YAZARLAR

Cumhuriyet, savaş, barış ve devletin sırrı

Bugün cumhuriyeti savunmak, hak ve özgürlüklerimizi güvenceye alacak, barışı ülke içinde ve dışında tesis edecek yeni bir toplumsal sözleşmeyi savunmak, asıl olarak keyfi yönetimin araladığı felaket penceresini kapatma mücadelesidir. İktidarı sınırlayan bir anayasa ile tüm yurttaşlara sağlanacak olan güvenceler bir yaşam tarzı sorunu değil, bizzat yaşam, varlık sorunu haline gelmiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde emperyalist devletlerin ittifak stratejileri içinde, Osmanlı Hanedanı mülkünün paylaşılması için yapılan gizli anlaşmalar önemli yer tuttu. İttifakların şekillenmesinde devletlerin bu anlaşmalar bağlamında birbirlerine verdiği sözler etkili oldu. Emperyal hırsların, kapitalist vahşilikle birleştiği gizli anlaşmaların ruhu, Leningrad’da (o zamanki adıyla Saint Petersburg) bulunanları, Bolşeviklerin barış hemen şimdi programının gereği olarak ifşa edildiğinde ortaya çıktı. Dünyaya yıkım getiren emperyalist paylaşım savaşının ardından Lenin’in güçlü propagandasının etkisini kırma amacını da güdecek biçimde, barışın korunması için gizli anlaşmaların yasaklanması gereği üzerine duruldu. Savaş sonrası başarısız bir örgüt olarak doğsa da barışı koruma liberal söylemiyle kurulmuş Milletler Cemiyeti Misakı’nın girişinde “gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkiler sürdürmek” ifadesi yer almıştı.

Bunları, yeni Osmanlıcı hülyaların ülke içinde ve dışındaki yansımalarının cumhuriyeti ve yurttaşlarını nasıl büyük tehlikelere atabileceğini ortaya koymak için yazıyorum. Çünkü bir ülkenin hükümet şekli ile izlediği dış politika arasındaki kadim bağ, bugün ülkemizde yakıcı biçimde kendini göstermektedir.

TEHLİKENİN FARKINA VARMAK

Cumhuriyet tarihinde ilk defa cumhurî rejime karşı, hem de siyasal iktidar tarafından bir karşıtlık geliştirilmektedir. Siyasi kararlar bir saray içinde alınmakta, devletin iç ve dış politikaları bir aile içinde yürütülmekte, yeni bir devlet kurulduğu iddiaları açıklıkla dile getirilmekte, aynı zamanda AKP lideri olan devlet başkanının resmî sosyal medya hesabında yer alan devletin adından “cumhuriyet” ifadesi çıkarılmaktadır. Bir cumhuriyeti tanımlayacak temel biçimsel ilke olan kuvvetler ayrılığı OHAL rejimi içinde yapılan plebisit ile ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyetin içeriğine ilişkin temel hak ve özgürlükler rejimi ile egemenliğin kaynağının halkta olduğu esasından türeyen laiklik, 2011’den beri itibarsızlaştırılan anayasanın OHAL marifetiyle askıya alınması sonucu yok edilmiştir. Rejim değişikliği olarak tarif edilen şey devlet ve sarayın özdeşleşmesidir. TBMM yasama ve denetleme alanından çekilmiştir.

Bunun dış politikadaki yansıması Türkiye Cumhuriyeti dış politikasının yerini AKP ya da Erdoğan’ın dış politikasının almasıdır. Ülkenin adının gizli anlaşma iddiaları ile anılması ve neredeyse kamuoyunun bu iddialardan hiç haberinin olmamasıdır. Çarpıcı olanlarından bazılarını sıralamak gerekirse;

-5 Temmuz 2016 tarihli bir haberde, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ağzından ABD ile Membiç konusunda bir gizli anlaşma yapıldığına dair ifadelere yer verildi. (1)

-29 Haziran 2015 tarihli bir haberde Türkiye’nin Esad’ı devirmek için Suudi Arabistan ve Katar ile 2012 yılında bir gizli anlaşma yaptığı iddia edildi. (2)

-Independent’ın Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn, Türkiye’nin IŞİD ile gizli bir anlaşma yaptığını, buna göre IŞİD militanlarının Türkiye sınırından silah desteği aldıklarını ve IŞİD'in çıkarıldığı belirtilen Cerablus'ta kılık değiştirerek hâlâ varlığını sürdürdüğünü iddia etti. (3)

-CHP İzmir milletvekili Aytun Çıray hükümetin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile bir gizli anlaşma yaptığı iddiasını TBMM gündemine taşıdı. (4)

-Katar krizinin ardından Suudi basını, Türkiye’yi gizli anlaşmayı ifşa etmekle tehdit etti. (5) İddiaya göre Türkiye ve Katar Arap ülkelerinde karışıklık çıkarmak üzere bir anlaşmaya varmıştı.

