YAZARLAR

Türk sağı: 'Amerika'nın nazlı sevgilisi'

Necip Fazıl 1959’da, “Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol” olduğunu, fakat “Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek” gerektiğini yazıyordu. Bu kadar koyu bir Amerikancılığın içinden gelen Türk sağının, bugün zorunlu bazı ittifaklarının da etkisiyle Amerikan karşıtı gibi durması “nazlı bir sevgili muamelesi görmek” konusundaki hayal kırıklığının da etkisiyle ortaya çıkan bir savrulmadır.

İktidarın, bir süredir alttan alta vurgulanan ve aslında daha çok ‘iç ajitasyona’ dönük müsamere performansları gibi görünen ‘Amerikan karşıtlığı’, son vize kriziyle birlikte fiili durumlar da yaratmaya başladı. Normal şartlarda hep bir iç siyaset enstrümanı ve ‘taban pışpışlaması’ olarak kullanılan, ancak “Başkan’la randevu kuyruklarında” bal kabağına dönüşüveren o süslü anti-Amerikan çıkışlar; mevcut iktidarın da bir üyesi olduğu Türk sağının genetik Amerikancılığı karşısında önemsiz bir ağırlıktaydı. Bir başka deyişle, ‘taktik anti-Amerikancılıklar’, geçmişi çok eskilere dayanan ‘stratejik Amerikancılık’ karşısında en uzun ömürlüsü birkaç gün yaşayabilen su sinekleri gibi uçuşup gidiyordu.

Fakat işte, son ‘vize krizi’ ile gelinen durum, bazı zorunluluklardan kaynaklansa da daha farklı, bir duruma işaret ediyor. Esasen 15 Temmuz gecesi yaşanan şokun ardından, o gece olanlarla ABD arasındaki illiyet bağının sorgulanmasıyla başlayıp içerideki iktidar blokunu da sarsacak şekilde ‘yeni ittifak’ arayışlarıyla süren savrulmaların vardığı bir nokta olarak bu vize krizi; hem iktidar ve onun en başat aktöründeki ‘dönüşümü’ göstermesi açısından, hem de o iktidar ve başat aktörün sağcı bagajıyla çelişkisi açısından ilgiye şayan.

* * *

Türkiye’de iktidarlar ile ABD arasındaki ilk kriz 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına uzanıyor ve tarih boyunca kardeşlik ilişkisinde olan Türk milliyetçiliği ve İslamcılığında yol açtığı kalıcı etkilerle öne çıkıyor. 1917’ye gelindiğinde Almanların yanında savaşta tutunmaya çalışan ama ekonomik ve moral açıdan tükenmiş bir devlet söz konusuydu. 3 Şubat 1917’de Talat Paşa, Sait Halim Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi. Ancak bu ‘erken dönem Pelikan ameliyatı’ İttihat ve Terakki iktidarının iç çelişkilerini düzeltmeye yetmedi. Alman generallerle tam işbirliği halindeki Enver’e karşı, bizzat İttihat Terakki’nin içinden, aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu itiraz sesleri yükseliyordu. Durum böyleyken 6 Nisan’da ABD Almanya’ya savaş ilan etti ve Enver, kendi gücünün son barutunu tüketme pahasına Almanların isteğine uyarak, ABD ile ilişkileri kesti. Bu yeni gelişme moralleri iyice bozarken, Enver ve savaş yanlısı grubunun temsil ettiği pan-İslamist Osmanlıcılığa karşı, ‘Türk Anadolu milliyetçiliği’ olarak da anılan ve Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyerek kazanacak olan yeni bir odak doğurdu. İlk ABD krizi, savaşın da bir faciayla sonuçlanmasıyla birlikte, Türkiye’deki hakim ideolojik eğilimleri sarsan bir sonuca yol açmıştı. Enver’in, kendi kaderini ölümüne bağladığı Almanya’nın telkiniyle yürüttüğü ‘zorunlu’ ABD karşıtlığı, Türk milliyetçiliğinin, dış politikada daha ‘dengeli’ bir tutum izleyen başka bir kulvarda yeniden yapılanmasına vesile oluyordu.

