‘Vefa yorgunluğu’
İktidarın ‘genleşmesi’nin vardığı noktada, talip olunan şeyi elde etmek için “yandaşlık” yetmiyor. Erdoğan’ın, kendisini bir seçenek değil bir zorunluluk olarak koyduğu andan beri zaten ‘herkes’ yandaş. Ve artık “yandaşlar arasında” tercih yapması gerekiyor.
Eski Fenerbahçeli futbolcu Rıdvan Dilmen, bu yılın başında, ‘Türk tipi başkanlık’ için bir referanduma gidileceği belli olduktan sonra bir video mesaj yayınlamış, AKP bildirisi gibi bir metnin ardından “Güçlü bir Türkiye için evet ben de varım. Sevgili Arda sen de var mısın?” diyerek, pası Arda Turan’a atmıştı. Arda da aynı şekilde bir başka futbolcu Burak Yılmaz’a; Burak Yılmaz şarkıcı Murat Boz’a; o berikine pası atıyor ve bu ‘Evet zinciri’, çağrıya karşılık vermeyen Acun Ilıcalı’ya kadar uzayıp orada ‘kopuyordu’. Acun "ben de varım" demedi ama bu zincire bir yerinden eklenmek gerektiğini düşünen milletvekilleri, belediye başkanları, bürokratlar, topçular, popçular çoktan sıraya girmişti.
O günlerde bunun, Futbol Federasyonu Başkanı olmak isteyen Dilmen’in siyasi yatırımı olduğu söylenegeldi. Eğer öyle idiyse de sonuç hüsrandı: Hem kampanya geri tepmiş hem de ‘ekran yüzü’ olan futbolcuların biri trafikte halk otobüsü şoförüne, diğeri milli takım uçağında gazeteciye saldırarak skandal yaratmıştı. Dilmen, bir süre sonra başkanlık konusundaki ‘sessizliğini’ bozarak asla aday olmayacağını söylemek durumunda kaldı.
Rıdvan Dilmen, Cengiz Semercioğlu’na verdiği ve Pazar günkü Hürriyet’te yayınlanan röportajda ise, başkanlık işinden kendisini vazgeçirenin esasen Tayyip Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan olduğunu söylüyordu. Belli ki başkanlıktan vazgeçmişti gerçekten de... Ama aynı röportajda mevcut yönetimi eleştiriyor ve değişmesi gerektiğini de söylüyordu. Yani adaylıktan vazgeçse de siyaseti sürdürüyordu.
Bundan sadece bir gün sonra, salı günkü Habertürk’te, TFF 1'inci Başkan Vekili Servet Yardımcı’nın, Başkan Yıldırım Demirören’le açıktan çatışmaya girdiği demeçleri, “Artık ip koptu, bayrak açtık” başlığıyla yayınlandı. Haberin içine iliştirilmiş bir cümle yaşananların ‘kapsamı’ hakkında fikir veriyordu: “[Servet] Yardımcı gerçekten de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığını bir gün bile gündeme getirmedi. Bu yakınlığı kullanmadı. Yine kullanmıyor. Sadece (…)”
Dikkat çekici bir başka gelişme, aynı günlerde, aralarında Konyaspor başkanı ve bir eski milli kalecinin de olduğu bazı spor simalarının, ‘FETÖ’, ‘ByLock’ vs. nedenlerle art arda gözaltına alınıp bırakılması oldu.
Besbelli federasyon yönetimi üzerinden Türkiye futbol pazarını yönetmeye ilişkin bir rekabet yaşanıyor. 2016 verilerine göre Türkiye liglerinin değeri 1 milyar euro civarındaydı. Katarlı beIN Media Group, Temmuz 2015’te Digitürk ile birlikte ligin yayın haklarını da satın almıştı ve bu yıl yatırımı genişletti.
En az 1 milyar euro büyüklüğündeki bu pazar, içinde bulunduğu zorlu koşullar gözetildiğinde, Türkiye için önemli bir sektör ve aynı zamanda uluslararası görünürlüğün bir aracı haline geliyor ve sektörün ‘yönetimi’ de bu açıdan daha büyük önem kazanıyor. Belediyeler, inşaat firmaları, telekom devleri, kamu bankaları gibi, iktidarın önem verdiği oyuncular sektörün içinde. Artık kendisini, bir seçenek olarak takdim etmeyen, bir zorunluluk olarak dayatan siyasal iktidar, bu kritik sektörde (de) gücü tamamen elinde hissetmek istiyor belli ki…
Hürriyet Spor Servisi'nden Kenan Başaran, sosyal medyada şöyle formülleştirdi rekabeti geçen gün:
“TFF’de koltuk savaşı:
1- Yıldırım Demirören 2- Servet Yardımcı 3- Göksel Gümüşdağ. Kilit isim Gümüşdağ. Dilmen’in desteği Yardımcı’ya.”
Pazar gününden beri ‘ana akım’ gazetelerde çıkan demeçler daha anlamlı hale geliyor bu şablonla.
Ancak dikkat çekici bir yan daha var. Federasyon yönetimini ele geçirme denkleminde bulunan bu üç ‘futbol iktidarı’ adayının üçü de siyasal iktidarın nüfuz alanında.
