Elçin Sangu ve birkaç iyi, güzel kadın
Son zamanlarda bu “linç” furyası daha çok kadınları hedef alır hale geldi. Özellikle de siyasi konularda. Türkiye’nin en güzel kadın starlarından Beren Saat, Sıla Gençoğlu ve son olarak da Elçin Sangu, bu tür linç durumlarından nasibini alanlardan. Ortak özellikleri de ruh hastası usulü karalama ve çullanmalar karşısında serinliklerini, duruşlarını koruyabilmeleri. Dün bütün gün Twitter’da Elçin Sangu konuşuluyordu. Nedeni, birinin yaptığı flood (tweet zinciri). Flood, Elçin Sangu’nun ta Gezi zamanlarından başlayarak yaptığı ya da yapmadığı paylaşımları titizlikle (!) mercek altına alıyor.
Toplumca güzeli severiz. Öyle böyle bir sevmekten bahsetmiyorum. Delice severiz. Güzeli yemek isteriz. Güzellik sözlüğümüzün yarısı mutfaktan gelir: Badem göz, fındık burun, köfte dudak, teleme peyniri gibi kadın... "Seni yerim", "ıstırırım", "yhaa seni yiyceem!"
Güzellikten bir parçayı bünyeye dahil etme arzusundan herhalde, bu yeme merakı. Başkasının ten kokusunu üstüne almak, sesiyle şarkı söylemek, yüzüyle görünmek pek mümkün değilken ondan bir lokma almak pratikte mümkün! Tabii Hannibal Lecter değilsen doğrudan girişemezsin. Güzellik sofrasının da bir adabı var. “Alt dudaktan bir almak,” gibi bıçkın bir deyim boşuna çıkmamış. Güzeli ele geçirme, parselleme, ona bayrak dikme arzusu, hangi yöntemle dışa vurulursa vurulsun, az çok yeme arzusuna benziyor özetle. Sebep ya da sonuç olarak eninde sonunda yok etmeye dönüşebilen bir arzu bu da.
Bunları yazarken iki filmden sahneler geldi gözümün önüne. İlki Fight Club’da, (Dövüş Kulübü, 1999) Tyler Durden’ın erkek güzeli tabir edilebilecek bir adamı, tanınmaz hale getirecek kadar dövmesi. Açıklaması çarpıcıdır: “Güzel bir şeyi yok etmek istedim.” İkincisi de, tüketim toplumunun en büyük değeri olarak güzelliğin başrole oturduğu Neon Demon (2016) filminin tüyler ürpertici final sekansı. Orada neler olduğunu şimdi anlatmayayım ama mevzu, yemek!
Çaresizce sahip olma arzusu ve yok etme dürtüsünden bahsederken, Patrick Süskind’in ünlü Koku romanının kahramanının başına gelenleri anmadan geçmek de olmaz tabii…
HAYRANLIK VE NEFRET ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ
Şiddetle arzulamak, dozu kaçtığında bir tür şiddet eylemine dönüşebiliyor. Hele bizimki gibi elin ve “erk”in ayarının hiç olmadığı toplumlarda. Abartmayı da kadın-erkek, hobi olarak seviyoruz. Aşırı hayranlıkla nefret arasından çoğu kez ok bile geçmiyor. Sevmek ilkece iki taraf gerektiren, bir birlikte var olma arzusuyken, aşırı hayranlık bir nevi “o” olma arzusu çünkü. Hissedilen boşluğu bir başkasının kusursuz imgesiyle doldurma çabası. Arzulanan öteki zaten bir insan değil bir imge, istediğin gibi doldur içini. Burada iki kişiye yer yok. Arzulayan, arzuladığını er geç yok etmek istiyor.
Ünlülere, özellikle de fiziki varlığıyla önde olan oyuncu ve şarkıcılara duyulan aşırı hayranlığın içinde bunlar var. Tabii yine bir doz meselesi olarak. Bir noktaya kadar oldukça insani. İnsandaki bu bir imgeye hayran olma, kendini onunla tanımlama arzusu olmasa starlık diye bir olgu olmaz, yapısı hayli değişse de bugüne kadar gelemezdi zaten. Geldi şükür.
Şimdi çok da ulaşılabilir durumdalar üstelik. Hemen hemen hepsinin birer Twitter, Facebook, Instagram hesabı var. Kedilerini ve sevgililerini görebiliyor, yatak odalarına kadar burnumuzu sokabiliyoruz. Bir laubaliliktir gidiyor. Bu arada ünlülerin sevgilileri ilkece uyuz tipler olmak, dolu dolu bir “ay bu muymuaaş!” dedirtmek durumunda. Ne kadar sıradan, o kadar iyi. Gudubet bir kadın, bastıbacak bir adam olacak ki fan kişinin bir umudu olsun. O paçoz sepetlenip mutfakta dolma yapma fantezisi kurulabilsin mesela. Ülkece dolma/sarma yapabilen kadının dünyadaki her erkeği elde edebileceğine sarsılmaz bir inancımız var. (Düşün, Brad Pitt’sin ama hayatındaki kadından temel beklentin, yaprak sarması.)
