YAZARLAR

Esra Özakça: Taş bile hava koşullarının değişimine direniyor

30 Ağustos tarihi itibariyle açlık grevinin 100'üncü gününe giren öğretmen Esra Özakça, eşi Semih Özakça ve eğitimci Nuriye Gülmen’in serbest bırakılması ve işlerine iade edilmesi halinde grevi bırakacağını söylüyor. Özakça, kızı “yanlışlıkla” ihraç edilip KHK’yla tekrar işe iade edilen AKP Antalya Milletvekili Hüseyin Samani’nin “itibar” vurgusuna da tepkili: “İhraç edilen yüzbinlerin itibarı yok mu?”

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, Ankara’daki Yüksel Caddesi’nde açlık grevi eylemine başladıklarında, onlarla görüşmeye giden gazeteciler olarak etraflarında genç, güleryüzlü ve heyecanlı bir kadın görüyorduk sürekli. Bu genç kadının KHK’yla öğretmenlikten atıldığını, açlık grevindeki eşi Semih Özakça gibi ihraç karşıtı direnişin temel aktörlerinden biri olacağını öngörmüyorduk bile.

Ancak Nuriye ve Semih’in gözaltına alınıp tutuklanmalarıyla beraber Esra Özakça kendine çok uzak gördüğü bir yola girerek açlık grevi kararı aldı ve tam 100 gündür açlığını sürdürüyor.

Açlık grevinin sebebi ise KHK’yla atıldığı öğretmenlik mesleğine iade edilmek değil, Nuriye ve Semih’in serbest bırakılıp işlerine iade edilmeleri. Yani 100 gündür sürdürdüğü açlık grevini, kendisi işe iade edilmese bile, Nuriye ve Semih’in talepleri karşılandığı anda bırakmaya hazır. Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 60'ıncı gününde toplumda ciddi bir kamuoyu tepkisi oluşmuş ve bu iki eylemcinin taleplerinin bir an önce karşılanması için acil çağrılar yapılmıştı. Fakat tuhaf bir biçimde Esra Özakça açlık grevinin 60'ıncı gününü arkada bırakıp 100'üncü güne ulaştığı halde yaprak kıpırdamıyor gibi. Nedenini, nasılını, evvelini şimdisini ve son 100 gününü halen ev hapsinde tutulan Esra öğretmene sorduk…

Bugün (30 Ağustos) açlık grevinizin 100'üncü günündesiniz. Bu 100 günde neler yaşadınız, hayatınızda neler değişti?

Çok hızlı geçti doğrusu. Ben önceleri Yüksel Caddesi’ndeki basın açıklamalarına da katılıyordum ama sonra orada sürekli sıkılan gazlardan dolayı rahatsızlandım. Vücut direncim düştükçe Yüksel’deki açıklamalara katılma şansım azaldı. Her gün işkence söz konusuydu. Açlık grevimin otuzuncu günlerinde İstanbul’da Nuriye ve Semih için oluşturulan bir heyetle görüşmeye gitmiştim.

Kimlerden oluşuyor bu heyet?

Akın Birdal, Metin Bakkalcı, Fatoş Güney, Deniz Türkali gibi isimlerin olduğu bir grupla basın açıklaması yapılmıştı. Ona katılmak üzere İstanbul’a gitmiştim. Fakat zamanla daha sabit kalabileceğim bir eylem biçimini seçtik. Buna rağmen günde bir-iki saat de olsa Yüksel Caddesi’nde duruyordum. Açlık grevimin 45'inci gününde Ankara-Kızılay’daki Konur Sokak’ta yerlerde sürüklenerek gözaltına alındım. Üstelik beni onca polisin arasından bizzat Terörle Mücadele Şube amirinin gelip gözaltına alması çarpıcıydı. Gözaltı sonucunda bana, Acun Karadağ’a, Nazife Onay’a, Nazan Bozkurt’a ve Erdoğan Canpolat’a ev hapsi cezası verildi. Bu saydığım isimlerin hepsi KHK’yla işlerinden atılmış ve Yüksel Caddesi’ne sürekli çıkan kamu emekçileri.