-Milliyet ve Vatan gazetelerini satın alarak bu gazetelerin ve internet sitelerinin yayınlarını hükümet yanlısı bir noktaya getiren Demirören ailesinin ve referanduma birkaç hafta kala, Mart 2017’de, amacı ve sonuçları belirsiz bir ‘Futbol Zirvesi’nde, kürsüden Erdoğan’a bakarak, “Sayın Cumhurbaşkanım, daha güçlü bir Türkiye için 17 Nisan sabahı ‘Evet’ diyen bir Türkiye ile uyanmak dileğiyle” diyen Yıldırım Demirören’in durumu ortada.
-Göksel Gümüşdağ işadamı; İstanbul belediyesinin AKP’li meclis üyesi, başkan vekili; Büyükşehir Belediyespor ve onun devamı Başakşehir’in kulüp başkanı; Demirören’in ‘Evet performansı’nı sergilediği ‘Futbol Zirvesi’nin organizatörü Kulüpler Birliği Vakfı’nın son üç yıldaki başkanı… 2011’de seçilen federasyon yönetiminde 2'nci başkan… Aynı yıl, cemaat operasyonu olarak bilinen şike soruşturması kapsamında gözaltına alınmış… Daha ne olsun?
-Servet Yardımcı Rizeli bir armatör. Habertürk’te hakkında yazılanı hatırlayalım: “Yardımcı gerçekten de Erdoğan’a yakınlığını bir gün bile gündeme getirmedi…” Sanki bunu bir gazeteye yazmak o yakınlığı gündeme getirmenin kendisi değilmiş gibi… Servet Yardımcı Rizespor ve TFF’de yıllarca yöneticilik yapmış; Fenerbahçe kongre üyesi; eski AKP İstanbul milletvekili ve Milli Savunma Bakan Yardımcısı Hasan Kemal Yardımcı'nın kardeşi… Devam etmeye gerek var mı?
TFF yönetimine aday olduğu/olacağı anlaşılan isimlerin üçü de iktidarın açık destekçisi. Ama şimdi birbirlerine kılıç çekiyorlar, ‘bayrak açıyorlar’…
Dikkat çekici yan da burada...
İktidarın ‘genleşmesi’nin vardığı noktada, ihale, koltuk vs., talip olunan şey her neyse, onu elde etmek için, -o bildik tabirle söylersek- “yandaşlık” yetmiyor. İktidarın ve özellikle de Erdoğan’ın, kendisini, bir seçenek değil bir zorunluluk olarak koyduğu andan beri zaten ‘herkes’ yandaş. Ve artık atama mercisinin “yandaşlar arasında” tercih yapması gerekiyor.
Muhayyel ‘yeni Türkiye’nin hem ‘başarısı’ hem de ‘çaresizliği’ bu tablo: ‘Yanlısı’ gibi görünmeyi hemen herkesin kabullendiği bir ‘güç’ yaratma açısından başarılı; ama aynı gücün, artık doğal sınırlarına varmış olması nedeniyle, yeni (zenginlik, makam vs.) fırsatlar yaratmak ve böylece bünyesindeki krizi aşmak konusunda çaresiz.
Futbol dünyasındaki görüntü, aslında bizzat siyasette, bürokraside, partide ve ‘yeni elit’lerde yaşanmakta olduğu anlaşılan sıkıntının bir türevi. Erdoğan’ın ısrarlı ‘metal yorgunluğu’ söyleminin partide ‘hoşnutsuzluk’ yarattığını okuduk önceki gün Abdülkadir Selvi’den: Söylem değişecek, ‘metal yorgunluğu’ yerine ‘vefa’ kavramı gelecek, diyordu. Gerçekten de Erdoğan ‘metal yorgunluğu’ ve ‘partide büyük değişim’ parolalarıyla işaretini vermeye çalıştığı tasfiyeyi pek gündeme getirmez oldu.
Yaşanan sınırlı sayıdaki değişimde bile itiraz sesleri hemen duyuldu: AKP Bolu Merkez İlçe Başkanı Adil Esen, sosyal medya hesabından “Şu biline ki biz istifa ettirildik” diye yazdı sitemle. Her kilidi açacağı düşünülen “Reis böyle istedi” formülü sitem ve itirazları engelleyememiş görünüyor. ‘Reis’ belli ki, parti örgütlerinin tasfiyeye karşı direnciyle karşılaşıyor. Diğer yandan ‘gidenler’in de eskisi kadar sessiz kalmayacağı anlaşılıyor.
Kalanların homurdanması, gidenlerin konuşması… Buna da “vefa yorgunluğu” mu demeli?
‘Reisçilik’ yarışı, bir yandan ‘Reis’in söylemini sorgulayacak kadar direnç geliştiren, diğer yandan ona “Raconu ben keserim” dedirtecek sonra da hiç üstüne alınmayacak kadar kontrol dışına çıkan odaklar yaratıyor.
Herkesin ‘yandaş’ olduğu ve liyakatin çoktan terk edildiği koşullarda iktidar, fiziki gücünün zirvesinde olmanın kırılganlığını yaşıyor.
Hakkı Özdal Kimdir?
1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.
Türkiye’nin ‘anlık’ görüntüsü: Xiaomi-Salcomp’ta sendika direnişi 17 Eylül 2021
Menderes’in elini yakan büst 10 Eylül 2021
28 Şubat ‘intikamı’: Güç değil, zayıflık alameti 24 Ağustos 2021
Köylüler ve ‘beyaz etçi’ler: Halk ve sermaye 06 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI