Fuarın paralel alemleri
Türkiye Frankfurt'ta tıpkı geçen yıl olduğu gibi daha çok 'ifade özgürlüğü' sıkıntıları ile gündemdeydi. Konuk Ülke olduğumuz, gürül gürül edebiyatımızı, kitap ve kültür dünyamızı tanıtıp ülkeyi pek çok farklı rengiyle dünyaya anlattığımız dönem sanki çok gerilerde kalmış.
Frankfurt Kitap Fuarı'nda sanki iki farklı dünya var gibi. Biri uluslararası kitap endüstrisi ki kendisi bu fuarın zaten varlık sebebi. Diğeri ise kitabın ve yazarların oluşturduğu, düşünceler, edebiyat ve siyasetten oluşan kültürel evren. Bu kültürel evren ise biraz da kitabın varlık sebebini unutmamak, ona saygıda kusur etmemek için fuar alanında kendine yer bulabiliyor gibi. Dünya yayıncılarına kitap satmaya çalışan İngiliz ve Amerikalı ajans çalışanı genç insanların bu işlerle neredeyse hiç alakası yok. Sadece ilgili kişilerin gidip izleyebileceği bazı programlar kapsamında çok sayıda söyleşi ve tören düzenleniyor. Çoğunluğun gündemi ise yeni çıkan ve çıkacak olan kitaplar.
Fuarda artık eskisi gibi büyük tanıtım kampanyaları düzenlenmiyor. Muhammed Ali kitabı için fuar alanına gerçek bir boks ringinin kurulduğu zamanlar geride kaldı. Artık sadece masa düzeni var. Karşılıklı oturulup yeni kitapların konuşulduğu masalar... Bir kaç yıldır olduğu gibi, bu yıl da herkesin arzu ettiği o 'best seller' adayı ortalarda pek görünmüyor. Dolayısıyla edebiyat dışı kitaplar eskisinden biraz daha fazla öne çıkıyor. Zaten Avrupa'daki satış rakamları da bunu doğruluyor. İngiliz Yayıncılar Birliğini'ne göre kurgu satışları dört yılda yüzde 23 azalmış. Rakamları veren The Guardian yazarı, bu eğilimin çok satanlarda bir süre daha süreceğini, ama 'edebiyat' kategorisine giren kitapların daha iyi durumda olduğunu söylüyor. Tabii bütün bu tahminler pek yakında yeni bir Stig Larrson'ın ya da Dan Brown'ın ya da Jojo Moyes'in daha çıkabileceği gerçeğini değiştirmiyor.
Nitekim bu fuarın yıldızları, biraz Dan Brown ama daha çok Margaret Atwood'du. Bu yılki Barış Ödülü'nün sahibi Atwood, edebiyatın içinden gelen bir yazar. 77 yaşında ve otuz yıl önce yazdığı romanı 'Damızlık Kızın Öyküsü' (Handmaids Tale) ile şu sıralar hayatının en parlak dönemini yaşıyor. Fuarın kapandığı pazar günü düzenlenen ödül töreninde tam da kendisine yakışır hayli politik bir konuşma yaptı. En büyük ilhamını Grimm masallarından aldığını anlattı. ABD'nin tüm eksikliklerine rağmen bir zamanlar dünyada özgürlük ve demokrasinin simgesi sayıldığını, ama artık bunun sona erdiğini söyledi. Ve tabii ki feminist bir yazar olarak, erkeklerin yönettiği parlamentolara çattı; dünyayı geriye, neredeyse 19. yüzyıla döndürmek istediklerini anlattı.
Türkiye de Frankfurt'ta tıpkı geçen yıl olduğu gibi daha çok 'ifade özgürlüğü' sıkıntıları ile gündemdeydi. Konuk Ülke olduğumuz, gürül gürül edebiyatımızı, kitap ve kültür dünyamızı tanıtıp ülkeyi pek çok farklı rengiyle dünyaya anlattığımız dönem sanki çok gerilerde kalmış. İnsan şimdiki duruma bakınca kendisini 80'lere ışınlanmış gibi hissediyor...
Aslında güzel şeyler olmuyor değil. Mesela öykücü Sine Ergün de fuardaydı. Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü'nün sahibi olarak, ödülünü almaya gelmiş. Ya da Gaye Boralıoğlu, Almanca'da beğeni kazanan romanı Meçhul ile 'Satırlar Arasında' adlı okuma gecesine konuk oldu. Sahrap Soysal, Gurme Galerisi'nde Türk mutfağını ve kendi kitabını tanıttığı neşeli, lezzetli bir sunum gerçekleştirdi... Ama bu hoşluklar, üstümüzdeki gri bulutların gölgesinde kaybolup gitti sanki.
Almanya'daki sürgünlüğünü kitaplaştıran Can Dündar çeşitli toplantılara katılıp konuşmalar yaptı. Benim dinlediğim bir söyleşisinde “Benim burada olmamın sebebi Avrupa Birliği ve Almanya'dır” diye girdi söze. Türkiye'yi AB'ye almayan tüm siyasetçileri ve özellikle demokratik taleplere destek olmayan Angela Merkel'i eleştirdiği sözleri tam da 'demir leblebi' gibiydi. Hapisteki Ahmet Şık'a ise Cesur Gazeteciler İçin Raif Badawi Ödülü verildi. Ödülü alan avukatı Can Atalay'ın okuduğu konuşmadan 'bütün kötülüklere inat gazetecilik yapmaya devam edenler var' sözü akıllarda yer etti. Zeynep Oral ise pek çok uluslararası ödül jürisinde bulunmuş biri olarak 'Kapalı Kapılar Ardında. Edebiyat Ödülleri Jürileri Nasıl Çalışıyor?' başlıklı ilginç bir oturumun konuğuydu. Sorular ve cevaplar, Türkiyeli bir yazar söz konusu olduğunda yine çoğunlukla siyasi sularda dolanıp durdu. Bu oturumun gerçekleştiği Business Center bölümünün iki büyük sponsorundan biriTürk Hava Yolları'ydı. Can Dündar, Aslı Erdoğan ve Burhan Sönmez'in katıldığı 'sürgünde yazar olmak' konulu toplantı da burada yapılmıştı. Siyasi dozu yüksek, eleştirel konuşmaların arkasında THY logosunu görmek, bize fuarın hoş sürprizlerinden biri gibi geldi. Düşünce ve ifade özgürlüğünü destekleyen bir ortama, fuarın kültürel evrenine destek verdiği için THY'yi pek bir takdir ettik, kendilerine buradan tebriklerimi iletiyorum.