Kutlu ve dutlu bir mücadele hikâyesi...
Herkesin hayatında bir dut ağacına tırmanma, salıncak kurma, dut yaprağı kemiren ipek böceği seyretme, altına örtü sererek ağaç sallama, yolda yürürken dut ağacına rastlama ve eller morarana kadar dut yeme, çıkmayan dut lekesine söylenme hikayesi vardır mutlaka. Dut ağacı kesilmez yani. Kıyamaz insan değil mi? Kıymışlar ama…
Mitolojiye göre, Babil'de yaşayan bir güzel kız ve bir güzel delikanlı varmış: Thisbe ve Pyramus. Komşu çocuklarıymış bunlar ve birbirlerine aşıklarmış. Tabii ki, aileler evlenmelerine izin vermemiş. (Aileler birbirlerini sevmiyorlarmış çünkü. Büyük olasılıkla asansörde karşılaşınca selam vermiyor, apartman toplantısında aidat yüzünden kavga ediyorlarmış.)
Gençlerin büyük aşkı, aniden “yasak aşk”a dönüşünce, daha da büyümüş. Evleri bitişik olduğu için, geceleri duvardaki bir çatlaktan birbirlerini görüyor, sabahlara kadar konuşuyorlarmış. (Ailelerinden kimse de “Çocuğum niçin gece gece duvarla konuşuyorsun? Git yat!” demiyormuş.)
Sonunda dayanamamışlar ve kaçmaya karar vermişler. Gece, Babil’in dışındaki bir dut ağacının altında buluşacaklarmış.
Gece olunca, Thisbe koşarak gitmiş dut ağacının altına. Pyramus Bey daha ortalarda yokmuş. Thisbe, beklemeye başlamış. Pyramus yerine, bir aslan gelmiş. Ağzından, az önce yediği bir hayvanın kanları damlıyormuş. Thisbe korkuyla kaçıp, bir mağaraya saklanmış. Koşarken de şalını düşürmüş tabii ki.
Aslan, yerdeki şalı ısırmış ama (artık, tadını mı beğenmemiş, ne olmuşsa) hemen bırakmış ve gitmiş. Şal, aslanın ağzından damlayan kanla boyanmış.
Nihayet, Pyramus gelmiş dut ağacının altına. Kanlı şalı ve aslanın ayak izlerini görünce, Thisbe’nin öldüğünü düşünmüş ve hemen, kılıcını kalbine saplamış.
Saklandığı mağaradan çıkan Thisbe, kanlar içinde yerde yatan sevgilisini görünce, ağlamış da ağlamış. Sonra da Pyramus’un kılıcını almış, o da kendini öldürmüş.
Tanrılar dut ağacını, bu büyük aşkı ölümsüzleştirmeye adamışlar. O güne kadar beyaz olan dutlar, iki aşığın akan kanlarıyla renk değiştirmiş, kara dut olmuş. Dut ağacı da “aşkın ağacı” olmuş.
Belki de bu yüzden çok sevilen bir ağaçtır. Aşkı simgelediği için.
Herkesin hayatında bir dut ağacına tırmanma, salıncak kurma, dut yaprağı kemiren ipek böceği seyretme, altına örtü sererek ağaç sallama, yolda yürürken dut ağacına rastlama ve eller morarana kadar dut yeme, çıkmayan dut lekesine söylenme hikayesi vardır mutlaka.
Dut ağacı kesilmez yani. Kıyamaz insan değil mi?
Kıymışlar ama…
Isparta’nın Yalvaç ilçesinde yaşayan 71 yaşındaki Melahat Peker’in dut ağacını kesmişler.
Melahat Teyze’nin oturduğu apartmanın önüne asfalt dökülmüş. Asfalt dökülünce, apartmanla yol arasında bir boşluk kalmış. Teyzem de oraya ağaç dikmiş. Beş elma ve bir dut. Fidanlar, komşusunu rahatsız etmiş. (Büyüyüp ağaç olma ihtimallerinden korkmuş olabilir.)