KENDİ GARDİYANIMIZ OLMAYI REDDEDİYORUZ

Tutuklama yerine sizce neden ev hapsi cezası verildi size?

Zaten Nuriye hoca ve Semih ellerinde. Bizleri de tutuklamanın abes kaçacağını düşünmüş olmalılar. Savcı bizi ev hapsi talebiyle mahkemeye sevk ettiğinde, “tutuklansak daha iyi olur” dedik. Çünkü biz kendi gardiyanımız olmayı, evimizi hapishane yapmayı kabul etmiyoruz, dedik. Hakim bizi adli kontrol şartıyla serbest bıraktı. Fakat 16 saat içinde bu kararı değiştirttiler. Önce savcı itiraz etti ve başka bir hakim, ki Nuriye ve Semih’i tutuklayan hakimmiş, hakkımızda ev hapsi kararı verdi. Sonra da arkadaşlara elektronik kelepçe takıldı. Nazife Onay bu uygulamayı reddettiği için daha sonra sokaktan apar topar alınıp tutuklandı. Acun hoca da daha sonra kelepçeyi çıkardı.

esra1

Sizde var mı kelepçe?

Hayır, ben de kelepçe takmayı reddettim. Zaten açlık grevindeyim ve Semih’in görüşleri ve doktor görüşüm dışında bir yere gittiğim de yok. Bana ev hapsi uygulanacak koşullar bile yok. Kelepçeyi onursuzca bulduğum için takmayı kabul etmedim. Ev hapsi kararına itiraz ettik ama henüz bir sonuç alamadık.

Elektronik kelepçe nasıl bir uygulama?

Teninizden ayrıldığı zaman sinyal veriyor ve polis bundan haberdar oluyor. Acun Karadağ daha önce kelepçeyi çıkarıp Yüksel Caddesi’ne gitmiş ve orada gözaltına alınınca mahkemede “kendime gardiyan olmayacağım, evimi hapishane yapmayacağım” demişti. Mahkeme, Acun hocanın ev hapsinin kaldırılması kararı verdi.

YÜKSEL CADDESİ’NE 200 KERE SALDIRI OLDU

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevinin 60'ıncı gününden itibaren çok ciddi bir kamuoyu ilgisi ve tepkisi oluşmuştu. Fakat şu an o ilgi ve tepki azalmış görünüyor. Bu ilgisizliği nasıl yorumluyorsunuz?

Nuriye ve Semih’in açlık grevinin 60'ıncı gününden sonra kitleselleşme arttı ve Yüksel Caddesi’ne gece polis saldırıları başladı. Nuriye ve Semih tutuklandıktan sonra Yüksel’deki her eyleme istisnasız polis saldırısı oldu. Bugün (30 Ağustos) Nuriye ve Semih’in tutukluluğunun 99'uncu günü. Yüksel’de günde iki kere eyleme çıkılıyor, dolayısıyla şimdiye kadar Yüksel’e 200 kere saldırı oldu. Bu saldırıların hiçbiri de normal şiddette olmuyor. Tam 200 defa insanlar Yüksel’e geldi ve daha ağızlarını açmadan gaza, copa maruz kaldı. Veli Saçılık’ın sırtından yirmiye yakın plastik mermiye maruz kalmasından Acun Karadağ’ın kalp pili olmasına rağmen uğradığı muameleye, insanların kollarının kırılmasına kadar çok farklı şiddet uygulamalarına tanık olduk. Sadece Ankara’da değil, başka yerlerde yapılan sahiplenme eylemlerine de benzer saldırılar oldu. Düşünün ki Eskişehir’de eylem bile yapmamış, sadece Nuriye ve Semih için balon uçurmuş üniversite öğrencilerinin tümünün bursları kesildi. Nuriye ve Semih için açıklama yapan herkes hakkında soruşturma başlatılıyor. Futbol müsabakası sırasında “Nuriye ve Semih Yaşasın” diyen gençler hakkında tutuklama kararı verildi, biliyorsunuz. Bunların hukuki olmaması ise iktidar açısından sorun değil. İktidar için önemli olan büyük halk kitlelerini korkutmak. Bakanlık, Nuriye ve Semih aleyhine kitapçık bile çıkardı! Nuriye ve Semih’in ise ellerinde sadece açlıkları ve haklılıkları var. Karşı tarafın ise medyasıyla, kitapçığıyla, bakanıyla, polisiyle, her şeyiyle büyük bir gücü var. Bu kıyaslamayı yaptığımızda bile çok inanılmaz bir noktada olduğumuzu söyleyebilirim.

