Benim de ırkçı arkadaşlarım var
Hintliler, altın tozuna bulanmış pek sevgili Britanya topraklarına ilk adım attıklarında, dünyaya melek olarak gönderilmiş İngilizler ne derlermiş biliyor musunuz? Bir: Bunlar kokuyor. İki: Bunların kuyruğu var. Peki bunlar size birilerini anımsattı mı?
Her şeyi çözmüş, sonunda vardığı serin yerden konuşan insanlar genelde Hürriyet mecmuasından sesleniyor. Kuşların göç yolundan tutun Amerika’nın Kürdistan referandumu karşısındaki tutumuna, yeni çıkan pop şarkılarının sofistike nağmelerinden çözüm sürecinin neden baltalandığına kadar her şeyi onlar bilir. "Havuz medyası" tabir edilen medyada işler hem daha kolay, hem daha zor: Zımnî AK Parti başkanlığını bir süredir resmileştiren cumhurbaşkanının söylediklerini yorumlamak, ona göre pozisyon almak ve “aslında şunu da demek istedi” demek. “Başarılı” olanları, yani havuz medyası tabir edilen mecmualardaki yerlerini muhkem tutanların yazı aritmetiği aşırı kolay. Nötronlarla protonlar arasında husumet mi çıktı. Sebebi belli, AK Partili değiller. Belki Fetöcü bile olabilirler. Zor kısmına gelirsek; kimileyin henüz Reis konuşmadan yorum yapanlar aşırı teville zor duruma düşebiliyor. Ama ne de olsa kimsenin hafızası yok. Bir şekil idare ediliyor. En olmadı ya Türkiye mecmuasına ya da Karar mecmuasına gidiliyor. Çorba öyle ya da böyle kaynıyor.
Bu iki taraf için de Suriyeliler konusu ilk elden bir “insan hakkı” sorunudur. Evlerinden yurtlarından edilmiş bu insanlar ilk kısım için latan tiksinti sebebi, ikinci kısım için Avrupa’yla yapılan pazarlığın nesnesidir. İlk kısım “İstiklal elden gidiyor, her yerde kara çarşaflılar var, spor salonlarında sakallı adamlar görmeye başladım, ay bu nargile dumanları” şeklinde icra eder mesaisini. İkinci kısım da, “Suriyeli kardeşlerimiz zalim Esad’ın zulmünden buraya sığındı, kim kapısını açardı bunca insana, Fatih’tekilerin hepsi de hırsız değil canım” sporuyla iştigal eder. İlki, daha dün Kürtlerden, Romanlardan, Afganlardan tiksiniyordu, bugün daha kalabalık bir tiksinti sahası var. Pis Araplar. İkincisi, zaten uzun süredir Ankara’da söylenenleri Hz. Ali menkıbelerinin önüne koymuş durumda. Dün İsrail düşmandı, Mavi Marmara şehitleri cennetlikti; bugün konjonktür gereği (büyük harfle Devlet demeyi çok seviyor birkaçı, onlar gibi yazayım ben de) Devlet ne diyorsa odur. Devletin âli menfaatleri uğruna İsrail’le de el sıkışılır.
Yakın çevremden bile çok duyuyorum. “Suriyeliler geldiler, inşaatlarda bile çalışamıyoruz artık. Bizim iki istediğimize onlar yarım istiyor, e haliyle onları çalıştırıyorlar.” Bu cümleleri kuranların bir kısmı Kürt. Daha dün İran’a gittiğinde inşaatlarda çalışmak için Afganlarla dövüşen Kürtlerin soydaşı. Bazısı İstanbul’da oturduğu semtin bozulduğundan söz ediyor, huzur kalmamış artık, her gece bir hırgür, her gece bir ihbar. O olmayınca da düğün edip huzur kaçırıyorlarmış. Be arkadaş, sen ne zaman göçtün İstanbul’a? Sen değil miydin daha düne kadar Esenler Otogarı’ndan (onun da adı 15 Temmuz oldu sanırım) bavul bavul salça taşıyan?
“Madun araştırmaları” (subaltern studies) sahasının mühim isimlerinden Ranajit Guha’nın, Metis’ten neşredilen bir kitabı var: Dünya-Tarihinin Sınırında Tarih. Tarih yazımında Avrupa merkezci bakışı yerden yere vuran bu kitapta birkaç emsal vardır. Pek kıymetli İngilizler, güzel vatanları Britanya’ya gelen pis Hintliler için bazı deyimler üretmişler. Bu deyimlerden biri, neredeyse kelime kelime Türkçede vardır: Hintli karnını doyurur, ayakkabısını arar. Benziyor mu “Kürt yer, çarığına bakar”a? Hintliler, altın tozuna bulanmış pek sevgili Britanya topraklarına ilk adım attıklarında, dünyaya melek olarak gönderilmiş İngilizler ne derlermiş biliyor musunuz? Bir: Bunlar kokuyor. İki: Bunların kuyruğu var. Peki bunlar size birilerini anımsattı mı?
Bana anımsatıyor, “anlatsalar inanmazdım” kabilinden bir şeyi üstelik. Yaşıtım bir arkadaşın ailesi, çok eski değil, 89 yılında Diyarbakır’dan Mersin’e göçüyor. Babası işçi, arkadaşım altı yaşında, işçi bloklarına yerleşiyorlar. İnsanlar sirk izlemeye gelmiş de kapıda bilet almayı unutmuş gibi, taşındıkları günün akşamında evlerine doluşmuşlar. Sebep? E hani bunların kuyruğu yok mu?
Öyle ya da böyle, ırkçılık denen batağa söz düzleminde bile olsa batmak çok kolay. Dünyanın en konforlu şeylerinden biri bu. Zaten hepimiz her şeyi biliyoruz: Irkçılık kötü bir şeydir, AVM’ler çok çirkin yerler, egzoz dumanı küresel ısınma yangınına ateş atıyor, yaşlılara saygılı olmalı fukaranın hakkını kollamalıyız. Ama bir düşün; en son ne zaman saç ektirmiş adamın ardında yürüyen adamla kadını tahkir ettin? AVM’ye dün mü gittin, evvelki gün mü? Yürüyebilecekken arabana mı bindin yoksa? İlanihaye.
Her şeyi çözemeyiz. Zaten koca dünyada mercimek kadar aklımızın aldığı çok az şey var. Gezi günlerinde akşam eve gittiğimde uzun uzun Suriye tahlilleri okuyordum. Yahu diye geçiriyordum içimden, ben içinde olduğum meseleyi daha tam anlamadım, insanlar nasıl Suriye’deki büyük oyunu falan çözebiliyor? Ezcümle, ırkçılık güzel bir şey değildir. Sizin de ırkçı arkadaşlarınız var. En azından dilimizde onları tahkir, tahfif ve tezyif etmeyelim, olmaz mı?
Hamiş: Kıymetli Türkolog Semih Tezcan’ın vefat haberinde, öğrencileri olarak son yıllarda onu üzdüğünü iyi bildiğimiz Bilkent’te hoca olduğunda dair bir bilgi bulunuyordu. Semih Hoca, nezaketten oldukça uzak biçimde Bilkent Türk Edebiyatı’ndan uzaklaştırıldı. Hoca bir süredir Prof. Dr. Andreas Tietze’nin 65 yıllık çalışmasının ürünü olan; TÜBA tarafından yayına hazırlanarak ilk dört cildi basılan “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati Projesi”ni yürütüyordu. Allah rahmet etsin.