Ka’be’den kampüse
Tavandaki kanunsuzluk tabana “kendi kanunsuzluğunu kendin yap” şeklinde yansıyor. Bir tür kendin pişir kendin ye.
Son yılların en çarpıcı sivil itaatsizlik eylemlerini saymam gerekseydi Cihat Duman ve Cenk Yiğiter’in eylemlerini sayardım önce. Her ikisi de olağanlaşmış olağandışını yerle bir ettiler. Eylemleri sakin ve zekâ doluydu. Bir tür sanat eseri.
Üsküdar Belediyesi “Asr-ı Saadet Köyü” kurup sanayi sitesinde bir Ka’be maketi yaptırıyor ve belediyenin önüne koyuyor. Alt kısımdaki kaidenin derzleri, bir brandanın üstüne boyanmış. Köşesine hacerü’l-esved çizilmiş. Hz. Muhammed’in müşriklerden saklandığı Serv Mağarası da unutulmamış; plastik bir güvercin getirilmiş, yuvası yapılıp yumurta konmuş, örümcek ağı gibi bir şey de var.
Teyzenin biri “buna da razıyız, gidemeyenler için” diyor. Diyanet “Dinî vecibeleri yerine getirdiğini düşünerek bu maketi tavaf etmeye çalışmak büyük vebaldir” diye açıklama yapıyor. “Bir grup ülkücü” tepki gösteriyor. Peltek sözcü, “Ka’be’yi taklit etmeye çalışanyaya kayşı tepkimizi en ağıy şekilde gösteyeceğiz” diyor.
Üsküdar’daki olay, cehaleti terviç etme aslında. Mis gibi obskürantizm. Teyzeler dayılar etrafa birikip dua ediyorlar. Hacca gidemeyenlere deneyim, daha doğrusu dinî şartın imitasyonu sunuluyor. Böylece o şartı yerine getirememelerinin nedeni olan sistem örtülmüş oluyor.
Şair Cihat Duman da ihrama giriyor, ayağına parmak arası şıpıdık terliği geçiriyor, dalıyor Üsküdar sokaklarına. İmitasyon Ka’be’yi tavaf edip hacı olacak! Yadırgayan yok da merak edenler var. “Allah kabul etsin” diyenler var. Duman da VIP değil, beginner hacı olunca “sağ ol” diyor. Aslında tabii “Allah razı olsun, Allah sana da kısmet etsin” demesi lazım. Belediyeye varıyor. Asgarî ücretle çalışan güvenlikçilere “tavafa geldim” diyor. Kafada olmayan cümleyi görmek diyebiliriz buna. Ne cümle çıkıyor, ne izin.
Cenk Yiğiter hoca ise, KHK ile atıldığı Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu’na öğrenci olarak dönüyor. Hayatın bir parçası olmaya başlayan, hukuksuzluğu içinde kanun sözcüğünün kısaltmasının geçtiği KHK ile örten bir uygulamayı çıplak bırakıyor. Aynı şekilde Yiğiter, kendini sürekli bir soruna çeviriyor. “Çözüldü” sanılan sorunu yeniliyor. Kriz çıkarıyor.
Demek artık herkesin kendi OHAL’i var. Rektör hemen yönetmeliğe keyfî bir madde ekleyip Yiğiter’i daha başlamayan öğrencilikten atıyor. Bu, artık herkesin kendi kendine kanun uydurabileceği bir döneme girildi demek. Benim atıldığım Mardin Artuklu Üniversitesi de doktora için 10, yüksek lisans için beş dönem şartı getirdi. İyi de YÖK’e göre 12 ve altı dönemdir bu sınırlama!
KHK’ların neredeyse tamamı OHAL hukukuna bile uygun değil. Hâl böyle olunca tavandaki kanunsuzluk tabana “kendi kanunsuzluğunu kendin yap” şeklinde yansıyor. Bir tür kendin pişir kendin ye. Batman’daki seyyar bir ciğercinin ifadesiyle “sen saan pişir, sen saan ye!”
Celal Soycan’ın tespitiyle güncel sanat tek ve etkili bir şey söyler. Duman ve Yiğiter’in eylemleri de öyle. Olağanlaştırılanın saçmalığını döküyorlar ortaya. Bir yapıbozum. Simülasyona gerçeklikle verilmiş bir cevap. Yaratılan algıyı kırıp gerçekliği hatırlatan bir tutum. “Temsilin temsili”ne bir tokat.
Cenk Yiğiter hoca, pazartesi günü burada “Neden lisansüstü öğrenim hakkımdan vazgeçiyorum?” başlıklı bir yazı yazdı. Ona tepki gösterenlere göre “eşeğin aklına karpuz kabuğu” düşürmüş. Diğer üniversiteler de aynı “kanun”u lisans gibi lisansüstü için de çıkarabilirlermiş. Anayasal bir hak olan eğitim hakkını bile gasp edebilen yerel OHAL’ler yani.
Eğer karpuz kabuğu bütün akıllara düşmezse atıldığımız okullara öğrenci olarak dönebiliriz. Siyasetçiler sine-i millet deyip duruyorlar. Biz sine-i talebeye dönelim. Bu sivillik, epistemik bir canlı olarak akademisyeni bir tür akademik vecibe olan sivil direnişle tanıştırır. Sivil direniş sanatsal bir veçhe de kazanmış olur!