Bunca baskı, Gülmen ve Özakça’nın kamuoyundaki etkisini azaltmadı mı?

Bence bunca yapılanlar Nuriye ve Semih’i halkın gönlünden silmedi. Bu asla gerçek değil. Şimdiye kadar “Bakan sizin hakkınızda açıklama yaptı, artık size inanmıyoruz” gibi bir söz duymadım kimseden. Ama buna karşın günde sayısız destek mesajı almaya devam ediyoruz. Kitleleri sokağa çıkmamaları konusunda korkutmuş olabilirler ama insanların bilinçlerinde ve yüreklerinde Nuriye ile Semih’in haklılığı var. Geçen gün, çok küçük bir ilde yaşayan ve KHK’yla ihraç edilen bir arkadaşımız, karşılaştığı bir gencin anlattıklarını aktardı. O genç demiş ki, “abla ben bu küçücük ilin küçücük bir ilçesinin küçücük bir köyünden gelen bir gencim. Çok fazla haber bile gelmeyen bizim köyde herkes Nuriye ve Semih’in iki öğretmen olduğunu, işlerini istedikleri için başlarına bunun geldiğini biliyorsa, tüm Türkiye bunu biliyordur.” Bahsi geçen il de gerici olarak adlandırılan bir yer. Genç sözünü şöyle sürdürüyor: “Devlet bu işi Nuriye ve Semih’in lehine çözmek zorunda, aksi halde bizim köyü bile inandıramaz.” Dolayısıyla bu kadar büyük bir gücün karşısında Nuriye ve Semih’in haklılık ve temizlik gücü var. Ben kamuoyu etkisini bu örnek üzerinden değerlendiriyorum.

esrason

Gülmen ve Özakça’ya vurgu yapıyorsunuz ama siz de onlardan sonra en uzun açlık grevini sürdüren, KHK’yla ihraç edilen bir öğretmensiniz…

Evet, benim talebim kendi işime dönmek değil. Elbette işimi çok seviyorum ve çok özledim, ayrı konu. Ama Nuriye ve Semih’in durumunun aciliyeti dolayısıyla taleplerinin bir an önce karşılanması benim esas isteğim.

Onların açlık grevinin 60'ıncı gününde ciddi bir kamuoyu oluştuğu halde sizin için neden böyle bir kamuoyu oluşmadı?

Çünkü Nuriye ve Semih’in açlık grevi devam ediyor ve çok ciddi bir boyuta ulaştı. Onların durumu karşısında benimki, herhalde insanların nazarında farklı bir yere oturuyor. Ben de onların durumunu öncelikli almayı gerekli görüyorum. Özellikle son dönemde hastaneye götürülmeleriyle birlikte her gün işkence görmeleri, zorla müdahale tehdidi altında bulunmaları, fiziken, sağlıkları itibariyle çok ciddi bir aşamaya gelmiş olmaları çok daha önemli tabii.

100 GÜNDÜR NASIL DAYANABİLİYORUM, BEN DE ŞAŞIRIYORUM

Sizin sağlık durumunuz nasıl? Ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?

