İnsansız
Sezgin Tanrıkulu, SİHA'yı gündeme getirir getirmez hakkında soruşturma başlatıldı. Kendisine yönelik tepkiler Tanrıkulu’nun işaret ettiği hukuksuz kalmış devletin ifşasıdır.
Silahlı İnsansız Hava Araçları deyince ne havalı tınlıyor değil mi? “Hedefleri etkisiz hale getiren” teknolojik uçaklar. İnsansız. Yani sorumsuz. Devrine uygun.
Ne hikmetse ama bu konuyu gündeme getiren bir insan da hedef haline gelebiliyor. Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, söz konusu sistemin tartışmalı yanlarını sosyal paylaşım sitesi Twitter hesabından gündeme getirir getirmez Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Soruşturma gerekçesi şöyle okunuyor: “devletin insansız silahlı hava araçlarıyla sivil vatandaşları vurup, öldürdüğünü iddia ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin manevi şahsiyetini aşağıladığına dair somut deliller bulunduğu…”
Roboski katliamının yaşanmış olduğu bir ülkede bir milletvekili Hakkari'de dört vatandaşın SİHA'larla vurulduğunu, bir kişinin yaşamını yitirdiğini belirterek, "Eskiden JİTEM vardı, şimdi aynı görevi SİHA'lar yapıyor. Böyle yöntem hukuk devletinde olmaz ancak savaşta olur; savaşın da kuralları vardır" dedi diye ne olacaktı? İşaret ettiği saldırı mı sorgulanacaktı sanki? Gelen tepkiler Tanrıkulu’nun işaret ettiği hukuksuz kalmış devletin ifşasıdır.
‘EY TANRIKULU SEN KİMLERDEN YANASIN’
Tanrıkulu'nun açıklamasının ardından Milli Savunma Bakanlığı sivillerin vurulduğu iddiasını yalanladı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise "Ana muhalefet partisinin bu milletvekilini acilen çağırıp ağzının payını vermesi lazım" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisi de ''Ana muhalefetin temsilcisi çıkıyor 'SİHA’lar sivilleri vuruyor' diyor. Nerede bu siviller? SİHA’lar teröristleri vuruyor. Ben beklerdim ki ana muhalefetin Genel Başkanı çıksın, ‘Ey Tanrıkulu sen kimlerden yanasın’ desin. Bu beyler, ölen teröristleri savunur hale geldiler. Biz sizi tanıyoruz zaten. Tek farkınız var. Siz CHP’siniz onlar HDP. Hangi merciye müracaat ederlerse etsinler biz attığımız adımların doğru olduğuna, terörle mücadeleyi terör örgütünden bir kişi kalmayıncaya kadar devam ettireceğiz.”
Ana Muhalefet Partisi Başkanı’nı kendi milletvekiline karşı bu üslupla göreve çağırtan öfkenin gerisi Sezgin Tanrıkulu’nun hayatını insan hakları mücadelesine adamış bir avukat ve Kürt bir milletvekili olmasıdır. “Biz sizi tanıyoruz zaten” bu. Genel Başkanları, milletvekilleri anayasa çiğnenerek tutuklatılmış Millet Meclisi’ndeki seçilmiş bir partiyi de terörist ilan eden düzendir bu. Biz de iyi tanıyoruz artık.
Bu noktada Ali Topuz’un yazısında SİHAların çıkış yeri ABD’den verdiği bilgileri hatırlatmak isterim. “Amerikalılar, Afganistan, Pakistan ve Irak’ta bu araçlar aracılığıyla on binlerce kişiyi öldürdü. Bu araçları kullananlardan biri, Brandon Bryant, ABD’den yönettiği bir araçla bir çocuğu öldürdüğünü gördükten sonra (mesai arkadaşı ona ‘vurduğumuz çocuk değil köpekti’ dediyse de) bunalıma girdi, ordudan ayrıldı, insan hakları savunuculuğu yapıyor. ‘Yaşam saygımı yitirdim’ diyecekti Bryant ve kendisini bir ‘sosyopat’ olarak görmeye başlayacaktı çalıştığı süre içinde. İstifa edince kendisine başarılarını gösteren bir belge verilecek, belgede 1626 kişiyi öldürdüğü yazılacaktı. Bunların kaçının tamamen masum olduğu sorusu içini kemiriyor. ‘Bir kişiyi öldürebileceğimi bile düşünemezdim’ diyor. O belgeden utanıyor.”
Anladık pilotu yok. Bu haliyle klasik savaş uçağından farklı. Ama o öldürme komutunu yerine getiren el, son kertede kendine bunu anlatamıyorsa, burası işte kastedilen iradeye isyan ve Bryant örneğinde bir ağıttır.
‘BİZE ŞİMDİ KENDİ KÖYLERİMİZİ BOMBALATIYORLAR’
Kastedilmiş iradeye isyanı bir de Türkiye’deki muhtabından okuyalım. Bir masada Bryant ile oturup dertleşirken görebildiğim ve aslında her şeyi bize anlatan bir diğer cesur isim Barış Bloku Eş Sözcüsü ve eski bir savaş pilotu olan Bahadır Altan: “SİHA, 'insansız' diye tanımlanınca onu kullanan kişi de sanki, ‘insanlık’ kavramından ve dolayısıyla sorumluluğundan azade bir robotmuş gibi algılanıyor. Oysa bu uçaklar, motor çalıştırmadan başlayarak, kalkış için piste giriş, tırmanış, uçuş ve iniş olmak üzere bütün uçuş safhalarında ve bomba veya füze atarken bir 'pilot' tarafından yönetiliyor. Tek fark, pilotun uçağın içinde değil, yerde ekran başında olmasıdır”
Altan’ın Gazete Karınca’da yer alan yazısında bir ayma ânı kaydı da var: “Eski bir savaş pilotu olarak bütün bunları bana düşündürüp yazdıran şey 1990 yılında bir gece yarısı beni telefonla arayıp uyandırarak hesap soran bir öğrencimin sözleridir. F-4 uçağında muharip uçuş öğretmenliği yapmış ve genç pilotların yetişmesine katkılarım olmuştu. Öğrencim şöyle diyordu: Bana bunları neden öğrettin? Bize şimdi kendi köylerimizi bombalatıyorlar! Hâlâ kulaklarımda çınlayan bu sözler bana soğuk terler döktürmüş ve gerçekleri görmemi sağlamıştı. Bundan çok daha fazlasını yaşayan arkadaşlar olduğunu biliyorum. O dönemlerden bu yana değişen bir şey yok, hatta 90’lı yıllardan daha kötüye gidildiğini görmemek için kör olmak gerek. Çünkü sorunu çözmek değil, sonucundan yararlanarak iktidar sürdürmek artık bir resmi politikadır.”
Faşizm en çok sorgulayan tekil, birey iradesinden korkar. Yığınlara düşkünlüğü, insanları robotumsu araçlara dönüştürme gayreti bundandır. Ama işte bahsi geçen de insan iradesi. İki taşın arasından bitebilecek o ot. Şu 1930ların ortasında Nazizm gümbür gümbür yerleşirken yine yığınların toplandığı ve Hitler selamı çaktığı siyah-beyaz fotoğrafı hatırlar mısınız? Yığının içinde tek bir insan kolunu kaldırmaz. İsimsiz herhangi bir vatandaş. Kolunu kaldırmayarak insan olur.
İrade sadece doğru bildiğini yapmak değil yanlış bulduğunu yapmamaktır. Ve her ikisi de çok korkutucudur sistem nezdinde. Şükür ki öyle.