Günümüzde bir starla temasa geçmek için kuyruklar, korumalar aşıp kendini paralamana hiç gerek yok. Tweet at. Görmezse, bir daha at. Olmadı, zincir yap. Saldır. Görecektir. En azından bloklar seni, o da bir şey; sana karşı boş değil ki blokluyor. Temas var! Bunları yaparken başka bir sürü insan tarafından görünür olmak da işin kaymağı.
Bu gibi durumlarda mesele çoğu kez sadece delice bir görünürlük arzusu oluyor. Hakkında yazdıkları stara karşı özel bir hayranlığı ya da düşmanlığı olmayan kişiler de sosyal medyanın trolleme nimetinden yararlanıyor. Bu tür trollüğe giderek artan oranda destekli ya da şahsi siyasi tröllük de eşlik ediyor. Deli taklidi yapan bir “kötü” bir kuyuya taş atıyor, bir bakıyorsun herkes onu konuşuyor. Sanal taş kol mol da yormuyor üstelik, temiz iş.
BİR LİNÇ MEKÂNI OLARAK SOSYAL MEDYA
İşte son zamanlarda bu “linç” furyası daha çok kadınları hedef alır hale geldi. Özellikle de siyasi konularda. Türkiye’nin en güzel kadın starlarından Beren Saat, Sıla Gençoğlu ve son olarak da Elçin Sangu, bu tür linç durumlarından nasibini alanlardan. Ortak özellikleri de ruh hastası usulü karalama ve çullanmalar karşısında serinliklerini, duruşlarını koruyabilmeleri.
Dün bütün gün Twitter’da Elçin Sangu konuşuluyordu. Nedeni, birinin yaptığı flood (tweet zinciri). Flood, Elçin Sangu’nun ta Gezi zamanlarından başlayarak yaptığı ya da yapmadığı paylaşımları titizlikle (!) mercek altına alıyor. Savı da, Sangu’nun alev saçlı güzel yüzünün ardında vatan haini bir teröristin yattığını herkeslere göstermek. Çünkü Sangu Gezi’de tweet atmış, Suruç Katliamı’nı kınamış, şaibeli geçen seçimler konusunda lafını esirgememiş. Ama 2015’teki terör saldırıları sırasında mesela, lanet okumamış. Soran takipçilerine hatta, “Kahrolsun, lanet olsun demediğim için yaftalayanlara selam olsun… Ben kimseye ölsün, gebersin diyemem… /Ölümün rengi ırkı, vay şöylesi vay böylesi olmaz, fikirlerinizi savunurken bencilliğinizi, görüşlerinizi bırakın da gelin…” gibi şeyler demiş.
Olay bundan ibaret. Açık kalplilikle yapılmış iyi bir açıklama. İşte bundan yola çıkarak çullanıyor da çullanıyor klavye başındaki Zincirella. Sangu da bence çok takdir edilesi bir tavırla, duruşunu yine hiç bozmadan bir tek tweet atıyor karşılığında: “Konu başlığı çok başarılı, ordan çok yürürsünüz.” Valla bravo.
24 saatten uzun süredir konuşulan bu flood’ın etkisiyle Sangu’nun takipçileri azalmadığı gibi, epey arttı. Pek çok kişi “Sangu’yu tanımıyordum bu flood sayesinde tanıdım/sevdim.” “Zaten severdim, bayıldım,” minvalinde tweetler attı.
Elçin Sangu’yu ilk olarak Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisindeki Jale rolüyle tanımıştım. Alev saçları, takma kirpikli koca gözleriyle müthiş güzeldi. Farklı bir havası vardı; bir şuhluk ve masumiyet/kırılganlık, egzotik ulaşılabilirlik bileşimi. Baktıkça baktıran, kendinden hipnotik bir güzellik.
CESUR, KARAKTERLİ VE GÜZEL
Ünlü oyuncuların çoğu çok güzel, aşırı güzel olmakla birlikte garip biçimde “komşu kızı/oğlu” hissi verebilen insanlar, bilindiği gibi. İmgeleriyle iki duyguyu eşit oranda yaratabilenler starlık tahtına oturabiliyor genelde: Ortalamanın çok üstünde bir güzelliğe eşlik eden bir “bizdenlik”, kırılganlık ya da egzotik ulaşılabilirlik hali. Birinden biri, bazen de ikisi mutlaka oluyor, dikkat edin.