Türkiye’nin ‘merkez sağ’ silsilesi olarak DP-AP-ANAP vs.’nin (ve elbette AKP’nin de) türeyeceği saltanat yanlısı ‘Hürriyet ve İtilaf’, zaten daha savaş öncesinden başlayarak İngilizlerle birlikte davranma yanlısıydı. Savaştan sonra İngiliz ya da Amerikan manda yönetimini savunanlar da İslamcısından Osmanlıcısına, ‘liberaline’ dek bu sağcılar oldu.

* * *

Kemalizm’in, 40’ların ortasına kadar süren ‘denge siyaseti’, İkinci Dünya Savaşı fırtınasının ardından kurulan yeni dünyada, Türk egemen sınıfları açısından sürdürülebilir olmaktan çıktı. “Sovyetler Kars’ı, Ardahan’ı ve Boğazları istiyor” paniğiyle başlayan ABD’ye yanaşma, Türkiye için stratejik bir makas değişimiydi ve bu köklü değişim, hemen birkaç yıl içinde ihtiyaç duyduğu siyasal iktidara kavuştu: Savaş fırsatlarıyla zenginleşmiş büyük tüccarların, çiftlik sahiplerinin, cumhuriyetle problemli eski ulemanın partisi DP… ABD kredileriyle ABD’den tarım makineleri ithal eden, üretimi artırarak ‘bolluk’ görüntüsü yaratan ama sonu gelmeyecek bir borç sarmalını da başlatan DP-Menderes iktidarı, Amerikan yardımlarıyla tam bir kapitalistleşme ve Soğuk Savaş’ın Batı kampına katılma yörüngesine oturdu. NATO’ya üye oldu. Başta İncirlik olmak üzere, ülkenin dört bir yanında, ABD ve NATO için, savaş ve casusluk üsleri kurulmasına izin verdi. İşçi sınıfını mücadeleden ve ‘komünizm belasından’ uzak tutmak için, ABD telkinleriyle Türk-İş’i kurdu. Meclis’i bypass ederek Kore’ye asker gönderdi. Günümüze kadar gelen ‘Amerikan peyki Türkiye’nin kaba inşaatını yapıp, toplumu bu inşaata zincirledi.

* * *

1965’te tüm dünyada Amerikan karşıtlığı kabarmakta, Türkiye’de de solcu gençlerle birlikte antiemperyalist fikirler yükselmekteyken iktidara gelen Adalet Partisi de kapitalist inşanın yeni müteahhidi, ABD’nin sıkı müttefiki olacaktı. AP’nin başbakanı Süleyman Demirel, ‘Eisenhower bursu’ ile ABD’de okumuş, ardından Türkiye’de bir Amerikan şirketinde çalışmıştı. Toplumun, tutucu bir sağ ve devrimci bir sol olarak kutuplaşmasına katkısı büyük oldu. Hızlı sanayileşmeyle büyük burjuvaziyi beslerken uluslararası tekellerin yerli üretici aleyhine ülkeye akın etmesinin önünü açtı. Böylelikle durumunu bozduğu taşra tüccarları ve köylülüğü ise ABD’nin yeni “antikomünist panzehiri” olan İslam ile yedekledi.

* * *

Komünizmle Mücadele Derneği (1962) sola karşı bir mihver olarak hem içerideki yönetici sınıfların hem de ABD’nin büyük teşviklerini aldı. Bir kısmı bugünkü iktidarın başlıca yüzleri olan sağcı/İslamcı gençler bu dernekte örgütlenerek ABD’yi protesto eden solcuların kanını döktü. ABD’nin 6. Filosunu protesto eden solculara silahlar ve bıçaklarla saldırmadan önce, Dolmabahçe’de filonun önünde topluca namaz kıldılar. MNP-MSP-Refah-Fazilet diye uzanan ve en sonunda bir kolu AKP’ye dönüşen silsile buralarda doğdu.

