Raconatif diplomasi
Diplomasideki son hareketlilik, feci hatalarla ayaklarına gemici düğümü atan iktidarın can havliyle kendini çözme çabasından kaynaklanıyor. Bunu eski kodlara dönüş ya da normalleşme olarak okuyanlar da var. Lakin iskeleyi fena halde dağıttıklarından gemiyi yanaştıracak bir liman da kalmış değil.
Raconatif diplomasiden kastım, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine yansıyan Kasımpaşa tarzıdır. Racon, taşıdığın ağırlıktan fazlasını hissettirmektir; lâfzen ve hileyle. Özellikle iktidarın Ortadoğu’daki gelişmelere yön verecek kapasitede olduğuna dair iddialı çıkışlar yaptığı Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin ortaklarını da şaşkına çeviren taktikleri oldu.
Diplomasiye yön veren aktörler temenni ya da talep olarak masaya koydukları hususlarla ilgili “Değerlendirebiliriz”, “Tartışabiliriz”, “Gündemimize alabiliriz” ya da “Bakarız” gibi muhatabı geçiştirmeye yarayan yanıtları sanki mutabakat sağlanmış gibi kamuoyuna yansıtıyor. Daha önemlisi de dış politika iç politikada tüketilen meze haline getirilirken mühim diplomatik masalarda yapılan konuşmalar çarpıtılarak aktarılıyor.
Bu girizgâhı şu münasebetle yaptım: Ankara-Tahran arasında gerçekleşen kritik temaslar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Bağdat-Erbil mesaisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Amman ziyareti ve ABD Savunma Bakanı James Mattis’in Ankara’ya gelişi, Türk dış politikasını birden bire yeniden pupa yelken pozisyonuna soktu. Gemi azıcık yürümeye dursun mübarek hemen Pegasus havasına giriyor.
Kabadayının çakı gösterme ve saklama beceresi diplomaside denenirse türbülanslara yol açabilir. Bazen kilitlenmeyi açmak için şok dalgalar faydalıdır. Ama dalgalanmayı yönetemedikleri için sürekli geri adım ve çark vaziyetiyle dış politikada var olan itibarı da yok ettiler.
***
Diplomasideki son hareketlilik, feci hatalarla ayaklarına gemici düğümü atan iktidarın can havliyle kendini çözme çabasından kaynaklanıyor. Bunu eski kodlara dönüş ya da normalleşme olarak okuyanlar da var. Lakin iskeleyi fena halde dağıttıklarından gemiyi yanaştıracak bir liman da kalmış değil.
Temaslardan ikisi hayli kritikti. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagheri 15 Ağustos’ta Suriye, Irak ve Kürdistan referandumunun öne çıktığı konuları görüşmek üzere Ankara’ya geldi. Bu seviyede askeri bir temas 40 yıl sonra ilk kez gerçekleşiyor. Haliyle dikkati celp eden bir durum. Ama daha önemlisi, askeri diplomasinin devreye girmiş olmasıdır. Yani sivil kanatların konuştuğu konuların pratikteki muhatapları devrede. Doğal olarak bu noktadan sonra bir sonuç bekleniyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu sonucu “Terör örgütlerine karşı, İran'la böyle bir müşterek hareketin yapılması her an gündemde" diyerek dışa vurdu. İran Devrim Muhafızları ise ortak operasyonu yalanladı.
Türkiye İdlib’e karşı Afrin’e operasyon, genel anlamda Rojava’nın fiili özerkliğini bitirecek şekilde Suriye’nin kuzeyinin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi, Irak tarafında ise PKK’ye karşı Kandil ve Şengal’de ortak operasyon şeklinde bir pazarlık döndürüyor. Ancak iki ülke PKK konusunda ortak tehdit algısı içerisinde olsa da gerek Irak, gerek Suriye’de İran’ın Kürtlerle ilgili çözüm anlayışı önemli nüanslar barındırıyor. İran, Türkiye’nin olumlu bir katkısı olmadan Suriye krizinin kolay çözülmeyeceğinin farkında. O yüzden ayartıcı bir yakınlaşma sürecine giriyor. Buna karşın İran’ın Kürtlerle ilgili farklı dengeleri ve oyun planlarını masada tutan politikasından vazgeçtiğine dair ciddi hiçbir emare yok.
İran ve PKK, Suriye’ye odaklanma ihtiyacı duydukları için Ağustos 2011’de ateşkesle Kandil’deki çatışmaları bitirmişti. İran savaşı yeniden başlatacaksa mantıken Irak ve Suriye’de Kürtlerle ilgili bütün seçenekleri tüketmiş olması gerekiyor. Henüz seçenekleri bitirdiği söylenemez. Tabii ki İran da YPG’nin üzerinde hissedeceği Türkiye tehdidini, Kürtlerin ABD’yle ortaklığını bitirip Şam’a yaklaşmaları için kullanışlı bir baskı aracı olarak görüyor. Ancak konuştuğumuz İranlılar, Türkiye’nin arzuladığı türden Kürtlere cephe açmanın geri döndürülemez sonuçları olabileceğini de hesaba katıyor: Böylesi bir müdahale Suriye’yi parçalayabilir ve ABD’nin varlığını kalıcı hale getirebilir. Öte yanda Şam’ın da Kürtlerle olan meseleyi öne çekmek gibi bir acelesi yok. Şengal konusunda ise İran, Türkiye ile türdeş hassasiyetlere sahip değil. (Yazıyı uzatmamak için bu fasla girmiyorum.)
O yüzden "PKK’ye karşı operasyon ya da önlem" derken tarafların kelimeleri nasıl dans ettirdiklerine iyi bakmalı.
