YAZARLAR

Kimse kendi evinde değil

Tıkış tepiş valizlerimizle öylece bekliyoruz. Bir şey olacak da biz o valizleri açıp köşe bucak yerleşeceğiz. O “bir şey” hiç olmuyor. O bir şey ne aslında onu da bilmiyoruz. Fakat yerleşemiyoruz da. Evimizde olamıyoruz. Kimse kendi evinde değil...

Eve giren siyasetin vanasını bir parça kıstım bu hafta. Sonuç mükemmel. Memleketi biz yönetmiyoruz değil mi? Sabahın köründen gece yarısına kadar nerede ne olduğunu takip etmeden de yaşayabilmeli insan. Mamafih Angara semalarını halı sahaymış gibi rahvan rahat kullanan helikopterlerden kaçış yok. Gece vakti bitmek bilmez uçuşlar neticesinde, "neler oluyor" sorusunun cevabını da “Ankara” ve “helikopter” sözcüklerini tarattığın tivitırda buluyorsun. Nasıl oluyor bilmiyorum ama sonunda biri bir şekilde anlıyor yine ne olduğunu da tivitır başında gece gündemini fondip yapanlara anlatıyor. “Ankara için helikopter vakti”nden başlayarak, “bi gün bu helikopter pilotu çatıya inip su var mı bacım diye gelmezse adam değilim. Tepeme inecek bina... Vecihi...” filana kadar türlü çeşit helikopter muhabbetiyle donatıyorlar tivitırı. İşte o tivitır donanmalarının peşine takılınca da ister istemez gündemin engin sularına açılmış oluyorsun.

Şöyle butik bir ülkemiz olsaydı. Nohut oda bakla sofa bir ülke. Ne olurdu yani? Böyle dört mevsime beş yıldız tatil köyleri gibi, bütün güzel vaatlerini karın ağrısı, kilo fazlası ve depresyonla nihayet bulduran bir memleketle nereye kadar? Yıllar ve yıllar oldu. Tıkış tepiş valizlerimizle öylece bekliyoruz. Bir şey olacak da biz o valizleri açıp köşe bucak yerleşeceğiz. O “bir şey” hiç olmuyor. O bir şey ne aslında onu da bilmiyoruz. Fakat yerleşemiyoruz da. Evimizde olamıyoruz. Kimse kendi evinde değil...

Gözümüzü bir dakika ayırsak koca ülke dünyadan iyice düşüp uzayın kurt deliklerinde parça pinçik olacak gibi geliyor hepimize. Uçak korkusu olanın koltuğa yapışması gibi, bilgisayar ya da telefon ekranlarına yapışmış biçimde memleket gündemini izliyoruz. Dün bütün gece bir duyum üzerine, Melih Gökçek’in akıbetinin ne olacağını bekleyip durduk mesela. Otuz yıllık “şehir hakkı”mı helal etmiyorum sana dedim içimden ki kimin umrunda? Ayrıcana ona bir şey olacağı yoktu ve olmadı da... Üstüne üstlük bir de Katalanlı Matalanlı tivitler attı saatler sonra. Bakın ben yuvarsal dünyayla meşgulüm, siz de kendi fitnenizde boğulun demeye getirdi.

İzlandalılar böyle mi ama? Değil. Ayrıca nohut oda bakla sofa dedim diye de ille de büyüklükten söz etmiyorum. Britanya küçük mü şimdi? Hiç değil. Orada bile kimse 7/24 memleketin dört bir köşesiyle meşgul olmuyor. Açın bakın. Bütün Britiş ahalisi bir Kate Middleton’dır tutturmuş gidiyor şu sıralar. Hatta Kate’in derin çukurlu gamzelerinin ve mavili pembeli elbiselerinin peşinde basbayağı sürükleniyorlar. Rahmetli Diana’nın erken gidişiyle böğürlerinde kalan ne varsa şimdi tamamına ereceği zehabına kapılmışlar. Hele üçüncü çocuğuna da hamileymiş ki Kate, görmeyin gitsin. Hatta görün de bir yere gitmesin. Kutsal Volk balıkları bu prenses masalını çok seviyor nitekim.

