Ahmet Şık'ın mekanı
Hayatları boyunca iktidarların aparatları olanlar, bürokratlar, rütbeliler, eski mevki makam sahipleri, genellikle süklüm püklümken, ellerinde sadece kendileri olanların başı dik oluyor daha çok ve bu yüzden Cumhuriyet’in yargılanması sırasında, mekan gazetecilerindi, Ahmet Şık’ındı mesela… Böyle gazetecilerin olduğu bir ülkede, gazeteci olmak ne kadar onur verici…
Brezilya’da bir mahkeme salonundaydık. Genellikle olduğu gibi yargılanan kısmında, gasp, mala zarar verme, yağma, polise mukavemet gibi suçlanan taraftık. Bir işgal fabrikası yargılamasıydı. 2000 işçinin çalıştığı, işgal ettiği bir fabrikaydı CİPLA. İşçilerin çoğu mahkeme salonunda, diğerleri kapının dışında duruyordu ama daha da çoğu fabrikayı bekliyordu ve üretiyordu. Çünkü üretmezsen işgal fabrikası yürümez ki…
Hakim cübbesinin altına sığınmış, biraz yüksekçe bir masada ki yine kürsü demeliydik buna çünkü cübbeli biri vardı ardında, farklı ve garip olarak, olması gerekenden ezik ve büzüktü. Bunun nedeni kürsünün yeterince yüksek olmaması olabilirdi. İşçiler de kendi kıyafetleriyle gelmişlerdi. Yani askılı işçi tulumları vardı çoğunda, bazılarında yine haki renk ceketler, kollarının kenarları eprimiş ve asitten beyazla lekelenmiş, bazılarının belirgin nasırlı elleri… Benim üstümde de tesadüf ya siyah bir tişört… Yani herkes kendi kıyafetlerinde, kendi yerini almıştı.
Duruşma başladı. Mahkeme salonları iktidarların minyatür sahaları. İktidarın mekanla kendisini anlatması -ve ne bekliyorduk şiirle mi anlatsaydı ve bu yüzden değil mi bir gerilim filmi ustası olarak Hitchcock ciddiye alınmalıydı; Filmin başında çekmecede tabanca görünüyorsa, filmin sonuna kadar mutlaka kullanılacaktı. Yani bu kadar büyük adliye sarayları yaptıklarında, hepimizin yargılanacağını anlamalıydık- Cübbeli adam -alçak da olsa- kürsünün kendisine verdiği yetkiye dayanarak duruşmayı başlattı. Patron daha doğrusu eski patronun avukatları sıkıştıkları köşeden, yine maskeli balonun kurallarına uygun olarak, avukat cübbeleriyle ama sanki kendileri yargılanıyormuş gibi soluk benizliydiler. İktidar mekanı, simgeler ve sembollerle devlet, yüzyıllık öğretilmiş yalnızlık, devlet teorisi -adı üstünde teori ben buna niye inanıyım ki!- konsantre olmuş hegemonya, her an harekete geçirilebilecek binlerce tüfek, tabanca, mermileri hatta uçakları ve buraya getirilemeyecek de olsa gemileri, periskop denilen komik çıkıntılarıyla denizaltıları ve vesaire, -mesela polisler de var bu vesairenin içinde- hepsi suskun ve sessizdiler. Kim kimi yargılıyor belli değildi…
Mekan olarak bir duruşma salonu ve mutlaka hatırlatmalı ki mütemmim cüzleri kelepçeler, tek tipi kalmış hücreler, hayata muktedir olmanın zulmü ile birlikte karşınızda yer alıyorsa, daha doğrusu siz içindeyseniz, orada, iktidarın kendi sahasında onu yenmek, büyük bir maharet ister. Mekanın içinin dışına çıkarılmasıdır bu, ters yüz edilmesidir ve mutlaka isyanın şenlikli duygusunu gerektirir. Bu yüzden hayatları boyunca iktidarların aparatları olanlar, bürokratlar, rütbeliler, eski mevki makam sahipleri, genellikle süklüm püklümken, ellerinde sadece kendileri olanların başı dik oluyor daha çok ve bu yüzden Cumhuriyet’in yargılanması sırasında, mekan gazetecilerindi, Ahmet Şık’ındı mesela…
Böyle gazetecilerin olduğu bir ülkede, gazeteci olmak ne kadar onur verici…