Yardımcı doçent, doçent yarısıdır yavrum!
Profesörlük süresi kadar doçentlik ve yardımcı doçentlik kadrosu bekleyen hocalar var.
“Yardımcı doçent”liği 12 Eylül icadı diye biliyorum.
Dünyanın hemen her yerinde doktora bitirenler eşittir. Ama Türkiye'de yardımcı doçent, doçent, profesör diye gidiyor. Hiyerarşi bu derecelere göre belirleniyor. Bir tür askerî nizam. Özellikle bölüm başkanlığı, müdürlük, dekanlık, rektörlük ve son ikisinin yardımcılıklarında doçentlik ve profesörlük şartı ya da eğilimi var.
Yardımcı doçentliğin adı değiştirilebilir, ama asıl sorun doçentliktir. Doçentlik büyük ölçüde "patron"un belirlediği bir şeydir. Dekan, rektör, bölüm başkanı filan kendi kurumundaki birinin doçentliğini engelleyebilir. Sık sık olan da budur. Bir telefona bakar. Jürideki bir “abi”ye bakar. Patron, ben emekli oluncaya kadar kimse benim dereceme ulaşmasın der.
Yardımcı doçent olarak emekli olanlar var. Yayını YÖK başkanından fazla ama öyle.
Tarih, edebiyat ve tıp doçentlikleri en zor olanlarıdır. Tarih ve edebiyat jürilerinde zibille ırkçı vardır. Kulağınla ejderha tutsan geçemezsin. Tıpta ise döner sermayeyi paylaşma meselesi var. Hastasınız misal, hangisine muayene olursunuz: Yardımcı doçent, doçent, profesör?
Akademide her şey zordur da yardımcı doçentlikten doçentliğe geçiş en zorudur. Şartlar her bölüm için farklıdır ve başarı ihtimali iktidarların meşrebine göre değişir. Kimi bölümde kitap şartı vardır, kiminde ise eş dostun makalelerine adını ekleyerek dereceyi alırsın.
Ulusalcı YÖK ile mukaddesatçı (bu terim çok demode; belki eskiden “mukaddesatçı” denen kişiler şimdilerde mukaddes bir şey bırakmadıkları içindir) YÖK’te işlerin seyri değişir. Şartların asgarîsini yerine getiren ile 10 katını yerine getiren arasında "dayı" tartısı vardır. Bu dayı eskiden “zinde” bir dayı iken şimdilerde “tarikatçı” bir dayı olabilir. Sen başvuru şartlarının 10 katını yerine getir, fark etmez. Zaten 10 katını yerine getirmiş olman, bir "dayı"nın olmadığını gösterir. Yoksa git şeyhin villasının inşaatına iki tuğla taşı, bitmeyen çorbasından iç, ertesi gün senden büyük âlim yok!
Hadi her engeli Süper Mario gibi geçtin ve muhtemelen kitap ve makalelerini okumadan jüriye gelmiş mutsuz suratları arkanda bıraktın. Ama daha işin başındasın ey ilim ecesi, ey bilim eri. Bu sefer kadro için rektör paşalara el açman lazım. O yüce makamda Osmanlı sultanının huzuruna çıkan Nemçe elçisi gibi ezik durmazsan şansın yok.
Birbirinin kadrosunu yıllarca engelleyen tipler vardır. Sen hamur olmadan kadroya geçemezsin. Profesörlük süresi kadar doçentlik ve yardımcı doçentlik kadrosu bekleyen hocalar var.
Doçentlik jürisi olmak da zor. Minik bir yollukla ve otobüsle dağ bayır kat ederek jüriye gittin. Misafirhanede kalırsın. Önüne iki zeytin, bir kibrit kutusu kadar peynir koyarlar. Yaşını başını almış jüriler için büyük eziyettir bu.
Jüri üyeleri içinde makale ve kitapların sadece kaynakçasına bakanlar da vardır. “Benden almış mı, benim yayınları refere etmiş mi” ölçütü diyebiliriz buna. Bu durum diğer akademik jüriler için de büyük ölçüde geçerlidir. O ondan alır, bu bundan alır da ne olur? Daha önce de bu sözü kullanmıştım, Süha Oğuzertem’in deyişiyle “akademik ensest” olur.
Her il merkezinde üniversite var, ama bu, memur sayısını artırmaktan başka işe yaramıyor. Murat Belge, “taşraya üniversite açarsan üniversite taşralaşır” demişti. Gerçekten de içerideyken sık sık şöyle düşünürsün: Bu kadar cahili ancak bir üniversiteye toplayabilirsin!
Velhasıl akademideki asıl sorun doçentliktir. Kendi folkloru, batıl inançları, totemi bile vardır. Bir inanışa göre süreç şöyle işler: “Eğer jüri seni geçirmek isterse sana annenin adını sorar. Geçirmek istemezse kendi annelerinin adlarını sorar. Hepsini bilirsen bu sefer ‘analarımızın adını nereden biliyorsun’ diye sorarlar!”
BİR GÜN
Sınav görevi var. Hafta sonu. Üç kuruş nasipleneceğiz. Tabii sınavlarda da aynı hiyerarşi. Dekanın biri “Bina Sınav Sorumlusu” olmuş. Herif zemin katta üç dört oda olmasına rağmen binanın en üst katındaki odayı hazırlatmış. Engellisi var, yaşlısı var, hamilesi var, ama yok, paşa illa en tepede olacak. Sabahın körü. Kan ter içinde odaya ulaşıp hâzırûna seslendim: “Ne âlî câh bir makammış arkadaş. Çık çık bitmiyor!” Tabii duymamış gibi yaptılar. İktidar duymayan bir şeydir çünkü.
Not: Başlığı, Yardımcı Doçent Doktor Çimen Günay'dan yürüttüm.