Kervan 1915: Sanırsın okul gezisi!
‘Kervan 1915’, hiçbir Ermeni karaktere ön yargıyla yaklaşmıyor ama bunu politik bir duruş olarak değil, ancak egemenlerin bahşedebileceği türden bir ‘merhamet’le gerçekleştiriyor. Bu yüzden mazlumun değil, kendi hikayesini anlatıyor daha çok!
Ermeni soykırımı, yüzüncü yıl geride kalırken çeşitli vesilelerle sinemanın gündemine de giriyor. Fatih Akın, 2014’te “Kesik” ile çıkmıştı seyircinin karşısına ve film pek parlak bulunmamıştı. Mayıs ayında ısmarlama olduğu her halinden belli olan ve Türkiye’nin tezlerine yaslanan “Osmanlı Subayı”nı izleyip kaleme almıştık.
Çıkan haberlere göre Ermeni diasporası tarafından yaptırıldığı öne sürülen ve Türkiye’de görme fırsatı bulamadığımız “The Promise” de Christian Bale ve Oscar Isaac’li kadrosuna rağmen ABD’de pek ilgi görmemişe benziyor. Mevzu acılı, tezler farklı farklı ve üstelik üzerinden yüz yıl geçmiş olunca hikaye anlatmak da zorlaşıyor belli ki. 1915’te devlet emri Ermenilerin Anadolu topraklarından önce Suriye’ye sürülmeleri, ardından dünyanın dört bir yanına dağılmaları büyük bir travma hiç kuşkusuz. Farklı farklı tezler öne sürülse de yolda hayatını kaybeden yüzbinler/milyonlar söz konusu. Nihayetinde elimizde olan tek bir gerçek var: 1915 baharında sayıları 2-3 milyon arasında olan Türkiye’deki Ermeni nüfusu bugün 60 bin civarında.
YERLİ VE MİLLİ 1915 FİLMİ
“Gülün Bittiği Yer”, “Sözün Bittiği Yer”, “Ateşin Düştüğü Yer”, “The İmam” gibi filmlerle tanıdığımız İsmail Güneş de memleketin ilk yerli ve milli ‘1915 filmi’ne imza atıyor. Bu hafta gösterime giren “Kervan 1915” tehcir kararının ardından Giresun’dan Halep’e gönderilen kadın ve çocuklardan oluşan bir grup Ermeni ve onları sağ salim ulaştırmakla görevli insanların hikayesi. Daha açılışta, hükümet binası önüne toplanmış bir grup Ermeni ile karşılaşıyoruz. Evlerine el konulmuş, topraklarından koparılmak üzere gibi durmuyorlar pek. Zaten film boyunca Hayganuş karakteri dışında hiçbir Ermeni’nin yaşanan durumdan şikâyet ettiğine de tanıklık etmiyoruz. Sonra bu insanları Halep’e götürmek için yapılan ihaleye tanıklık ediyoruz. Sertliği ve mertliği ile tanının Katırcı Salim, 200 kişilik grubun yolculuk ihalesini alıyor. Salim ve adamlarının tek bir amacı var ‘emaneti’ kılına, canına ve ırzına halel gelmeden Halep’e kadar götürmek. Film, hikayesini gerçeklere dayandırdığını iddia ediyor. Mümkündür. Ama filmin o kadar çok mümkün olmayanı var ki.
PIRIL PIRIL BİR GÖKYÜZÜ ALTINDA
Öncelikle filmi ‘teknik’ bazı aksaklıklarına dikkat çekelim. İşin insani ve politik boyutlarına sonra geliriz. İsmail Güneş’in bu kadar olanak ve deneyimden sonra basit çatışma sahnelerini bile çekememiş olmasını bir yana koyalım. Günlerce gidilen yol boyunca filmin son on dakikasına kadar oyuncuların elbiselerinde tek bir leke bile olmamasını görmezden gelelim. Figürasyonun fiziksel görünüm olarak Giresun’da nasılsalar, son on dakikaya kadar aynı olmalarını da unutalım. Ama filmin görüntü ve ışık tercihine dair iki satır konuşmakta yarar var. Giresun’dan Halep’e kadar ferah kadrajlar ve pırıl pırıl bir gökyüzü altında gidilen bir yolculuk bu. Bu pırıl pırıllığın mevsimle bir ilgisi yok. Yağmur yağdığında da aynı görüntü.
