ABD'nin bitmeyen düşüşü
Şu anda Çin ve Rusya dahil aslında hiçbir ülke ABD hegemonyasının çökmesini istemiyor. ABD hegemonyası, yalnızca ABD öyle istediği için değil, dünyanın geri kalanı bundan bir çıkar elde ettiği için devam ediyor.
ABD’nin düşüşü ya da çöküşü yalnızca akademik değil, popüler tartışmaların da en merak uyandıran konularından biri olageldi. Dünya Sistemi yaklaşımını geliştiren Immanuel Wallerstein 1980’lerden beri ABD’nin düşüşte olduğunu, “Pax Americana”nın bittiğini söylüyor. İlginç olan ABD içinde Noam Chomsky, Giovanni Arrighi, David Harvey gibi (Neo) Marksistlerin, Paul Kennedy gibi Realistlerin, Richard Haass gibi liberallerin hep aynı noktada buluşması, içeriğini ve nedenlerini farklı tanımlasalar da, ABD’nin düşüşe geçtiği konusunda hemfikir olmaları.
Türkiye’den bu meseleye bakıldığında durum biraz daha karmaşık bir hal alıyor. Türkiye’de İslamcılar zaten genel olarak Batı’nın çöküş içinde olduğuna inanmak isterlerken, Avrasyacılar ve bazı ulusalcılar ABD’nin düşüşte ve Doğu’nun, Avrasya’nın yükselişte olduğunu savunuyorlar. Ama aynı çevreler, düşüşe geçen ve çökmekte olan ABD’nin aynı zamanda Ortadoğu’yu dizayn ettiğini de düşünüyorlar.
Konu en son Amerikan Kara Kuvvetleri Harb Okulu’nun bir akademisyen-asker çalışma grubunun yayınladığı raporla gündeme geldi. Rapor, ABD’nin konumunu “post-primacy” yani “üstünlük sonrası” olarak tanımlayıp ABD’nin küresel üstünlüğü yeniden ele geçirmesi için askeri açıdan daha fazla güçlenmeyi ve yayılmayı öneriyor.
ABD HEGEMONYASI MI, DIŞ POLİTİKASI MI?
ABD hegemonik bir güç. Yani, süpergüç, tek kutuplu dünyanın lideri vs kavramlar, her ne kadar geçişli kullanılsa da, hegemonyayı karşılamıyor. Hegemonik güç olmanın anlamı, küresel kapitalizmin en güçlü ülkesi olmasının yanında, onun küresel koruyuculuğunu da üstlenmesi demek. Örneğin, dünyadaki bütün ordular sınır bekçiliği yaparken, Amerikan ordusu, Amerikan toprağından çok küresel kapitalizmin koruyucusudur. Ordunun yaklaşık dörtte biri (250 bin civarı), dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde görev yapar. Bunun yanında geniş bir istihbarat ağı, siyasal-diplomatik angajmanları, Latin Amerika’dan başlayıp, Avrupa, Ortadoğu ve Uzak Doğu, Avustralya-Yeni Zelanda’ya dek uzanan ittifak sistemleri, Dünya Bankası ve IMF’deki ağırlığı ve tabii Dolar’ın hala temel uluslararası değişim ve rezerv para olması ABD’yi uluslararası kapitalist sistemin merkezine oturtmakta ve küresel düzenin kapitalizmin çıkarlarına uygun bir şekilde işlemesini sağlamaktadır.
1945’ten itibaren yürüyen bu sistem ABD müttefikleri için kuralları, kurumları belli, açık bir sistemdir. İçinde olursan güvenlik şemsiyesinden yararlanırsın ama bir şekilde karşılığını da ödersin. Bu vergi özellikle ekonomik açıklık, dolar sistemi içinde yer alma, gerektiğinde ABD askeri varlığına izin verme, bölgesel sorunlarda işbirliği yapma, en azından sorun çıkarmama, açık bir toplumsal/siyasal sistemi kabul etme gibi unsurları içerir. Direnmek bir seçenektir ama ABD elindeki geniş bir diplomatik, finansal, kurumsal, askeri, istihbarat gibi araçlarla bu sisteme direnç gösteren ülkelere yönelik değişen ölçü ve kapsamda cezalandırma politikası izlemeye başlar ve yalnızca kendisini değil çoğunlukla diğer müttefikleri de buna bazen istemeyerek de olsa katılırlar.
