Aladağ'ın adaleti ve kelebekler
Sosyal Haklar Derneği, her türlü bürokratik, fiziksel ve de psikolojik zorluğa rağmen kutsal diyebileceğimiz bir çalışmaya imza attı. Tıpkı her yaz Soma’da yaptığı gibi, Aladağ’da bulunan ve acılı ailelerin yaşadığı Kışlak ve Köprücek köylerinde eş zamanlı olarak çocuklar için bir yaz kampı organize etti. Bendenizin de orada bulunma şansına nail olduğu bu kampta, çocuklar bir nebze olsun farklı bir atmosfer yaşayabildiler. Birlikte oyunlar oynadık, öğrendik, eğlendik ve dayanışmanın o tarifsiz güzelliğini hissettik.
Geçtiğimiz Kasım ayının sonunda, Adana’nın Aladağ ilçesinde Süleymancıların olduğu bilinen bir kız yurdunda tamamen yurt yönetiminin ve de devletin ihmali sebebiyle bir yangın çıktı. Çıkan yangında 11’i öğrenci 12 kişi hayatını yitirdi. Daha doğrusu ihmal sebebiyle bir sosyal cinayete kurban gitti. Ve birçoğu da yaralandı.
Halihazırda sorumlular yargılanıyor ve ben bu yazıyı yazarken davanın ikinci duruşması görülüyor.
Bu yurtta kalan çocuklar bir nevi zorunluluktan oradaydılar; zira evlerinin bulunduğu köy, okullarının bulunduğu merkeze çok çok uzakta olduğu için okulun yakınında bir yerde yatılı şekilde kalmak durumundaydılar. Okulun yakınındaki tek yurt da Süleymancıların yurdu olan faciaya konu yurttu. Aileler mecburen çocuklarını buraya vermek durumunda kaldılar.
Burada öncelikle devletin çok temel birkaç hatası vardı: Köylerde okul bulunmaması yahut mevcut köy okullarının kapatılması, köylere yakın okulların çevresine güvenli ve tam kapasiteli bir yurt açılmaması, devletin çocukları bu derece güvenliksiz yurtlara bizzat kendi eliyle yönlendirmesi ve çocukları yönlendirdiği bu yurtları gereken şekilde denetlememesi.
Yurt yönetimi zaten hatalıydı. Dosya kapsamında gelen ilk raporda;
"- Yangın merdiveni kapıları yangına dayanıksız PVC malzemeden yapıldığı, 1’inci kat kapısının açılmasının imkansız, 2 ve 3’üncü kat kapılarının ise yönetmeliğe aykırı olduğu,
-Yurt Müdürü Cumali Genç’in yangın eğitimi aldığını belirtmesine rağmen, uygulamaya koymadığından asli kusurlu olduğu,
-Yurdun bağlı olduğu derneğin yönetim kurulu başkanı İsmail Uğur’un yasal düzenlemelere uygun davranmadığı, denetim ve personel seçme sorumluluğunu üstlenmediği, elektrik tesisatını yeniletmedikleri nedenleri ile asli kusurlu olduğu,
-Kaymakamlığın 26.05.2016’da yaptırdığı denetimde görev yapan Şube Müdürü Davut Gökçeli ve Cihan Ünal’ın yurttaki eksikliklere rağmen gerçeğe aykırı rapor düzenlemeleri nedeniyle tali kusurlu oldukları" tespit edilmişti. Ve belki de –davanın ilerleyen aşamalarında göreceğiz- daha da ötesi kusurlar söz konusuydu.
Sorumlular, hatalarını kabullenmek yerine olayı örtbas etmeyi ve saldırgan bir tutum benimsemeyi tercih ettiler. Nitekim, davanın ilk duruşmasında; dava ile ilgilenen ve benim de üyesi olduğum Sosyal Haklar Derneği’nin eş başkanı Avukat Can Atalay, ailelerin hesabına zorla para yatırıldığını açıkladı. Sanıklar ve yakınları duruşma sonrası ailelere saldırdı. Baskılar ve tehditler halen devam ediyor.