Kilo kaybım var tabii. Fakat açlık grevinde çok yabancılık çekmedim. Çünkü ben de neredeyse 175 gündür bu sürecin içindeyim. Nuriye ve Semih’in en yakınında bulunan kişiydim… Son zamanlarda kulaklarımdaki çınlama beni çok rahatsız ediyor. Uyku sorunu yaşıyorum, uyuyamıyorum. Gün içinde diş taşı oluştuğu için sürekli dişlerimi fırçalama ihtiyacı hissediyorum ama diş etlerim çekildiği ve sinirler açığa çıktığı için bunu yapamıyorum. Ağız içi yaralarım var. Bir kere ultrason çekildi ve safra kesesinin çamurlaştığını söylemişti doktor. Uzun açlık ve hızlı zayıflamanın bir sonucuymuş bu. Zaman zaman sıvı almakta zorluk çekiyorum. Eklem ve kas ağrılarım çok fazla var. Ciddi refleks kaybı söz konusu. Mide ve bağırsak sorunlarım hâlâ devam ediyor. 100 gündür ishal sorunu yaşıyorum. Normal hayatımda ishal beni çok bitkin düşürürken, nasıl oluyor da 100 gündür buna katlanabiliyorum, ben de şaşırıyorum doğrusu. Ama bir karar alıyorsunuz ve vücudunuz buna adapte oluyor. Açlık grevinin bu açıdan inanılmaz bir gücü var. Beyninizle, ayaklarınızla, yüreğinizle, midenizle, bağırsağınızla buna adapte oluyorsunuz. Bu süreç gerçekten çok inanılmaz.

Düzenli doktor kontrolünden geçiyor musunuz?

Evet, açlık grevine başladığımda Ankara Tabip Odası’ndaki Nuriye ve Semih’in de doktorları olan heyete başvurmuştum. Ama doktorların yapabilecekleri çok bir şey yok. En fazla şekerli su içmemi önerebiliyorlar. Ama tabii bu sürecin tıbbi takibi çok önemli.

esra5

Buraya gelirken annenizle karşılaştık. Bu grevi sonlandırmanızı istemiyor mu?

(Gülüyor). İstiyor tabii, her anne gibi… "Artık ne olacak, keşke bitse, bir çözüme ulaşsa" diyor. Her gün dilinde bu var. Onu anlamaya çalışıyorum, gerçekten çok zor bir süreç onun için de. Çünkü ben henüz açlık grevine başlamadan Semih’in açlık grevine katlanmak benim için çok zor oluyordu. Şimdi çevremiz için de çok ağır bir süreç. Etrafımızda kilo vermeyen insan kalmadı.

NURİYE VE SEMİH’İN TALEPLERİ KARŞILANIRSA GREVİ BIRAKACAĞIM

Siz işe iade için değil, Gülmen ve Özakça’nın serbest bırakılıp işlerine iade edilmeleri için açlık grevine başladınız. Dolayısıyla onlar için olumlu bir sonuç olduğunda bu grevi sonlandıracak mısınız?

Evet, bırakacağım.

(Telefonu çalıyor, arayan Semih Özakça’nın annesi Sultan Özakça)…

Semih iyiymiş, gazeteler gelmiş, onları okuyormuş. Gece çok sık lavaboya çıkmış, uykusuz kalmış. Semih sıkıntılarından çok bahsetmiyor bize ne yazık ki. Daha önce de ziyaretine gittiğimizde, aslında tekerlekli sandalyeyle geliyordu ama bizi görünce hemen ayağa kalkıyordu. Sultan annem artık onun refakatçisi ama ona da çok fazla anlatmıyor.

AKP Antalya Milletvekili Hüseyin Samani’nin, geçen ay ihraç listesinde yer alan kızının bir sonraki KHK ile işe iade edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

