Şok, seferberlik, savaş
Irak Kürdistanı Bölgesi’nde yapılacak referandumu ulusal güvenliğimizin ihlali sayıp, savaşa girersek bu tarihi bir hata olur. Büyük bir yıkıma yol açacak bu savaşın geri dönüşü de olmaz.
Irak Kürdistanı Bölgesi’nde (IKB) 25 Eylül’de yapılacak bağımsızlık referandumunu ulusal güvenliğimizin ihlali sayıp, savaşa girmeyelim. Tarihi hata olur. Onulmaz izler bırakır, büyük yıkıma yol açar. Telafi sevdiğim bir sözcük. Mesela ölümün telafisi olmaz, kalp kırmanın olur. Aynı biçimde sert söylemin, ekonomik önlemlerin hatta ambargonun (bkz. Rusya-Türkiye ilişkileri), diplomatik ilişkileri askıya almanın (bkz. İsrail-Türkiye) hepsinin ve başkalarının telafisi olur. Savaşın geri dönüşü olmaz.
Daha önce, Fırat Kalkanı başlamazdan önceki dönemde yazmıştım: Sahada aksiyon başlayınca zaman hızlı akar diye. Yani tersten söyleyelim, Allah korusun, kullandığınız araçla bir trafik kazası geçirseniz size bir ömür gibi gelir. Ama aslında her şey bir anda olup biter. O birkaç dakikayı belki saniyeyi sizi bir film gibi ayrıntılı anımsar, aktarırsınız. Öyle anlarda kimin ne reaksiyon vereceği belli olmaz. Hızlı gelişen olaylar sizi tepki vermeye zorlar. Kimi korkudan donar kalır, pek çoğumuz hata yapar. Diplomaside de durum farklı değil. “Diploma” malum belge demek. Kabaca tarif edersek diplomat da bir nevi katibin kibarı diyebiliriz. Normal şartlar altında.
Oysa şartlar epeydir normalin epey dışında. 2003’te Irak’a ABD askeri müdahalesi; 2011’de Arap Baharı’nın diğer komşu Suriye’ye gelmesi ve iç savaş, Haziran 2014’te IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve gelişen kan banyosu. Ayrıntılandırırsak, IŞİD’in Eylül 2014’te Kobani’yi sarması ve Ankara’nın mega-ıskası. Rusya, İran, Hizbullah, ABD ve koalisyon ülkelerinin Irak ve Suriye’de IŞİD’le mücadeleye ve Suriye’de iç savaşa doğrudan ve vekaleten methaldar olmaları. Kasım 2015 Rus savaş uçağını düşürmemiz. Ağustos 2016-Mart 2017 Fırat Kalkanı.
Bunlar hangi diplomasi olsa dikişlerini attırmaya dek zorlar. Ankara için de durum farklı olmadı. Üzerine içerideki gelişmeler: 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından girdiğimiz can pazarı. Ceylanpınar, Suruç, Ankara ve sayısız patlama. Hendekler, Sur, Cizre, Nusaybin gibi pek çok Kürt nüfuslu yerleşim biriminin neredeyse tümüyle yerle bir edilmesi. 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişimi. Kürtlerin siyasi temsilcilerinin HDP eşbaşkanlarından, il-ilçe belediye başkanlarına dek hapse atılmaları. Nisan 2017 Anayasa Referandumu.
Yine kendimi tekrar edip sadede geleyim: demokratik olma iddiasındaki bir devletin “aklı” olmaz, arşivi olur. O arşiv de, ama çeyrek yüzyıl ama elli yıl belirli zaman dilimlerinde araştırmalara açılır ki geçmişte olan bitenden ders çıkarıp aynı hataları tekrar etmeyelim. Bizde o “devlet aklı” denen şey, kendini rejim muhafızı ilan etmiş askeriyenin ulusal güvenlik konusu bellediği belirli konularda, terkisine hariciyeyi de alarak seçimle işbaşına gelen hükümet(ler)in hareket alanını kalın çizgilerle belirlemesinden ibarettir.
İster müesses nizam deyin, ister devlet aklı. Bu düzenin konu Kıbrıs ve Kürt olunca vereceği tepki refleksiftir. Eski Türkiye’de laiklik adı altında dayatılan biçimsel bazı uygulamalar da bu kapsamdaydı. Şimdi laikliğin adı anayasada kaldı, yargı da hükümetin tam denetimine girdi. Muhalefet deseniz cılız, medya deseniz havuz. 2016 Temmuz ayından beri OHAL’de yaşıyor, KHK’lerle yönetiliyoruz. Üzerine önümüzde en geç Kasım 2019’da, muhtemelen her hal ve karda 2018 bitmeden yapılacak başkanlık seçimleri var.
Fırat Kalkanı’yla Suriye’deki Kürt kantonlarının birleşmesinin önü bir ölçüde alındı. Zagros’dan Amanos’a hatta nasıl olacaksa Akdeniz’e uzanacak o meşhur muhayyel Kürt kemeri sanki zihinlerde geriye itilebildi. Derken IKB referandumuyla bu defa ayrılıkçılık heyulası hortladı. İş geçen yazımda değindiğim seçeneklerden geçip, bugüne dek neredeyse sessiz gelip, aniden savaş ilanına veya askeri harekata geldi dayandı. Arka plandaysa Tahran sınırı kapatıyor, Bağdat tanklardan söz ediyor, ABD ertelemeden geçti iptal talep ediyor. Tüm bu baskıya rağmen Mesut Barzani geri adım atmıyor, bana sorarsanız, atmayacak, zaten atamaz da artık.
İçeride ve dışarıdaki gelişmelerden daimi şok halinde yaşıyoruz. OHAL yetmiyor başkanlık seçimlerine askeri seferberlik halinde mi gireceğiz? Aysel Tuğluk’un annesinin naaşı bir güruh tarafından Ankara’nın göbeğinde defnedildiği kabirden çıkartıldı. Ankara-İstanbul uçağında Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun arkasında oturan Ceza Hukuku hocası onu “telle boğma” isteğini fütursuzca sosyal medyada paylaştı. Kadıköy’ün göbeğinde laik eğitim standları yine bir güruh tarafından zorbalıkla dağıtıldı. Yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş daha cübbesini giyerken “sekülerizm kıskacında debelenen insanlık” vurgusu yaptı. Toplumsal ortam da bu.
Velhasıl şimdi TSK Habur’da tanklarla askeri harekata başladı. MGK toplantısı 22 Eylül’e çekildi. Hasbelkader, 95-97 yıllarında Cezayir’de, 03-06 yıllarında Bağdat’ta, 10-13 Erbil’de görev yaptım, savaş ve iç savaş nedir ilk elden herhalde biraz görebildim. Yahut diyeyim ki gördüğüm kadarı bana yetti. Hükümete veya Sayın Cumhurbaşkanı’na muhalefet olsun diye söylemiyorum; sağduyu, uzgörü, ulusal çıkarlarımız adına hamasetle değil samimiyetle belki yakarıyorum: Savaşa Girmeyelim.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI