YAZARLAR

Almanya'daki Türkler ne yapsın?

Hükümet bu kez Almanya ile Türkiye arasında yaşanan sorunlar sürecinde Almanya’daki Türkleri enstrüman olarak kullanmaya çalışıyor. Almanya’daki Türklerin içinde yaşadıkları ve büyük oranda uyum sağladıkları Alman toplumunun parçası oldukları ya da Alman devletinin yasalarına tabi olduğu gerçeği ortadayken “azınlık imal etmeye” çalışıyoruz.

“Yurtta sulh cihanda sulh” söylemi “Yurtta Türk, cihanda Türk” söylemi ile yer değiştirdiğinden beridir “dışarıdaki Türkler” de politik enstrüman olarak kullanılmaya başlandı.

Türk kamuoyunda pek bilinmez ama Suriye’de olayların başında özellikle Humus’ta yaşanan gösterilerde Türkmenler de “kullanıldı.” Lazkiye’nin kuzey kırsalı, Halep – Hama – Humus hattında yaşayan ve hükümet tarafından organize edilen Türkmenler gösterilerdeki motor güçlerden biriydi.

Türkiye’nin koordinasyonu ile oluşturdukları örgütler vasıtası ile savaştılar ya da diğer örgütler içinde yer aldılar.

Hepsi değil elbette, halen Suriye ordusunda yüzlerce Türkmen bulunuyor.

Hükümet Suriye’nin tıpkı Türkiye ya da başka ülkeler gibi azınlık barındırdığı, kendi yasaları ve güvenlik algılamaları / tanımları olduğu gerçeğinin gözardı etmişti ve bu anlayışa göre çöl ve çadırdan oluşan Suriye’de istediğimiz gibi at koşturabilirdik!

Suriye’de “hedefe ulaşmak için” Türkmenleri de feda etmekten çekinmeyen bu anlayışın getirdiği süreç herkes için kanlı oldu. Binlerce Türkmen hayatını kaybetti, terör örgütlerinin eline düştü, yine binlercesi Suriye içinde göçmen konumunda.

Şartlar birbirine hiç benzemiyor elbette ama aynı “kullanma anlayışı” şimdi Almanya’da da devrede. Hükümet bu kez de Almanya ile Türkiye arasında yaşanan sorunlar sürecinde Almanya’daki Türkleri enstrüman olarak kullanmaya çalışıyor.

Almanya’daki Türklerin içinde yaşadıkları ve büyük oranda uyum sağladıkları Alman toplumunun parçası oldukları ya da Alman devletinin yasalarına tabi olduğu gerçeği ortadayken “azınlık imal etmeye” çalışıyoruz.

Almanya’da çalışan / yaşayan Türkler azınlık değil, onlar “misafir işçi” ya da son yıllardaki söylem ile “yabancı kökenli.”

Onlar Almanya’ya çalışmak için gitti, kavga etmek için değil. Alman devleti de bu insanlara topluma, demokratik hayata katılmaları için Almanlar ile eşit haklar verdi ve yaklaşık 3 milyon Türk Almanya’da bu haklarını kullanabilmenin rahatlığını yaşıyor.

Seçimlerde hangi partilere oy verilmemesi gerektiği gibi direktifler ise “huzur iklimine” dinamit koymaktan başka işe yaramıyor.

Görünen o ki hükümet Türkleri azınlık tanımlamasına sokmakta kararlı. Ama bunun kısa vadede olmasa bile ileride çok önemli negatif sonuçları olabilir.

Birincisi bu çağrılar Almanya’daki Türkler arasında ayrışmayı tetikliyor. “Erdoğancı – Erdoğancı olmayan” tohumu tutarsa Almanya’daki Türklerin “memleket havasını solumak için” binlerce kilometre yol tepmelerine gerek kalmayacak.

Aslında bu ayrışma gümrüklerde çoktan hayata geçirilmiş durumda. Türkiye’ye girerken hiçbir gerekçe olmaksızın tutuklananların, pasaportuna damga vurularak geri gönderilenlerin olduğu haberleri geliyor. Sadece “Cemaatçi” olanlardan değil “muhaliflerden” bahsediyoruz. Bu konu Alman basınında da yer aldı. Türkiye’ye izne gelecek birçok kişi tutuklanma tedirginliği yaşıyor.

Türk – Türk ayrışmasından daha tehlikeli ikinci sonuç Türk – Alman ayrışması / karşıtlığı. Türkler hedef haline getiriliyor. Alman devleti aşırı sağ politika, örgüt ya da eylemler konusunda hassas ancak Türkiye’den yapılan açıklamalar Türklerde de Almanlarda da Türklerin “öteki” olduğu düşüncesini tetikliyor.