O milletvekili, kızının işe dönmeyeceğini, bu kararın düzeltilmesini itibarı için istediklerini ifade etti. Bu utanmazca bir açıklama. Peki, yüz binlerin itibarı? Elliden fazla insan bu mesele yüzünden intihar etti. Onların itibarı ne olacak? Sizinle yaptığımız ilk söyleşide de ifade ettiğim gibi, Nurettin Canikli ve Yasin Aktay’la bir görüşme yapmıştık. Canikli, bu sorunların OHAL Komisyonu'yla çözüleceğini söylemişti. KHK’larla çözüm aramadıklarına dair bir izlenim edinmiştik. Peki bu son KHK’lar neyin nesi? Madem insanlara OHAL Komisyonu’nu gösteriyorsunuz o zaman neden 'bazı insanların uğradığı haksızlık' komisyona gitmeden anlaşılabiliyor ve bu yanlıştan başka bir KHK’yla dönülebiliyor? Bu nasıl bir adalet? Tıpkı AKP’li milletvekilinin kızı gibi, Nuriye ve Semih’le ilgili yapılan yanlış da pekâlâ şimdiye kadar anlaşılabilirdi. Canikli o zaman bize “Başka bir yol olmadığı için açlık grevi eylemine başladınız ama Başbakan bugün OHAL Komisyonu’nun çalışmaya başlayacağını açıkladı” deyince annem de ona “bu ayları bulur” demişti. Canikli cevaben “Hayır, aylar sürmeyecek, komisyon hemen çalışmaya başlayacak” demişti. Canikli’nin bize söylediği bu cümlenin üzerinden 105 gün geçti. Bu süreçte komisyonun herhangi bir dosyayı incelediğini, herhangi bir adalet getirdiğini duymadım. Dolayısıyla bizim hak arama yöntemimiz hâlâ yok ve eylem yapmakta da hâlâ haklıyız.

Gülmen ve Özakça açlık grevine ilk başladığında siz böyle bir eyleme girmekten epey uzaktınız. Ama şu an 100 gündür açlık grevindesiniz. Açlık grevi nasıl bir yol sizce?

Biz bunu hak arama yolu olarak tarif ediyoruz. Ölüm heveslisi değiliz, hayatı çok seviyoruz. Nuriye ve Semih’in fotoğrafına baksanız bile bunu anlarsınız. İkisi de hayatı çok seven, gelecekleri için hâlâ planlar yapan insanlar. Ben de geleceğim için planlar, programlar yapıyorum.

NURİYE GÜLMEN ÇOCUK KİTABI ÜZERİNDE ÇALIŞIYOR

Hak arama yolu olarak neden açlık grevini tercih ettiniz?

Ne yapsaydık? Oturma eylemi yaptık, gece-gündüz Yüksel’de kaldık. “Açlık grevi bireysel bir eylem, toplu eylemler yapılmalı” gibi eleştiriler var. Nuriye, Semih veya benim açlık grevi yapmamız, kimsenin toplu eylem yapmasına engel değil ama yapılmıyor. Israrlı hak aramanın başarılı olduğunu Yüksel direnişiyle gösterdik. OHAL döneminde sürekli bir eylem yapılabileceğine kimsenin inancı yoktu. Ama biz orada 195 gün boyunca sürekliliği olan bir eylem yaptık. Korkularımız vardı, ben hayatımda hiç gözaltına alınmamıştım. İnsanların gözaltına alınma korkusu azaldı. Ve şu an Yüksel’e basın açıklamasına çıkan insanların çoğunu tanımıyorum bile. O insanlar bizler için gözaltına alınıyorlar, her gün polis işkencesine katlanıyorlar.

Şu an siz dahil dokuz kişi açlık grevinde galiba.

Evet, biz sekiz kişi süresiz açlık grevindeyiz, bir kişi de bir aylık açlık grevinde şu an.

Her hafta eşinizle görüşüyor musunuz?

Evet, her hafta ziyarete gitmeye çalışıyorum.

Peki Semih hoca açlık grevini bırakmanızı istedi mi hiç?

(Gülüyor). Hayır, hiç demedi. Ben de ona “bırak” dememiştim. Geçen gittiğimde benim 98'inci günüm onun da 173'üncü günüydü. “Nasıl, hiç 98 gibi görünmüyorum, değil mi” dedim. O da gülerek “ben de 173 gibi durmuyorum” dedi. Kişisel hayatımızda tabii çok farklı bir olay bu. Geçen yıl bu zamanlar tatildeydik hâlâ. Okula başlayacak olmanın, bayramda hangi ailenin yanına gideceğimizin telaşındaydık. Bu sene ikimiz de süresiz açlık grevindeyiz.

esra4

Az önce “hâlâ gelecek planları yapıyoruz” dediniz. Ne tür planlarınız var?

