Bir Cemal, bir Ahmed, iki Üsküdar
Ahmed ile Cemal, içine doğdukları dili kaybetmiş iki şairdir. Cemal ne Kirmanckî bilir, ne Kurmancî. İki kez Kürtçe öğrenmeye karar verir. İlk girişiminden bir ay sonra 12 Eylül darbesi olur, ikinci girişiminden bir ay sonra ölür!
İkisi de soyadı kullanmadı. Biri dış sürgündü, öbürü iç sürgün. Ne demişti Arif Damar: “Bir dalı kırdık diyelim / Şiirden başka nereye konur?” Şiire kondular.
Ahmed ile Cemal’in dostluğunu Kürt olmalarına yoranlar çoktu, hele Cemal’in Ahmed hakkında 1969’da yazdığı yazıdan sonra. Bunlardan biri Nevzat Üstün’dü (1924-1979). Üstün, Türk şiirinde Ermeni soykırımını “tarafsız” şekilde yazan ilk şairdir diyebilirim (Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” 1961 ve 1966’ya kadar yayımlanamadığı için böyle diyorum). 1955’te çıkan “Cüceler Çarşısı” kitabındaki “Hacın Kapısı” şiirine bakılabilir.
Cemal 14 Mayıs 1980’de “Aydınlık” gazetesinde çıkan köşe yazısında şöyle diyor: “Nevzat Üstün son yıllarda Ahmed Arif’i çok seviyordu. Ama o dediğim yazı çıktıktan sonra birkaç kez gelip imalı laflar etmişti: Ahmed Arif’i böylesine tutmamın ‘etnik bir nedeni’ olamaz mıydı acaba?”
Bu imalı sözleri sarf edenlerden biri de İlhan Berk’ti. Onun da Kürt olduğunu düşünürüm, yazarım belki bir ara. Cemal diyor ki: “Hemen ekleyeyim, geçende İlhan Berk’le Papirüs için bir konuşma yaptık. Ahmed Arif üstüne yargısını değiştirmiş.”
2001’de Berk’le “İsim-Şair Oyunu” adlı bir söyleşi yaptım. Ben bir şairin adını söylüyordum, o bir cümle, belki doğaçlama bir dize ile tarif ediyordu. “Ahmed Arif” dedim, “silahsız bir kovboy” dedi.
Ahmed ile Cemal, içine doğdukları dili kaybetmiş iki şairdir. Daha doğrusu dilleri yasaklanmıştır. Bu yüzden başka bir dil olan şiiri başka bir dilin içinde yaratırken başka bir dil kurarlar.
Cemal için Türkçe, “Annesi öldürülmüş birinin üvey annesini sevmesi”dir. 1986’da der bunu. Hayatında yankılanan bir şeydir üvey annelik. Öz annesi öldükten sonra iki üvey annesi olmuştur; ilki çok kötüdür, ikincisi çok iyi.
Cemal ne Kirmanckî bilir, ne Kurmancî. İki kez Kürtçe öğrenmeye karar verir. İlk girişiminden bir ay sonra 12 Eylül darbesi olur, ikinci girişiminden bir ay sonra ölür!
Ahmed Türkmen-Kürt melezidir. Kurmancî de bilir Kirmanckî de. Kendini Kürt ve Kürdistanî sayar. Ama sansür diye bir şey var. Dilini kodlar. Şu dizeler çok önemlidir: “Bir yanın çığ tutar Kafkas ufkudur / Bir yanın seccade Acem mülküdür.” Burada anlatılan ülke bariz biçimde Kürdistan’dır.
Bu dizeler “Otuz Üç Kurşun” şiirinde geçer, hemen başında. Hem öyle kitapta görülen kısmı ile de değil. Bu şiirden 34 dizelik bir bölüm, ilk olarak 15 Eylül 1952’de, “Beraber” dergisinde çıkmıştır. Şiirin altına düşülen notta şöyle denir: “Aynı adlı dosyadan.” Yani Ahmed, “Otuz Üç Kurşun”u bir kitap ve kitap adı olarak düşünmüştü.
Ahmed ile Cemal; birbirinde yankılanan iki ayrı muamma. Her bir dizelerinin gerisindeki anlamların gerisinde de anlamlar, göndermeler var. Her şairden daha iyi şairler oldukları için değil, anlamı ve meramı daha fazla saklamak zorunda oldukları için bu böyle. İşte bakın geniş göğüyle Üsküdar’dayız.
Ahmed’in “Uy Havar”ın şiirindeki Üsküdar. Kitaptan okuyanlar şöyle bilirler: “Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu!” Ama o da öyle değil.
Şiirin önce adına bakalım. “Hawar” o. Çağrı demek o, imdat demek, savaşta dara düşmüş birilerinin yardımına koşmak demek, taziye demek, dayanışma demek, çığlık demek. Ahmed Arif’in dili, Türk şiiri sentaksı içinde değildir. Kürdün Türkçedeki jestidir.
Bu dizenin ilk hali şöyle: “Üsküdar’dan bu yan dördüncü ordu!” Bu Üsküdar, başka bir Üsküdar. Bingöl’ün Sancak nahiyesine bağlı Işkedar/Üsküdar köyü. Burası Dersim sınırıdır.
Dersim katliamını bilenler hemen “dördüncü ordu”yu fark edecektir. Koçgirî’den de yankılanan General Abdullah Alpdoğan’ın dördüncü ordusu bu.
Ahmed daha da ileri gider ve “dördüncü ordu”yu Kürdistan olarak kodlar. Cemal’e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Biliyorsun ikimiz dördüncü orduluyuz.” Bu “dördüncü ordu”yu haftaya yazayım.
“Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu” da bir koddur. İlk halini, yani “Üsküdar’dan bu yan dördüncü ordu!” dizesini yayımlamak sorun olacaktır belki. Ahmed bunu daha önce de yapmak zorunda kalmıştı. Attilâ İlhan’ın hazırladığı bir antolojiye “Rüstemo” şiirini “Rüstem” adıyla göndermişti, 1948’de.
Şair sözün gerisindeki anlamın arkasına başka bir anlam daha gizler. Böylece yüzeysel okuyan kişi, kitaptaki dizeyi klasik Anadolu yüceltmesi içinde görür. İstanbul’u Osmanlı sayıp ideal Anadolu’yu halkın sayan algı işte. Gerçekten öyle mi peki? O “lo” neden orda o zaman? Şiirin ilk halinde Samantı Suyu neden ikinci halinde Şahmurat olur? Bir yerden eksiltmek zorunda olduğuna ikinci yerden ekler çünkü.
Bu Üsküdar, İstanbul’daki Üsküdar değil. Bu Üsküdar, Dersim sınırıdır. Hem şiir hem de fizikî haritada sonrası Munzur’dur, kan akan Şahmurat suyudur!
Not: Bu yazılara çok sayıda dostun katkıları oluyor. Yazılar bitince adlarını da yazacağım.