BU DÜZEN ÇÖKÜYOR MU?
Hiç bir düzenin sonsuza dek sürmeyeceği açık. Ayrıca, ABD kendisinden önceki hegemonik güçler olan Hollanda ve İngiltere’nin başına gelenleri biliyor. Wallerstein, ABD’nin düşüşte olduğunu anlatırken, aslında bir yandan da ona yol gösteriyor. Çünkü hegemonya, kapitalizmin kriz döngüleriyle paralel işliyor ve hegemonik devletteki ekonomik kriz, yeni hegemonik meydan okuyucunun ortaya çıkmasına neden oluyor ve döngü gerçekleşiyor. Bunun farkında olan ABD “döngü kırıcı” (cycle-breaker) olmaya çalışıyor ve bu pozisyonunu kaybetmek istemiyor.
Doğal olarak, artık ABD’nin yanında uysal müttefikleri, Üçüncü Dünya’nın kendisine bağlı diktatörleri, yüksek askeri gücü ve güçlü ekonomisiyle dünyanın en azından bir bölümüne hakim olduğu dönemler çoktan geçti. ABD hem müttefiklerine söz geçirmekte zorlanıyor (bkz. Meksika ve Filipinler), hem de Rusya, Çin, Hindistan gibi yükselen yeni güçler karşısında göreli olarak geriliyor. Ayrıca giderek artan dış ticaret ve ulusal geliri aşan bütçe açığı (toplam 17.7 trilyon dolar, ulusal gelirin yüzde 104’ü), orta sınıfın konumunda yıllardır devam eden yerinde sayma, sanayide verimlilik artışının sağlanamaması gibi ciddi ekonomik sorunları var.
KARŞI ATAK: BİZ DÜŞMÜYORUZ SİZ YÜKSELİYORSUNUZ!
Hint asıllı Amerikalı yazar Fareed Zakaria’nın Amerika Sonrası Dünya kitabında dile getirdiği, “Geri kalanların yükselişi” (the rise of the rest) söylemiyle düşüş tartışmalarına farklı bir açıdan yaklaşarak, ABD’nin düşüşte olmayıp, diğerlerinin yükselişte olduğunu ileri sürdü. Zakaria bu güçlerin Amerika’nın kurduğu düzenden faydalanarak yükseldiğini ve ABD’yi doğrudan karşılarına almak yerine, işbirliğine gitmekten daha çok fayda sağlayacaklarını söylüyordu. Tabii ki, BRICS ülkeleri gibi ekonomik olarak güçlenen ülkeler uluslararası sistemin yapısında ve işleyişinde bazı değişiklikler getirdiler. Ama bunun doğrudan ABD’nin düşüşüyle ilişkilendirilmesi konusunda kestirme çıkarımlarda bulunmak için erken.
HEGEMONYA DEVAM EDECEK Mİ?
ABD hala dünyanın en büyük ekonomisi, açık ara en büyük askeri gücü. ABD 1980’lerden itibaren neoliberal küreselleşme süreciyle birlikte kendisini dünya ekonomisi içine daha derinden yerleştirdi. 2016 verilerine göre ABD 2.7 trilyon dolarlık ithalat ve 2.2 trilyon dolarlık ihracat yapıyor. Bu da ABD’yi dünyanın en büyük ithalatçısı ve ikinci en büyük ihracatçısı yapıyor. Yine, ABD 2015’te 380 milyar dolarlık doğrudan yatırım çekerek, dünyada birinci sırayı aldı. Daha önemli olanı, ABD’nin kamu borcunun, rakip olarak gösterilen diğer ülkeler tarafından kısmen kapatılması. Burada da başı 1.2 trilyon dolarlık ABD Hazine bonosunu elinde tutan Çin çekiyor, onu Japonya, İrlanda, Brezilya gibi ülkeler izliyor. Yabancıların ABD içinde gayrimenkul dahil tüm varlıklarının toplamı 27 trilyon doları buluyor.