Nuriye hoca bir çocuk kitabı üzerinde çalışıyor. Bizden çok fazla çocuk kitabı istedi. Yüksel’e gelen bir çocuktan ve sökülen ağacını omzuna alıp belediyeye hesap sormaya giden yaşlı kadından çok etkilenmiş. Onları buluşturacağı bir kitap yazacak galiba. Biz de Semih’le tekrar ne zaman çadır kuracağımızın, tatili seneye nerede yapacağımızın planlarını yapıyoruz. Çıktığında Semih’i Side’ye götüreceğim. Çıktığında Side’nin hâlâ sıcak olacağını tahmin ediyorum. Semih bana “sana söz veriyorum, saçlarımın ağardığını göreceksin, tabii dökülmezlerse” demişti. Mücadeleyi kazandıktan sonra normal yaşantımıza devam edeceğiz tabii.

SADECE ANAYASAYI UYGULASALAR SORUN ÇÖZÜLÜR

Hükümetten sizinle herhangi bir görüşme talebi var mı?

Hayır, bizim de bir görüşme talebimiz olmadı. Aslında görüşülecek çok şey de yok. Nuriye ve Semih’in talepleri somut ve net, bilinçleri de açık. Onlara söyleyecekleri bir şey varsa, araya kimseyi sokmaya da gerek duymadan gidip görüşebilirler. Hükümetin demokratik olduğunu göstermek gibi bir derdi varsa, işe Nuriye ve Semih’in işe iade talebini karşılamakla başlayabilir. Ama böyle bir derdi yoksa, hepimiz açısından durum vahim zaten.

Gülmen ve Özakça işlerine iade edildiklerinde de yüzbinlerce insan için sorun devam edecek. Dolayısıyla sizin yaptığınız eylem bireysel mi?

Direnme hakkına bir saldırı var. İnsanların aklında “Bunlar bizi cezalandırabilir, Akbil’imize kadar bizi fişleyebilir ama biz hiçbir şey yapamayız, çünkü OHAL var” gibi bir korku duvarı örülmek isteniyor. Ama biz buna “hayır, direnebiliriz” diyoruz. Biz “hakkımızı isteyebiliriz” diyoruz. Çünkü o kadar haklı ve meşru bir noktadayız ki, sadece anayasayı uygulasalar sorunu çözecekler. Bir devletten anayasasını uygulamasını istiyorsunuz, Anayasasını uygulaması için açlık grevi yapıyorsunuz. Bu olağanüstü bir şey. Anayasaya göre 657’ye tabi insanlar böyle işten atılamaz. Bu gerekçelerle insanlar tutuklanamaz, bu taleplerin dile getirildiği eylemlere müdahale edilemez. Devletin anayasasını uygulaması ve adalet için açlık grevi yapıyoruz ama bu devleti yöneten iktidarın adında adalet var ve bu ülkenin demokrasiyle yönetildiğini iddia ediyorlar.

Siz neden açlık grevi talebinizin içine işe iadenizi koymuyorsunuz?

Benim için en önemli etken Nuriye ve Semih’in sağlıklarının daha tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor olması. Kendimden çok onlar için bir şeyler yapmak istedim. Nuriye ve Semih’in işlerine iade edilmeleri demek KHK sorununun da aslında çözülmesi demek olacak. Böylece benim gibi binlerce insanın sorunu da çözülmüş olacak. Onlar bu sorunu simgeleştirdi, dünyaya duyurdu, dolayısıyla onlar görevlerine iade edildiklerinde benzer taleplerin yerine gelmesi gerekecek. Yoksa Nuriye ve Semih’in eylemi olmasaydı KHK ile işten atılanların sorunları kimin umurundaydı? Nuriye ve Semih de açlık grevlerinin 60'ıncı gününe kadar kimsenin umurunda değildi. 50 kişi öldü bu sorun nedeniyle. Gazetelerin üçüncü sayfalarına bile konu edilmiyor bu insanlar. Sevgi hemşireyle Vatan Şaşmaz aynı günlerde öldürüldü. Çok dikkatimi çeken bir şey oldu: Sevgi hemşire gazetelerde haber yapılmazken Vatan Şaşmaz’ı herkes konuştu. Aydınlar, yazarlar, öğretmenler herkes Vatan Şaşmaz’ı konuştu ama Sevgi hemşireyi kimse konuşmadı. Oysa Sevgi hemşirenin de bir katili var. O katil de Kanun Hükmünde Kararname.