Bu iddiaların gerçekliğini ölçebilecek durumda değilim, fakat bu iddiaların kendisi bile, içerideki yeni devlet tartışması ile birlikte düşünüldüğünde, cumhurî hükümet biçimi ile savaş ve barış arasındaki kadim bağı hatırlatmayı gerektirmektedir.

CUMHURİYETLER SAVAŞIR MI?

Bu bağı en özlü biçimde, 1795’te yazdığı Ebedi Barış Üzerine adlı eserinde Immanuel Kant dile getirmiştir. Ona göre cumhuriyetlerin savaşa girme olasılığı, despotik rejimlere göre çok daha azdır. Çünkü despotik rejimlerde savaşa saray sofralarında karar verilir ve savaş sırasında o sofralardan hiçbir şey eksilmez. Despotun alacağı bir risk yoktur, kazanırsa serveti ve varlığı artacak, kaybederse halkının üzerine daha büyük bir baskı kuracaktır. Fakat cumhuriyetlerde savaşa girme kararını savaşacak olan halk verecektir ve halk hiçbir çıkarının olmadığı bir savaşa girmek istemez.

Kant’ın ilkelerini bir adım ileriye taşıdığımızda, cumhuriyetlerin barışı tehlikeye düşürecek gizli anlaşmalar yapmayacağını; yapamayacağını açıklıkla görürüz. Çünkü cumhuriyetlerde özgür basın güvenceye alınmıştır. Devleti savaşa sokabilecek hiçbir gizli anlaşma, devlet sırrı gibi bir bahanenin ardına saklanarak örtbas edilemez. Bu nedenle kamuoyunun özgürce oluşabildiği bir devletin, egemenlikte eşit pay sahibi yurttaşlarını tehlikeye sokacak gizli angajmanlara girmesi olası değildir.

SONUÇ YERİNE

Çok kırılgan bir dünya konjonktürünün içinden geçiyoruz. Yukarıda saydığım iddialar sadece Türkiye için dile getirilmiyor. ABD’nin, Rusya’nın, İsrail’in çeşitli ülkelerle gizli anlaşmalar imzaladığı, yeni paylaşım savaşlarının yaşandığı ve daha büyüklerine gebe bir dönemde, otoriter rejimler ile onların yarattığı ırkçı insan tipinin dünyanın her yerinde pıtrak gibi çoğaldığını izliyoruz. Bu rejimler, kendi ülkelerindeki barışı ortadan kaldırdığı gibi yerküreyi tehlikeye sokacak büyük felaketleri yaratma potansiyelini de taşıyor.

Dolayısıyla bugün cumhuriyeti savunmak, hak ve özgürlüklerimizi güvenceye alacak, barışı ülke içinde ve dışında tesis edecek yeni bir toplumsal sözleşmeyi savunmak, asıl olarak keyfi yönetimin araladığı felaket penceresini kapatma mücadelesidir. İktidarı sınırlayan bir anayasa ile tüm yurttaşlara sağlanacak olan güvenceler bir yaşam tarzı sorunu değil, bizzat yaşam, varlık sorunu haline gelmiştir.

(1) http://www.birgun.net/haber-detay/cavusoglu-menbic-konusunda-abd-ile-gizli-anlasma-yaptik-118858.html

(2) http://www.birgun.net/haber-detay/turkiye-suudi-arabistan-ve-katar-esad-i-devirmek-icin-2012-de-anlasti-83779.html

(3) https://tr.sputniknews.com/analiz/201609101024801187-independent-isid-turkiye-gizli-anlasma-cerablus/

(4) http://www.hurriyet.com.tr/gizli-anlasma-gensorusu-22897842

(5) http://www.7sabah.com.tr/haber/15418/suudi-medyasindan-turkiyeye-saldiri/


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.