Zabıta, şikayet üzerine, ağaçları kesmeye gelmiş iki kez. Melahat Teyze, onları ikna edememiş ve elma ağaçlarını kendi elleriyle kesmiş. “Dut kalsın bari.” demiş, dut ağacı kalmış.
Her gün, ikinci kattan kovayla su taşıyarak ağacını sulamış. Geçen hafta, Melahat Teyze evde yokken, zabıta tekrar gelmiş ve dut ağacını kesmiş. Sonra komşular “pislik toplayan araba”ya atmışlar ağacı.
Eve döndüğünde, ağacının gittiğini gören Melahat Teyze ne yapmış? Boynu bükük, gözü yaşlı, tek başına oturmuş mu?
Hayır. Çocuğuna kötülük yapılan her annenin yaptığını yapmış; süper kahramana dönüşmüş.
Koşarak zabıtaya gitmiş, “O ağaç, buraya gelecek!” demiş. Ağacı getirtmiş. Sonra, kareli bir masa örtüsüne özenle sardığı iki metrelik ağacını atmış sırtına, belediyenin yolunu tutmuş. “Bunu, reisin ayaklarının önüne dikeceğim!” diye diye, hızlı hızlı yürümüş. Hesap sormak, derdini anlatmak için.
Belediye Başkanı’yla beş dakika görüşebilmiş. Başkan, “Haberim yok.” demiş. Belediyenin merdivenlerinde, ağacına sarılmış ağlıyordu Melahat Teyze.
“Ben buna çocuğum gibi baktım. Başkan görsün de utansın diye getirdim ben bunu.” diyerek. Aşkın sembolü dut ağacının hakkını vererek.
“Kuş yesin, insan yesin, gelen giden yesin diye diktim ben bunu. Yeşillik olsun diye. Kimseye zararı yok, meyve. Çoluk çocuk yiyecek. Komşunun şikayet ettiğini duyunca dört kere gittim belediyeye. Kaç kere bekledim, bekledim, görüşemedim. Bir ağacı sığdıramadılar.” Gözyaşları içinde, bunları anlatıyordu işte.
Zabıta Müdürü, “Biz teyzemizle görüşerek, tapulu yeri varsa, oraya bir ağaç yerine on ağaç dikeceğimizi ilettik. Ancak kendisi bu ağaç için ısrarcı olmuştur. Üzgünüz ama yapacak bir şey yok.” demiş. (Gerçekten, yapacak bir şey yok. Düşünüyorum, düşünüyorum, benim de aklıma yapacak hiçbir şey gelmiyor.)
Başından beri, en çok merak ettiğim meseleyse, Melahat Teyze’nin komşusunun ağaçtan ne istediğiydi, öğrendim. Şikayet dilekçesinde, yaya kaldırımına ağaç dikilmesinin ileride kendilerine zarar vereceğini söylemiş. Gerekli önlemlerin alınması istenmiş.
Dut ağacı, zarar verebilir gerçekten. Gölge yapabilir, isteyene dut verebilir. Kuşları, bülbülleri sarhoş edebilir. Çok büyürse, bütün kaldırımı kaplayabilir. Büyümesi durdurulamazsa, bütün ilçeyi yok edebilir.
Ben belediye olsam, ilçedeki belediyeye ait boş bir alana “Melahat Peker Ormanı” yapardım. Koru da olur. Girişine de Melahat Teyze’nin dut ağacını dikerdim. Hemen yapardım ama. Bundan daha iyi bir halkla ilişkiler faaliyeti yok şu anda.
Çok masrafa gerek yok. Ağaç dikilecek alanın çok büyük olmasına gerek yok. Tapusunun Melahat Teyze’de olmasına da gerek yok.
Tek bir şeye gerek var: Aylardır bu kadar acı çekmiş, emek vermiş, gözyaşı dökmüş, 71 yaşındaki Melahat Teyze’nin mutlu olmasına.