Neo-faşist Türk milliyetçiliği, Türkiye bir Amerikan müttefiki olmayı kabullendikten sonra ‘eğitim’ için bu ülkeye gönderilen ilk subaylardan biri olan Alpaslan Türkeş’in öncülüğünde örgütlenip, komando kamplarında yetiştirilip, sokaklara, solcu gençlerin, işçilerin karşısına çıkarıldı. Motivasyonları daima Türk milliyetçiliğinden daha çok komünizm düşmanlığı oldu. Bu yarı legal, kitlesel ve antikomünist paramiliter gruplar, ABD’nin, Endonezya’dan Şili’ye, Filipinler’den Türkiye’ye kadar tüm ‘ikinci halka’ müttefiklerinde, din-vatan-millet edebiyatıyla örgütlediği aparatlarıydı.

Kenan Evren, kendisinden açıkça ‘bizim çocuk’ diye bahsedilecek kadar Amerikancıydı, ‘Amerikan’dı.

AKP lideri Erdoğan, partisi iktidarda ama henüz milletvekili seçilmediği için kendisi hükümette değilken Meclis’in önüne gelen ve Irak’ı işgal edecek ABD güçlerine katılmayı öngören ünlü “1 Mart Tezkeresi”nin geçmesi için elinden geleni yaptı. Toplumun da muhalefetiyle tezkere geri çevrilince, bunun faturası “Avrasyacı generallere” kesilip, öfkeyle ve bir dizi kurgu operasyonla bunlar tasfiye edilirken doğan boşluktan yararlandı ve güçlendi, güçlendi, güçlendi. Kendisini bölgedeki ABD planlarının eşbaşkan ilan etmeye kadar vardı.

Muhafazakarlar, liberaller, İslamcılar, neo-faşist milliyetçiler, cuntacılar… Tüm klikleri ve temsilcileriyle Türk sağı daima Amerikancıydı, ‘Amerikan’dı…

* * *

Türk sağının ve özellikle de bugünlerdeki ‘taze’ Amerikan karşıtı ekibin üstadı Necip Fazıl, Temmuz 1959’da yayınlanan Büyük Doğu dergisindeki yazısında, “Bugün dünya, milletlerin oluş istikameti ve tekevvün hakkı bakımından iki vâhide ayrılmıştır. Ya Amerikayı tutacaksınız, ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi, ya komünizmayı... Bunlardan birine temayül derhal ve kat'i olarak öbürüne aykırılık mânasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir” diye yazıyordu. Ona göre, “Amerikan siyasetini tutmak, Türkiye hesabına biricik doğru yol” idi. Fakat bu politika karşılığında yeterince ödül alınamadığından şikayetleniyordu: “Amerika'dan bu makamın dolgun hakkını istemek ve nazlı bir sevgili muamelesi görmek biricik dikkatimiz olmalıydı.” (*)

ABD yönetimi, Necip Fazıl bu yazıyı yazmadan 8 ay önce, Kasım 1958’de, İslâm’ın komünizme karşı bir panzehir olarak kullanılabileceğini öngören bir iç hizmet belgesi yayınlamıştı! (**)

* * *

Tüm hücrelerine kadar koyu bir Amerikancılığın içinden doğup gelen Türk sağının, bugün olağanüstü koşullarda ve zorunlu bazı ittifaklarının da etkisiyle Amerikan karşıtı gibi durması bir ‘savrulma’dır. Üstatlarının deyişiyle “nazlı bir sevgili muamelesi görmek” konusundaki hayal kırıklığının da etkisiyle ortaya çıkan bir yalpalamadır. Ama karşısında ‘nazını hala çekecek’ biri olduğuna inanırsa, hırçınlığı bırakıp yeniden nazlı sevgili olmak için bir saniye düşünmeyecektir.

(*) Büyük Doğu Dergisi, Sayı 20, 17 Temmuz 1959

(**) 5820/1 no’lu Ulusal Güvenlik Kurumu [NSA] belgesi.


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.