Rakamları uzatmadan bu tablo bize şunu söylüyor. Şu anda Çin ve Rusya dahil aslında hiçbir ülke ABD hegemonyasının çökmesini istemiyor. ABD hegemonyası, yalnızca ABD öyle istediği için değil, dünyanın geri kalanı bundan bir çıkar elde ettiği için devam ediyor. En olası rakibi Çin, 2008’e ABD’de başgösteren krizden en çok etkilenen ekonomi oldu, kısa süre içinde değişen kaynaklara göre 10 ila 20 milyon kişi işsiz kaldı. Tam kriz anında da Çin 123 milyar dolarlık Hazine bonosu alarak, krizin etkilerini hafifletmesine yardımcı oldu. Şu an küresel sistem ABD’nin özellikle ekonomik olarak çökmesini kaldırabilecek durumda değil. Yoksa, zaten bu ülkeler, ki içinde Çin, Rusya, Hindistan da var, ABD Hazine bonolarını ellerinden çıkarmak isteseler ve bu ülke bankalarındaki paralarını çekseler, Amerikan ekonomisini hızla krize sokabilecek durumdalar. Başta Çin bir süredir ABD’nin gerek savunma gerekse diğer kamu harcamalarını finanse eder durumda. Hatta, ABD’li bir yetkilinin ironik bir şekilde söylediği gibi, bir gün ABD Tayvan yüzünden Çin ile askeri bir çatışmaya girse, bunun maliyetini dolaylı olarak Çin ödemiş olacak.
SORUN NEREDE?
ABD hegemonyası hem ekonomik büyüklüğü, hem borçlanarak sürdürdüğü korkunç tüketim kapasitesi, hem de Ortadoğu’da devam eden askeri üstünlüğü ile küresel kapitalizm için hala tercih ediliyor. Sorun, kapitalizmin derinleşen krizinin maliyetini birbirinin üzerine yıkmaya, ABD’nin sağladığı hegemonik işlevi karşılığında istediği bedeli yükseltmeye çalışmasından ve ABD’nin Almanya gibi eski müttefikleriyle, Çin gibi yeni yükselen güçlerin buna tepki göstermesinden kaynaklanıyor. Ama bu tepki doğrudan ABD’yi kendilerine de zarar verecek bir çöküşe götürmekten çok, sınırlandırma, seçenekleri artırma, alternatif bölgesel gruplaşmalara gitme şeklinde kendisini gösteriyor. Doğrudan meydan okuma yerine, literatürde “dolaylı dengeleme” olarak tanımlanan daha dengeli bir sistem arayışları sürüyor. Şu anki konjonktürde Çin dışında bir ülkenin tek başına küresel hegemonyayı üstlenebilecek ne niyeti, ne kapasitesi ne de başka ülkelerden bu tür bir talep var. O yüzden de durumun farkında olan Çin, ABD’yi doğrudan karşısına almaktan çekiniyor. Kaldı ki, ABD’nin denenmiş sisteminden farklı olarak, Çin’in hegemonik güç olduğu bir düzenin kurallarının nasıl olacağı konusunda bir açıklık yok.
Sonuç olarak ABD kapitalizmin yayılmasını sağlayarak kendi rakiplerini yaratma sürecine 2000’lerden itibaren Çin’i de ekledi. ABD’nin düşüşü ile hegemonik rolü arasında bir ilişki var ama bu mutlak değil. Teorik olarak ABD bu pozisyondan çekilerek de varlığını sürdürebilir ya da tıpkı İngiltere gibi çekilmek zorunda kalabilir. Sonuçta, İngiltere hegemonik pozisyonunu kaybettikten sonra da bir belli bir ekonomik gücü koruyabildi. Ama ABD’nin çöküşü küresel kapitalizmin bütününden ayrıştırılamayacak bir duruma geldi ve eğer bir gönüllü çekilme olmazsa, hegemonik bir el değiştirme için, bir kıyamet senaryosu olabilecek tek seçenek olarak kalıyor.