NURİYE-SEMİH KAMUOYU YARATIYOR, MUHALEFET ARKASINDAN GELİYOR

Hükümetten sorunun çözümüyle ilgili herhangi bir sinyal yokken, sizce muhalefet bu konuda gerekeni yapıyor mu? CHP’den HDP’ye veya sendikalar, sivil toplum örgütleri üzerlerine düşeni yapıyor mu?

Semih ve Nuriye “bizim çağrımız iktidara değil, size, halka” diyordu ya, biz iktidarın niyetini zaten biliyoruz. Muhalefetin tavrı toplumun, kamuoyunun sahiplenmesine göre şekilleniyor, toplum sahiplenince muhalefet de sahipleniyor. Oysa kamuoyu ilgisini muhalefetin çekmesi gerekiyor. Nuriye ve Semih kamuoyu yaratıyor, muhalefet onun arkasından geliyor, ama aslında muhalefetin bir adım önden gitmesi gerekiyordu. Muhalefet bir adım önde gitse iktidarlar da mutlaka bir adım atacaktır. Ama muhalefetler siyasetlerini kendileri belirlemiyorlar, oluşan ortama göre davranıyor, nabza göre şerbet veriyorlar. Çok sahiplenme dönemi oldu, hâlâ ciddi bir sahiplenme var. Ama mesela yapacağınız basın açıklamasından önce polis gelip “Nuriye ve Semih’in adını anmayacaksanız” deyince siz de açıklamayı ona göre yapıyorsanız, o açıklama bence yok hükmündedir.

esra2

Bu örneğini verdiğiniz açıklamayı kim yaptı?

Bunu KESK Ankara Şubeler Platformu son haftalardaki basın açıklamalarında yapıyor. Nuriye ve Semih’in isimlerini anmıyorlar, gerekçeleri de “o zaman hiç sesimizi duyuramayız, en azından bugün bir şeyler söyleyebiliyoruz” şeklinde oluyor. Ama bugün Nuriye ve Semih’i anmadan KHK’dan bahsetmenin bir önemi yok. Zaten onlar en başından bu işi o kadar göğüslediler ve dünyaya duyurdular ki, bunca bedel ödediler ki bizim artık onların o paylarını paylaşmamız gerekiyor. Bu arada onlar da bu açıklamaları neredeyse Nuriye ve Semih’in eylemlerinin başından bu yana yapıyorlar ama Nuriye ve Semih’in eylemlerinin yarattığı etkiyle onların açıklamalarının yarattığı etki denk değil. Yanlış anlaşılmasın, isterim ki o açıklamalar da aynı etkiyi yaratsın, bu anlamda bir rekabetçilik anlamı çıkarılmasın ama Nuriye ve Semih’in adı zaten bu hukuksuzluğu teşhir etti. Zaten bu nedenle onların isimlerini yasakladılar. Siz o zaman bu yasağı delmediğinizde KHK’dan da bahsetmemiş oluyorsunuz. Çünkü bu insanlar zaten bu nedenle açlık grevinde, bunun için ölüyorlar, işkence görüyorlar. Garip bir durum, kendi durumunu inkâr eden bir hâl. Ne zaman olursa olsun, şimdi de olabilir, gelin birlikte mücadele edelim diyoruz. Biz de sendikal faaliyet nedeniyle atıldık zaten. Dolayısıyla bu mücadeleyi verenleri sahiplenmemek “biz kanarya sevenler derneğiyiz” demek olur. “Ben açlık grevini benimsemiyorum” diye demokratik kitle örgütlerinin, özellikle de konfederasyonumuzun ilgisiz kalması kabul edilemez.