Oysa, acıların en büyüğünü yaşamış bu insanlar sadece “adalet” arıyorlar.
Ve son günlerde hemen her gün şahit olduğumuz üzere, adalet aradıkları için suçlanıyorlar.
İşte bu vahamet içerisinde Sosyal Haklar Derneği, her türlü bürokratik, fiziksel ve de psikolojik zorluğa rağmen kutsal diyebileceğimiz bir çalışmaya imza attı. Tıpkı her yaz Soma’da yaptığı gibi, Aladağ’da bulunan ve acılı ailelerin yaşadığı Kışlak ve Köprücek köylerinde eş zamanlı olarak çocuklar için bir yaz kampı organize etti. Bendenizin de orada bulunma şansına nail olduğu bu kampta, çocuklar bir nebze olsun farklı bir atmosfer yaşayabildiler. Birlikte oyunlar oynadık, öğrendik, eğlendik ve dayanışmanın o tarifsiz güzelliğini hissettik.
Yazının bu kısmından itibaren kendi adıma duygu ve düşüncelerimi paylaşacak olursam: Aslında orada şahit olduğumuz şey, tahmin edersiniz ki, pek de ifade edilebilir cinsten bir şey değil. Örneğin ben çocuklara haklarından bahsetmek için oradaydım; fakat sanırım ben onlardan, daha çok şey öğrendim. Her bakımından ağır şartlarda yaşamaya çalışan bu yoksul ailelerin çocukları, hem çok kırılgan hem de çok güçlüler. Pırıl pırıl bakıyorlar çünkü her çocuk gibi öğrenmeye açlar. Çocuk kalpleri tertemiz; kavga da etseler iki dakika sonra birbirleriyle boyalarını ve balonlarını paylaşıyorlar. Hepsinin “Haksızlık deyince akıllarına ne geldiği” sorusuna verecek bir cevabı var mesela; kimi çat diye “Adalet!” deyiveriyor ama kimi de “Karıncaları öldürmektir” gibi naif bir cümleyi bırakıveriyor önünüze. “Barış deyince aklınıza ne geliyor?” diye sorduğunuzda; “Hava almak” cevabı kalbinize saplanıyor ya da “Kelebek” diyen çocuğu pamuklara saramadığınız için utanıyorsunuz. Derse başlamadan önce bir minik elinde çayla gelip “Öğretmenim için iyi gelir” deyince karşınızda bir anne, bir diğeri sakince havada süzülen kartalı gösterip ne yaptığını anlatırken karşınızda bir öğretmen görüyorsunuz. “Haydi şimdi fırçaları yıkayalım” dediğinizde sadece kız çocukların yerinden kalktığını görünce kalbiniz kırılıyor fakat çoğunlukla en özenli ve heveslilerin de kız çocukları olduğunu gördüğünüzde umudunuz artıyor.
İşte her biri birbirinden güzel bu çocuklar ablasını, abisini, kuzenini kaybetti sebepsiz bir şekilde. Çocuklardan birinin en sevdiği hayvanın dinozor olduğunu söylemesi üzerine dinozorların artık neslinin tükendiğini söylediğimde, “Bundan emin olamazsınız. Hem öyleyse bile bu tekrar var olmayacakları anlamına gelmez” demişti. Ben de şimdi tamamen adil bir dünyada kelebekler gibi barış içinde yaşamak mümkün mü bilemiyorum. Ama en azından şunu biliyorum; bu güzel çocukların yok yere gitmelerinin önüne geçebiliriz. Adil olanla olmayanı ayırt edebilir ve tercih hakkımızı adil olandan yana kullanabiliriz. Tercih hakkımız elimizden alınmışsa, tüm adaletsizliğe uğrayanlarla güçlerimiz birleştirip bir kelebek resmi çizebiliriz. Kavgacı tiplere katılmak ya da onları taklit etmek yerine, bir olup oyunu biz kurarak onları oyunun dışında bırakabiliriz.