Oysaki zor, kasvetli ve vicdan yükü ağır bir hikaye anlatıyorsunuz. Bütün sertliğine rağmen Katırcı Salim’in bile içinin daraldığı, çaresiz kaldığını düşündüğü anlar oluyor ama kamera bu duyguyu seyirciden uzak tutmak için elinden geleni yapıyor. Hikayenin ağırlığına dair tek bir görsel düzenleme görmek bir yana, mümkün olduğu kadar ferahlatıcı bir aydınlık ve kamera düzeneği söz konusu. Bu iki türlü olur, ya iş bilmiyorsunuz ya da bilinçli olarak seyirciyi bu tür vicdani yüklerden uzak tutmaya çalışıyorsunuz. Sinemada hikaye anlatımının aynı zamanda görsel bir atmosfer kurma işi olduğunu İsmail Güneş bizden çok daha iyi bilir. Ama film -tehcir/soykırım her ne diyorsanız onu anlatmak yerine- Katırcı İsmail’i, onun eğlenceli adamlarını ve âşık delikanlısını anlatmak istiyor asıl. Tezinizi her nasıl kuruyorsanız - soykırım uygulandı/ tehcirde tatsız hadiseler oldu- hiçbir önemi yok. Topraklarından koparılan Ermeniler bu filmde bir özneye dönüşmüyor. Katırcı Salim ve arkadaşlarının ne kadar iyi insanlar olduğunu anlamamız için birer araç haline getiriliyor.
BİR PİKNİK HAVASI, OKUL GEZİSİ
1915’te yaşananlara nasıl baktığınızın bir önemi yok. İster soykırım deyin, ister büyük felaket, isterseniz de devletin resmi söylemine uyarak savaş döneminin tatsız sonuçlar ortaya çıkaran sorunlu politikası olarak bakın. Eğer katıksız bir ırkçı değilseniz (ki İsmail Güneş’in öyle olmadığını biliyoruz) elimizde kalan şey bir halkın zulme maruz bırakıldığı ve büyük acılar çektiği gerçeği oluyor. Ama işte mazlumların değil de egemenlerin gözünden bakarsanız, niyetiniz ne olursa olsun ortaya bambaşka bir hikaye çıkar.
Ermenilerin acısını değil, Türklerin merhametini görürsünüz o zaman. Katırcı Salim ve adamlarına Kafkas, Gürcü, Laz, Türk kıyafetleri giydirip ‘rengârenk’ bir Anadolu resmederken Müslüman olmayanları dışarıda tutarsınız. ‘Ermeni tezleri’ni fazla iddialı bulup görmezden gelirken, devletin resmi tezine dönük bir kez olsun ‘acaba’ diye yaklaşamaz onun bile gerisine düşer, film boyunca bir kez bile ‘kötü’ Ermeni göstermemenize rağmen bir halkın acısını hafife almış, yok saymış ve hatta saygısızlık etmiş olursunuz. Devletin her türlü güvenlik önlemini almak istediğini, memurların canla başla çalıştığını ama savaş zamanı gücünün yetmediğini söyler; bütün suçu başıbozuk çetelere, çıkarcı birkaç bürokrata, ‘kırık’ Türkçesiyle Kürtlere atarsanız en fazla vicdanınızı rahatlatırsınız.
Katırcı Salih’in vicdanını, kendisine teslim edilen insanlara karşı sorumluluk duygusunu genellemeye kalkarsanız; hadi diyelim 1,5 milyon değil de Talat Paşa’nın defterlerine göre bile 400 binden fazla ölünün hatırasına saygısızlık etmiş olursunuz. Giresun’dan Halep’e uzanan ağır ve meşakkatli yolu kâh fıkralarla, kâh oyunlarla, kâh türkülerle, kimi zaman ‘korkulu’ anlarla bezeli bir okul gezisi gibi anlatırsanız; yetmez de içine zorlama bir aşk öyküsü sokuşturmaya çalışırsanız yaptığınız şey “iki taraf da çok acılar çekti” tezinin bile gerisine düşer; bir tarafın acısını hafifletmek anlamına gelir!
“Kervan 1915”, hiçbir Ermeni karaktere ön yargıyla yaklaşmıyor, olumsuz bir şey söylemekten ısrarla kaçınıyor ama bunu politik bir duruş olarak değil, ancak egemenlerin bahşedebileceği türden bir ‘merhametle gerçekleştiriyor. Bu yüzden mazlumun değil, kendi hikayesini anlatıyor daha çok!
Yönetmen: İsmail Güneş
Oyuncular: Murat Han, Ayşe Akın, İbrahim Kendirci, İpek Tuzcuoğlu, Fatih Ayhan, Ali Kemal Yılmaz, Meriç Başaran
Yapım: Türkiye 2017
Süre: 130