İzleyici kaşlı gözlü esmer güzelleri, külçe gibi oturaklı ağır abileri “bizden” saydığı için benimsiyor genelde. “Sarışının adı, esmerin tadı, biriyle eğlen biriyle evlen” gibi kültürel önyargı notaları fonda tıngırdamaya devam ediyor. Kırılgan ve meleksi güzelleri de vazoda çiçek, tezgahta cam ve tabii bayıldığımız “iyi kız” kontenjanından seviyoruz. Kızıllar, sarışınlar, hiç buralardanmış gibi görünmeyenlerse yabancı gelin/damat fantezilerimize hitap ediyorlar biraz, egzotik ulaşılabilirlik hali dediğim de o.
Öncesinde de birkaç dizide önemli rollerde oynadıysa da Sangu’nun adını herkes son yılların en çok ses getiren romantik komedilerinden Kiralık Aşk’la duydu. İyi de oynadığı sempatik, doğal, biraz sakar hâlleriyle bir tür zamane Bridget Jones’uyla Yeşilçam’ın sonra kuğuya dönüşen sallapati, dobra kadın karakterleri arasında sağlam bir yere yerleşen Defne karakteri çok sevildi. Partneri Barış Arduç’la kimyaları da çok tutunca dizi de, oyuncular da aldı yürüdü.
Kısa zamanda müthiş bir ün demek oluyor bu da. Zurnanın zırt dediği yer, bir nevi sırat. Pek çok kişinin karakterinin sapır sapır döküldüğü nokta. Bizimki gibi abartı harikası toplumlarda ani ünü yönetmek hiç de kolay bir iş değil. En basitinden, Twitter’da birkaç bin takipçiye ulaşanların bazılarının kapıldıkları hezeyanları gözlemek yeterli bunun için. İltifat fakiri, takdir cimrisi bir toplum olmamızla çok ilgisi var bunun. Giderek bastıran bir haksızlıklar düzeninin her gün yenilerini eklediği dehşet verici bir eğitimli işsizlik oranının da etkisi var.
Bu gözle bakıldığında, miniskül boyutlarda bile baş döndürücü, karakterin tüm zaaflarını açığa çıkarıcı “ün”ün tüm ülkenin tanıdığı bir oyuncuya neler yapabileceğini düşünün. Üstüne gazetecilerinin çoğunun tutuklu olduğu, pek çok akademisyenin üst üste KHK’larla işsiz bırakıldığı, kendi halinde herhangi bir insanın attığı tweeti iki kez düşünmesini gerektirebilen bir siyasal ortamda tüm gözlerin üstünde olduğu birinin cesur davranabilmesi, duruşunu bozmaması değerlidir, çok hem de.
Bir kadının bunu yapmasıysa, iki kat değerlidir. Değerli iki-üç niteliğe sahip kadından alttan alta öcü gibi korkulan bir coğrafyadayız. Hem güzel olacak, hem ünlü olacak hem de karakterli olup lafını sakınmayacak. Dışlanmaktan, dizi/konser tekliflerinin azalmasından korkmadan ince ve güçlü bir dal gibi direnecek haşin rüzgarlara. Müthiş bir şey bu, hakkını teslim etmek gerek.
Güzelliğin başlı başına bir değer olup olmadığı hayli tartışmalı bir şey. Ama hayatı yalakalık üstüne kurulu, kadını köle gibi gören, içi dışı karanlık birtakım adamların damgasını vurduğu kabus “celebrity” ortamımızda bazı güzel kadınlar gerçekten değerli.
Yıllardır bir gıdım eksilmeyen güzelliği, zerafetiyle içimizi açan, Cumartesi Anneleri için heykel yapan Arzum Onan, değerli…
Hiçbir zaman “şu partiye oy verdim” gibi açıklamalar yapmadığı halde, hatta ayrıca bunun için de, HDP minibüsü kullandığı için öldürülen bir kamyon şoförüne dair üzüntüsünü belirttiği, Adalet Yürüyüşü’nü desteklediği vb. tutumları için topa tutulan Beren Saat, değerli… Sıla Gençoğlu, Elçin Sangu değerli… Tek tek sayılması zor ama “numunelik” niteliğini koruyan başkaları da var.
Kadınlar gümbür gümbür geliyor. “Dünyayı güzellik kurtaracak”, evet. Ama yenilip yutulup kanalizasyonu boylamak üzere tasarlanan bir örnek, bildik çağcıl güzellik değil bu. Ardında karakter ve cesaret olan güzellik.
Korkusuzca gülümseyen, güzel bir kadının yüzü kadar umut verici çok az şey var bu dünyada. İşte bu türden güzelliğin olduğu yerde, umut da var…
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI