Soykırımdan geriye kalan
TUNCA'nın Galerist'teki sergisi Terra Amata insanlığın mekanla ilişkisini soykırım imgeleri üzerinden okuyor.
1966 yılında Fransa'nın Nice şehrinde araştırmacılar çeşitli barınaklar keşfeder. Milattan önce 380 bin yılına tarihlenen bu küçük yapılar ayağa kalkan insanın inşa ettiği ilk yapılar olma özelliğini taşıyor. Bir anlamda da insanlığın ilk mimari örnekleri, doğaya hükmetme sürecinin ilk adımları. Sanatçı TUNCA'nın Galerist'te açılan sergisi Terra Amata, ismini bu yapılardan alıyor ve mekanla olan ilişkimizi modernizmle bağlar kurarak okuyor.
Terra Amata'nın kelime anlamı yurt. TUNCA'nın sergisi de insanın kendine yurt bellediği, sınırlarını çizdiği, inşa ettiği ve sahiplendiği mekanlar üzerine sorular soruyor. Sanatçının son dönemde ürettiği kağıt üzerine çizimlerin ve heykellerin yer aldığı bu çalışmalar Auschwitz toplama kamplarından görüntüleri temel alıyor. Tarih boyunca farklı amaçlarla kullanıldıktan sonra Nazilerin işgali sonrası toplama kampına çevrilen ve artık müze olarak gezilebilen bu mekanlar birer izdüşüm olarak kolektif belleğimize işaret ediyor.
Sanatçının soykırım üzerine işlerini daha önce Kasa Galeri'deki ve yine Galerist'teki karma sergilerde görmüştük. Terra Amata sergisi de sanatçının toplumsal bellek ve politika ilişkisi üzerine çalışmalarını bütünlüklü olarak görmemize olanak sağlıyor.
TUNCA, daha önce video, performans, heykel gibi farklı pratiklerle iş yapan (2014 yılındaki Desire sergisi kapsamında aşçılık eğitimi alarak bir dizi performans gerçekleştirmişti) bir sanatçı. Ancak Terra Amata yalın bir sergi. Ele aldığı konunun uzağından işlere baktığımızda göze tatlı gelen işlerle karşılaşıyoruz. Ancak bir adım sonrası bizi gerçeklikle yüzleştiriyor. Naturel bir görüntü olarak bakılan nehir çiziminin aslında toplama kampında öldürülen insanların küllerinin döküldüğü alan olduğunu, binaların gaz odalarına dönüştüğünü görüyoruz. Ya da galeri mekanına yayılan tuğla duvarın bir parçasının Auschwitz'den alınıp konulduğunu fark ediyoruz.
Toplama kamplarına dair imgeleri sinema başta olmak birçok farklı mecrada gördük. Ancak TUNCA ana akımdaki görkemli görüntüler yerine daha küçük alanlara odaklanıyor. Sanatçı, işlevsizleşen bu binaları flulaşan çizimleriyle anıtsallaştırıyor. Benzer bir anıtsallaştırmayı geçen sene Pilot Galeri'de açılan Çağrı Saray'ın Unutmanın Eşiğinde sergisinde görmüştük. Benzer düşüne yapısına ve üretim pratiklerine sahip iki sanatçının aynı atölyeyi kullanması da dikkate değer bir kesişim.
Terra Amata'nın temel meselesi insanın mekanla ilişkisi. Ancak bu ilişki uzun bir sürece tarihleniyor, ilk insandan bugüne, sadece doğayı değil kendini dahi katledebilen insanlığa. TUNCA'nın işleri ilk tarihten bu yana insanın gelebileceği sınırları ortaya koyuyor. Sanatçının sorduğu sorular daha çok mekan ve bellek üzerine. İnşa edilmiş yapıların toplumsal yaşamımızda ve belleğimizde nasıl bir iz bıraktığı üzerine. Ancak Terra Amata'nın verdiği cevaplar umut verici değil.
Sergiyi ikinci kez gezerken galerideki tanımadığım 6-7 yaşlarındaki bir çocuk bana istersem işleri anlatabileceğini söyledi, ben de kabul ettim. Uzun uzun konultuktan sonra Galerist'in koridorlarının sonundaki odada bizi bir karga heykeli ve bir desen karşıladı. Yol kenarında ölmüş bir karganın doldurulmuş hali ve demirden yapılan gagasını gösterip "Korkma, bu gerçek değil," dedi. Sonrasında da "Geri yolu bulabilir misin?" deyip yanımdan ayrıldı. Afallayıp cevap veremediğim "Geri yolu bulabilecek miyiz," sorusu belki de kendimize sormamız gereken en temel sorulardan biri.
TUNCA'nın Galerist'teki Terra Amata sergisi 14 Ekim'e kadar görülebilir.