BİR TAŞ BİLE HAVA KOŞULLARININ DEĞİŞİMİNE DİRENİYOR

Bir de öğretmenlerin sürgün edilmesi gündemde…

Bu da KHK’nın bir başka versiyonu. Onları da bir tür sivil ölüme terk ediyorlar. Çünkü yeni gideceği yere belli bir etiketle gidecek ve orada neler yaşayacağı belli değil. KHK’lar konusunda sınıfta kalan sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin bu konuda da aynı şeyi tekrarlamamaları gerekiyor. Bundan bahsederken açlık grevi yapsınlar diye bir şey demiyoruz. Açlık grevi yapmadan mücadele eden arkadaşlarımız da var ve fiili direnişteler her gün. Kim onların mücadelesini veya emeklerini yadsıyabilir?

Geçen sene bu vakitler tatil yapan veya ciddi bir politik aktivite içinde olmayan bir öğretmendiniz. Şimdi ise ülkenin temel meselelerinden birinin odağındaki aktörlerden birisiniz. Kendi hikâyenizi nasıl özetlersiniz?

Ben hiç gözaltına alınmamış biriydim ve açlık grevi direnişini yapabilecek biri olarak görmüyordum kendimi. Ama yaşarken ve saldırılarla karşılaşırken bu korkularınızı da aşıyorsunuz. Bu saldırılar size direnmeyi dayatıyor. Doğaya baktığınızda bir taş bile hava koşullarının değişimine direniyor. Bir bitki, bir hayvan bile kendisine yapılan şeye karşı bir direnç gösteriyor. Niye biz kendimize yapılan saldırıya kayıtsız kalalım ki? Biz özel veya seçilmiş insanlar değiliz, sadece haksızlığa uğramış ve haklı olduğumuza inanan insanlarız. İnsanlara güveniyoruz, “bu halktan bir şey olmaz” veya “bu hükümet asla geri adım atmaz” gibi klişelerimiz yok. Bunların da aşılabileceğine inanıyoruz. Ben de kendimi zamanla bu eylemlerin içinde buldum. Yoksa bir anda açlık grevi yapabilecek biri değildim. Dolayısıyla herkesin direnebileceğine olan inancım arttı.

ÖĞRENCİM "GELECEK MİSİN?" DİYE SORUYOR

Öğretmenliği özlediğinizi söylediniz ama bu sezon öğrencilerinizle olamıyorsunuz…

Geçen gün bir öğrencim aradı, okul açılmak üzere ve bu sene geleceğime inanıyor. Çünkü oradan ayrıldığımda ona “İşime dönmek için mücadele ediyorum” demiştim. O ise “hâlâ gelmedin, bu sene gelecek misin?” diye soruyor. Bu duruma çok üzülüyorum… Çünkü öğrencilerimin hepsi bu haksızlıktan çok etkilendi. Aslında milyonlarca insan olumsuz etkilendi. Hep birlikte olursak karşımızdaki haksızlığın o kadar da yıkılmaz olmayacağına dönük inancım devam ediyor.

14 Eylül’de Gülmen ve Özakça’nın duruşması var. Ne bekliyorsunuz duruşmadan?

KHK sorunu sadece Nuriye ve Semih’in veya benim meselem değil, milyonların meselesidir. Bu nedenle eylemimiz bireysel değil. Nuriye ve Semih’in duruşması da milyonların duruşması. Türkiye’de hak mücadelesi veren herkesin mücadelesi. Nuriye ve Semih’in sahiplenilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Herkesten, her kesimden mutlaka davaya katılmalarını bekliyoruz.

Gülmen ve Özakça duruşmaya katılabilecek mi?

Duruşmaya katılmaları için yazılar yazılmış. Ama biliyorsunuz burası Türkiye.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.