren hak savunucularının hangi bağlantılarla kimlere ulaşacağını, kime hangi yetki ve iktidar gücüyle talimat verebileceğini, kimi nasıl sokağa dökeceğini sormaz. Mantık yabancı unsur, muhakeme bu topraklara yabancıdır.

Dolayısıyla, o toplantıdaki her kişinin, gizli yeraltı kanallarından birbirlerine bağlı beş yüzer hücreye mi komuta ettiğini kimse merak etmez. “Yeni Gezi isyanının Bolu Tüneli’nden başlatılacağı tahmin ediliyor” dense mühim bir sorun çıkmaz. (Tünel: karanlık, tekinsiz, çökse, mazallah… “Vandallar milyarlık tüneli kırdı döktü!”)

Ancak CHP’nin “Adalet Yürüyüşü”nün bir noktada bitecek oluşu, nitekim, aksi gibi, bitmesi, daha da aksi gibi, Maltepe mitingine Gezi benzeri herhangi bir isyanın eşlik etmemesi, teşebbüsün dahi olmaması, eğer teşebbüs varsa ve önlendiyse mutlaka bu işin örgütçülerinden birilerinin de yakalanmış olmasının gerekmesi… Kılıçdaroğlu’na ve Adalet Yürüyüşü’ne gerekli çamurun atılmasıyla sınırlı hedefe ulaşıldıktan sonra senaryonun değiştirilmesini zorladı. Büyükada-Maltepe-Gezi bağlantısı terk edildi. (Üstelik Maltepe’den Büyükada gözüküyorken! Dolayısıyla Büyükada’dan da Maltepe gözüküyorken! “Aynayla haberleşmişler!”)

İŞTE SENARYO!

Harita üzerinde yakalandılar” aşamasına geçildi. “Büyükada’daki sır toplantıya katılanların önlerinde açılmış büyük bir Türkiye haritası üzerinde kaos planı yaptıkları sırada yakalandıkları belirlen[mişti]Akşam gazetesine göre. “Şüphelilerin, masadaki harita üzerinde İstanbul’dan başlayıp Türkiye geneline yayılacak yeni bir Gezi olayını organize ettikleri tespit edil[mişti]”.

Eyvallah, mantık ve muhakeme yerli-millî değerler değil, lâkin her mânâsızlığın da bir sınırı olmalı: “Büyük bir Türkiye haritası” üzerinde “kaos planı” yapmak nasıl bir işlemdir? Meselâ Nalan Malatya’da şehir merkezini işgal edecek grubun şifreli kodunu harita üzerine işleyip kayısının rengi turuncuyla Malatya il sınırlarının üzerinden mi geçiyordu? Aynı anda İlknur Urfa’da hep beraber Balıklıgöl’e atlayıp birden ıslak ıslak dışarı fırlayarak şehri panik ve dehşete sevk edecek gruba talimat veriyor, maviyle Urfa il sınırlarını belirginleştirmeyi ihmal etmiyor muydu? Ve o esnada masanın öbür ucunda Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Direktörü İdil, CIA aracılığıyla on beş bin boş şişe getirtmeye, MI6 aracılığıyla bunlara benzin temin etmeye çalışıyor, Özlem telefonda, Denizli, Isparta ve Burdur’daki ayaklanmaları yönetecek teröristlere, “molotoflar tamam, üstüne gül etiketi yapıştıracaksınız” mı diyordu?

Değil. Muhtemelen değil. Zira Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, talimatvârî suçlamasında, Büyükada çalışmasını “15 Temmuz’un devamı niteliğindeki bir toplantı” diye niteledi.

İş değişmişti. Bu durumda arkadaşlarımızın sokaklara dökülecek vandal teröristlerle değil, birinci orduyla, Trakya’daki tank birlikleriyle, Eskişehir Ana Jet Üssü komutanlığıyla irtibatta bulunduğunu varsaymalıydık. Belki Deniz Kuvvetleri Komutanı bir kapalı otoparkta arabasının içinde sabahı beklerken arkadaki arabada da Nejat’la Veli vardı.

Hiçbiri militarist, askerî darbeci veya Fethullahçı falan olmayan insanlar, birdenbire, Büyükada’da toplanıp darbe planlamaya, 15 Temmuz’da yarım kalan işi bitirmeye karar vermişlerdi.

Çünkü hepsi zır deliydi!

BANA KAYNAĞINI SÖYLE...

Star gazetesi, iftira-kara propaganda yarışında ‘ben de varım’ çıkışını -nihayet- büyük güçlerin gizli servisleri motifiyle yaptı: “Büyükada’da İngiliz parmağı”. Bu propaganda bülteni, aynı dairede çalıştığı vazifedaşının önceki iddialarını veri kılığına sokarak, “İnsan hakları savunuculuğu görüntüsü altında Gezi benzeri kalkışma planlanan Büyükada’daki ihanet buluşması” hakkında öğrendiği müthiş bilgileri aktarıyordu; “[toplantının] arkasından ABD’nin ‘CIA’ ve İngiltere’nin ‘MI6’ örgütleri çık[mış]tı”. Bilginin kaynağı, ABD ve İngiltere’nin istihbarat örgütlerinden daha sıkı bir merci, AKP Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’dü. Tek adam diktasına geçiş anayasası Meclis’te oylanırken -kapalı olması gereken- oyunu göstere göstere fotoğraf çektiren, bu teşhir çabası kardeşinin “FETÖ”den tutuklanmasına bağlandığında, “Ben FETÖ terörist başının annesinin Ermeni, babasının Yahudi olduğunu söyledikten sonra kardeşim tutuklandı. Ne zaman ki FETÖ terörist başını getirip asacağımızı söyledim, bana gözdağı olsun diye kardeşimi tutukladılar,” diyen milletvekili.