Üçüncüsü, Almanya ile Türkiye arasındaki “hikayenin” ne olduğunu tam olarak kimse bilmiyor ama düşündüğümüzden daha büyük olduğu belli. Bunca kriz “iki gazeteci için” çıkmaz. Ama her ne olursa olsun devletler arasında yaşanan politik kavganın sadece çalışmak ve yaşadığı toplum içinde sosyalleşmenin dışında hesabı olmayan insanlar ile ne ilgisi var? Herkesi politikleşmeye zorlamanın anlamı var mı? Almanya’da işler iktidar ya da muhalefete yakın olmakla yürümüyor ki. Orada herkes kendi işine bakıyor.

Türkiye’de insanlar kendisini siyasi akım, parti, etnisite, din üzerinden tanımlıyor ama bu kültür gelişmiş ülkelerde yok. Onlar ürettikleri ile, meslekleri ile tanımlıyorlar kendilerini. Bu gidişle Almanlara da partili olan – olmayan kültürünü öğreteceğiz sanırım)

Hükümetin söylemleri Almanya’da yaşayan Türk toplumunun hem kendi içinde hem Almanlarla ayrışmasından başka sonuç getirmez.

Buna gerek var mı?

***

ABD Başkanı D. Trump’ın IŞİD ile mücadele özel temsilcisi Brett McGurk Suriye ordusunun Fırat’ı geçmesine izin vermeyeceklerini söyledi.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad ise dışişleri mensuplarının katıldığı toplantıda Suriye’nin tek karış toprağını vermeyeceklerini söylemini yineledi, son günlerde yaşanan gelişmelere de değinerek savaşın henüz bitmediğini ifade etti.

El Suhna’nın alınmasından sonra Suriye ordusunun hedefinin Deyrezzor olduğu Ruslar tarafından da açıklanmıştı. McGurk’ün açıklamaları Deyrezzor cephesinin çok önemli bir savaşa sahne olacağını gösteriyor. Çünkü bu sözler Kürt sınırlarının düşünülenden daha geniş tutulmak istendiği anlamına geliyor. Belli ki Suriye’yi neredeyse ortadan ikiye bölmüş Fırat Nehri doğal sınır olarak düşünülüyor. Bu durumda Suriye’de ilk defa iç savaş tanımlamasını düşündürecek gelişmeler yaşanabilir. Çünkü ABD YPG’yi “Halk Savunma Birlikleri” olmaktan çıkarıp kendi nüfuz alanını koruyacak ordu haline getirmek istiyor ve coğrafyayı da bu tanıma göre geniş tutmayı planlıyor. Suriye yönetimi defalarca böyle bir duruma izin vermeyeceğini yineledi. Suriye ordusunun ise ABD’nin “doğal sınır” olarak tanımladığı bölgeye yani Deyrezzor’a ilerleyişi sürüyor. Bakalım neler yaşanacak?

Diğer yandan İran – Türkiye arasındaki temaslar ve Türkiye’den bir heyetin Moskova’yı ziyareti “en sona” bırakılacağı konuşulan İdlib’te de kanlı bir savaşın yakın olduğununun işareti.

Türkiye’den bugüne kadar yapılan açıklamalarda YPG ve IŞİD dışında unsurlardan söz edilmiyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “İran ile birlikte operasyon yapabiliriz” sözleri bunun dışına çıkılacağı anlamına da geliyor. Türkiye YPG üzerinde duruyor ama İran’ın başka hedefleri de var.

Yani operasyonun diğer gruplara da yönelik olacağı belli. Diğer yandan Erdoğan İran dedi ama İdlib’e yönelik “tost operasyonunun” kuzeyden TSK, güneyden ise Rus ordusu tarafından yürütüleceği de konuşuluyor. İran güçlerinin bu operasyona hangi nicelik ve nitelik ile katılacağı ise meçhul.

Eğer İdlib operasyonu Erdoğan’ın dediği gibi ortak yapılırsa hükümet ilk defa Suriye’de “yönetim karşıtı gruplara yönelik” somut adımın içinde yer almış olacak. İhanete uğradığını düşünecek örgütlerin ise ilk hedefi sınır illerimiz olabilir. Daha şimdiden yakalanan onlarca militan var. Bakalım hükümet Suriye’de ektiğini orada bitirebilecek mi?

Türkiye ile İran arasında sadece İdlib’in konuşulmadığı aşikâr. ABD fiili olarak Suriye’ye yerleşti. Şimdi konuşulan bundan sonra ne kadar süre ile ve hangi sınırlar içinde kalacağı. Diğer deyiş ile Türkiye – Rusya – İran - Suriye ittifakı, sancıları süren “Kürt devletinin” doğumunu önlemekte ne kadar başarılı olacak? Bunu da zaman gösterecek.


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.