Bu arada Kate’in üçüncü bebeği erkek de olsa, iki yaşındaki prenses Şarlıt taht sırasında bir sıra geriye düşmeyecekmiş. Bunu konuşuyorlar. Derde bakın yalebbim.

Aha! Allah sizi inandırsın bu kez helikopter resmen masamdaki kağıtları sağa sola uçuracak kadar yakınımızdan geçti, Vecihi’yle resmen göz göze geldik! Fotoğrafını bile çektim. Ne diyordum mahallemizin prensesi Kate üçüncü bebeğine hamileymiş ve bu durum dikkatleri iyicene minik Şarlıt’ın üzerine çekmiş. Çeker tabii, sen küçücük bebeğin adını yüz batman gelen Şarlıt koy. Sonra da dikkat çekmesin. Güzelim çocuğun adını Şarlıt koyacak ne vardı acaba? Tamam hadi bir Shiloh, bir Suri ya da Lourdes koyacak kadar artiz değil tabii bunlar, nereden baksan kraliyet ailesi. Ama küçücük bir yavruya Şukufe der gibi, Şarlıt da denmez ki artık... Çocuğun tam adı da Charlotte Elizabeth Diana! Bu Kate de haset midir nedir? Madem Diana diye ünlemeyecektin, ne koydun yarım kilometre ismin arasına merhumenin adını. Saygısız...

Gördüğünüz gibi, madem butik bir ülkede yaşamıyoruz, öyleyse butik bir yazı yazayım bari diyerek, siyasetten kıstım bugün. İşte bu da kısılmış hali. Siyasi magazine kırdım direksiyonu ki ta Britanya’ya kadar vardırdık yolu.

Kıstığım siyaset gündeminde ise “çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmenin bir yıl üç aylık hapis cezasının onaylanması varmış... Barzani bar bar Berzani ilan edileyazmış. Gökçek’in de işte istifası istenmiş güya. Meltem Cumbul Adana’da Semih Kaplanoğlu’nun elini sıkmamış. Semih Kaplanoğlu, “nefret düşünceye, inanca, farklı olana yöneldiğinde bunun adı açık bir faşizmdir” buyurmuş. Toplumun üzerine nefret sağanak biçimde yağarken, Kaplanoğlu’ndan bir kez bile duymadığımız şeyler bunlar! Faşizme karşı mücadelesinin devamını diler, ellerinden sıkarız. Son olarak, gelir vergisi henüz tam olarak tartamadığımız bir dilim pasta olarak soframıza koyulmuş. Ekmek bulamıyorsakmış, pasta yiyesiymişiz. Yeriz, onu da yeriz...

İşte bu izale-i şuyu (ortaklığın giderilmesi) şartlarında bu hafta kendimi evimde hissetmek istiyordum. Rahmetli Marshall Berman bunu söyleyip durmuştu. Bundan başka derdi yok modern insanın. Evinde hissetmek, evine yerleşmek...

Heyhat... her şeyi susturuyorsun ama helikopter uçuyor.

Yine de inatla evime çekildim. Roman okudum. Bir İzlanda polisiye dizisine başladım. İzlanda polisiyesinin bir sezonunu, kesinlikle şaka maka değil, on kilo Ayaş domatesi, beş kilo kapya biberi, sekiz kilo patlıcan ve dört kilo kıl biberi, yıkayıp kurutup doğrayıp, kimini közleyip poşetleyip buzdolabına yerleştirirken izledim. Trapped. Dizinin adı bu. Zebzeleri kavanozlara doldurup konserve yapmayı tercih etmedim. Buzdolabı poşetlerine koyup öylece derin dondurucuya attım. Bu kararımda karlarla kaplı İzlanda görüntülerinin de payı olabilir. Fakat Melih Başgan iki gün Angara’nın şalterini indirse derin dondurucusuna güvenen başkentli kadın kısmısıyla birlikte bihakkın bedbaht olacağım.

Napalım? Evimize yerleşmeye çalışıyoruz şurada. Gerekirse bedbaht da oluruz.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.