O zaman bu gözdağını verenin kimliğini açıklamamıştı. Şimdi çıkarsayabiliriz: CIA veya MI6 olmalıydı. Nitekim Büyükada’da bir Almanla bir Amerikalı vardı! Alman? Buraya tam oturmuyordu, ama olsun, onlar da Sivas katliamını tertiplemişlerdi.

AKP Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, Büyükada’daki toplantının “arkasında” Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin bulunduğunu bilmesinden daha tabiî ne olabilirdi? Kaç defa, Özlem’e uğradığımda kapıyı açan fakat arkasında kıpırtısız duran CIA ajanı bana, “Arka odada MI6 ile görüşüyor, uzun sürer, sonra gelin isterseniz,” demiş, beni arkasından ayrılmadığı kapıdan savmıştı; ben de, bu ajanın ikili oynadığından, her şeyi o esnada karşı dairenin göz deliğinin arkasından sessizce izleyen Orhan Deligöz’e haber verdiğinden şüphelenmiştim.

BİRTAKIM BOYUTLAR

İnsanların ömürlerinden çalıyorlar. Ömürlerinden. Çalıyorlar. Bu büyük suçu -ve günahı- akla-vicdana sığmaz bir gaddarlıkla, belli ki birilerinin hayatını mahvedebilmekten aldıkları kirli ve zehirli zevkle, belli ki en ufak rahatsızlık duymadan işliyorlar.

Giderek insan meselelerini sadece toplum düzenleri, sınıfsal çelişkiler, kültür, ideoloji vs. genel zemin ve çerçeveler üzerinden değil, insan dediğimiz şeylerin nasıl yaratıklar olduğunu kurcalayarak da anlamaya çalışmanın şart olduğunu daha fazla düşünüyorum.

Büyükada komplosunda üzerinde özel olarak durulmaya değer iki boyut var: İlki, iktidarın kara propaganda aygıtından başkasının sesinin ulaşamadığı geniş bir nüfusa en basit hakikati dahi anlatabilme şansından yoksun oluşumuz. Bu olaydaki en basit hakikat, casus-ajan diye gözaltına alınanların pek çoğumuzun uzun yıllardır tanıdığı, bildiği insanlar oluşu. “Yahu bunlar arkadaşlarımız!” diyoruz ya, söyleyebileceğimiz en okkalı laf bu aslında. Fakat duyuramıyoruz. Çünkü kanallar kapatıldı, biz de açmak için yeterli çabayı göstermiyoruz.

Öteki boyut, bu kötülükleri böylesine iştahla yapanların ne tür yaratıklar oldukları. İnsanlar, şüphesiz. Öyleyse insan nasıl bir yaratık? Bunu nasıl yapabiliyor? Pekâlâ aksinin doğru olduğunu bildiği halde başka insanların hayatını karartmayı nasıl göze alabiliyor? Göze almak ne kelime! Bundan özel zevk alıyor.

Bu, ikili bir hayat sürmek, aslında. İş mevki-makam, rütbe-kıdem, maaş artışı, gündelik ve toplumsal iktidar, sahip olduğun kudret araçları ya da çocuğun okul taksidi, arabanın muayenesi gibi konulara geldiğinde hakikatin hakikat olduğunu kabul ediyor, ona göre davranıyorsun, öbür tarafta, kimi zaman uydurulmasına da bizzat katıldığın bir yalanı hayat sayıyor, hattâ saydırmaya uğraşıyorsun.

Bakın şu son iki paragrafta şu ana kadar bazı kişilik özellikleri tarif edebildik: özel olarak başka insanları ezmekten, genel olarak kötülükten zevk alma, ikili gerçeklik algısı, iki ayrı gerçeklik âleminde yaşama, giderek ikili kişilik, kolayca sıçranabilecek ikiyüzlülük…

Uzatmasam da olur sanırım. İnsanları ateşe iterek, bulabildiği her şeyle ateşi harlayarak kendilerine sadistçe bir zevk ve tatmin dünyası yaratanlar, bu kudreti kendilerine bahşeden iradenin kölesidirler. Bir iradeye taammüden köle olmak, alışılabilen, uyarlanılabilen, giderek onsuz yaşanamaz hale gelen bir karakter özelliği. Köle olunan değişebilir, sahipsiz yaşayamama bâki kalır.

En bol bulunan, en ucuz, en kolay harcanan (kullan-at tipi) ajanlar, casuslar, bu tür insanlar arasından çıkıyor olmalı. Herhangi bir yöne döndürmeye kalktığınızda onu yönünde tutacak, herhangi bir kötülük yaptırmaya kalktığınızda elini bağlayacak sigortaları, frenleri bulunmayan, karakterleri tarif edilmeye kalkıldığında birini ötekinden ayırmaya yarayacak laf bulmakta zorlanacağınız yaratıklar.

Bunların nereye baksalar ajanlar, casuslar görmelerinden doğal şey olamaz. Fır dönerlerken arada gözleri sağlam insanlara takılır, onları fır dönüyor sanırlar.

İnsanlığın en büyük sorunu nedir:

a.) Kötülük

b.) Kötülüğün cezasız kalması.