***
Irak’taki temaslara gelince: Bir kere iktidar “Türkiye onay vermeden bölgede yaprak bile kımıldamaz” diyor ya, Irak’la bunca kriz yaşanırken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 23 Ağustos’taki bir günlük çıkarmayla ilk kez Bağdat’ı ziyaret etmiş oldu. Hani Irak, Türkiye’ye kol mesafesindeydi?
Türk medyası ziyaretle ilgili Irak’ın olası İran-Türkiye ortak operasyonunu için “Biz de varız” dediğini öne sürdü. Askeri anlamda onlarca yıldır kuzeyle irtibatı kalmamış ve daha Musul’un tamamına ulaşamamış olan Irak’ın sanki Kandil’e uzanacak mecali varmış gibi!
Şengal daha erişilebilir bir yerde duruyor fakat Irak ordusu açısından oraya girmek için şu aşamada mücbir bir neden yok. Milis gücü olarak Haşd el Şa’bi, Şengal’e bağlı yerleri IŞİD’den aldıktan sonra Ezidi güçlerine bırakmıştı. Asıl Bağdat’ın Şengal’e nasıl baktığına bakmalı. Bağımsızlık referandumu tartışılırken Ezidilerin Kürdistan yönetiminden farklı bir politik gündeme tutunması, Bağdat’ın da işine gelen bir denge unsuru sayılabilir. Şengal’de PKK çizgisindeki Ezidilerin özerk yönetim ilan etmesinin Ankara’daki kadar Bağdat’ta alerji yarattığını söyleyemeyiz. Bu iç dengelerle ilgili bir durum. Açıkçası Irak yönetimi, mevcut anayasaya göre Musul’un idari sınırlarında yer alan Şengal’in yüzünü Bağdat’a dönebileceği kanalları açık tutmaya çalışıyor. Peşmerge’nin dağıtılmasını istediği PKK çizgisindeki Ezidi öz savunma güçlerinin Bağdat tarafından maaşa bağlanmasının bir nedeni de bu.
Benim edindiğim bilgilere göre Çavuşoğlu, Bağdat’ta, PKK’nin Ezidiler üzerinden Şengal’de oluşturduğu fiili durumun kalıcı hale gelmeden önlenmesi gerektiğini söyledi. Kandil bütün ikili temaslarda olduğu gibi bu kez de konuşuldu ama Türkiye, İran ve Irak’ın ortak operasyon yürütmesi gibi bir seçenek gündeme bile gelmedi.
Kürtlerin referandumda ısrar etmesinin olası kötü sonuçları üzerinde de duruldu. Genelde bu tür temaslarda Türk heyetinin mesajları “Açık açık söyledik” ve “Gereken uyarıyı yaptık” modunda aktarılır da muhatapların ne dediğini paylaşmak kimsenin işine gelmez. Son zamanlarda Iraklıların Türk muhataplarına dediği şu: “Kürtleri bu noktaya siz getirdiniz. Enerji anlaşması ve başka ilişkilerle Barzani’yi cesaretlendirdiniz.”
Kuşkusuz Iraklılar da 1990’dan beri Kürdistan’ın kaçınılmaz bir kopuş sürecinde olduğunu görüyor. Bazı unsurlar hariç Irak siyasetinde ‘bağımsız Kürdistan’ı kabullenme var aslında. Ancak savaştan savaşa batan Irak’ı yeniden selamete çıkarmadan Kürtler tamamen koparsa ülkenin geri kalanını toparlamanın da imkânsız olacağını düşünenler çok. Bir de koparken neyi ne kadar koparacağına dair korkular var. (Kerkük gibi statüsü karara bağlanmamış yerler fiilen Peşmergenin kontrolünde.) Bu iki neden referanduma karşı çıkışları besliyor. Bunlara bir de Bağdat’tan daha sağlam bir duruş bekleyen iki komşunun mengenesini ekleyin. Burada iki ülke arasındaki siyaset farkına da işaret etmek lazım: İran’ın Kürdistan’ın içine nüfuz etme ve yönlendirme kanalları Türkiye’den daha fazla. Bu da İran’a paniklemeden ve yüksek perdeden konuşmadan sessizce baskı kurma şansı veriyor.
Beşika'daki Türk askeri varlığı ile ilgili de tarafların tutumu değişmiş değil. Bağdat Beşika üssünü ilişkilerin önündeki engel olarak görmeye devam ediyor. Türkiye ise Şengal’deki PKK yapılanması sürerken üssün elzem olduğunda ısrarlı. Son görüşmede taraflar konuşarak bir çözüm bulma konusunda ocakta sağlanan mutabakatı tekrarlamakla yetindi.
***
Her halükarda diplomasi iyidir ama çok temas değil anlamlı ve tutarlı diyaloglar önemli. Irak ve Suriye’deki krizler boğum noktasına geldi. Son kerte en sancılı olanıdır ve diplomasinin mahareti burada öne çıkar. Dağıtılan coğrafyayı yeniden toparlamak için komşularla birlikte ortak çözümler üretilmesi son derece elzem. Ne var ki iktidar bölge halklarının yararına olacak bir çözümden çok kendi korkuları ve takıntılarıyla geriye kalan son diyalog ve ortaklık olanaklarını da rehine alıyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Rusya niye ‘Türkiye işgalci’ dedi? Ve Suriye’de birkaç senaryo… 18 Kasım 2024
Dünya barışını fanatikler sağlayacak: 'Tanrı Orta Doğu’yu Korusun!' 14 Kasım 2024
Erdoğan, Trump’ı yine tongaya düşürür mü? 11 Kasım 2024
Trump döndü, ABD iç savaştan sıyırdı... Ya dünya? 07 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI