YAZARLAR

IMF’de sol popülizm devri

IMF, küresel kapitalizmin “aklı” olarak, yükselen sağ popülizme karşı ana akım neoliberal araçlarla savaşılamayacağının farkına vardı. Kurumun bu yılki Mali İzleme Raporu, IMF standartlarına göre önemli bir sorgulama niteliğinde.

Uluslararası Para Fonu (IMF), geçtiğimiz hafta, bu yılki Mali İzleme Raporu’nu açıkladı. Rapor IMF standartlarına göre önemli bir sorgulama niteliğinde. IMF, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltmak için üç temel politika öneriyor: (i) Gelire göre artan oranlı vergilendirme, (ii) evrensel temel gelir, (iii) daha eşitlikçi bir eğitim ve sağlık sistemi için kamu harcama politikasının düzenlenmesi. Evet, yanlış okumadınız. Bu öneriler sosyalist Jeremy Corbyn'in liderliğindeki İngiliz İşçi Partisi'nin programından yapılan bir alıntı değil, bu sorunların oluşmasında büyük payı olan bir kurum söylüyor bunları.

Peki neden? Ne oldu da IMF bugüne kadar izlediği ana politika kulvarının dışında yer alan görüşleri savunan bir rapor yayımlama ihtiyacı hissetti? Şöyle düşünüyorum: IMF, küresel kapitalizmin “aklı” olarak, yükselen sağ popülizme karşı ana akım neoliberal araçlarla savaşılamayacağının farkına vardı. IMF’nin önerisi, sağ popülizmin ancak sol popülizm ile yenilgiye uğratılabileceği yönünde.

KÜRESEL TEKNOKRASİDE ÇATLAKLAR

IMF'nin, ana akım neoliberal çizgiyi sorgulamaya başlaması yeni değil. Önceden biraz daha utangaç da olsa, bazı araştırma raporlarında ya da çalışma tebliğlerinde bir takım eleştirilere rastlamak mümkündü. Ancak görebildiğim kadarıyla IMF’deki devrimin (!) başlangıcı 2015’te Yunanistan’da yaşanan borç krizidir. Kriz sırasında farklı vesilelerle Almanya’nın zorladığı borçların tümünün geri ödenmesi planı yerine, IMF, borçların bir kısmının silinmesine dayanan farklı öneriler getirdi.

Yunanistan’daki borç krizi sonrası, 2016 Şubat’ında Çin’de gerçekleşen G20 zirvesine IMF’nin sunduğu Keynesyen rapor damgasını vurdu. Bu raporda IMF ilk kez maliye politikasının daha aktif ve genişletici yönde kullanılabileceğini ileri sürdü. IMF'ye göre maliye politikası, para politikasının istenen sonuçları verebilmesi için destekleyici olmalıydı. Buradan yola çıkılarak şu öneri yapıldı: Özellikle bütçesi çok kötü durumda olmayan (mali alanı bulunan) ülkeler kamu harcamalarını artırmakta tereddüt etmemeli. Dikkat edilirse bu önerinin izdüşümleri Türkiye’deki ekonomi politikalarından da izlenebilir.

Yine geçtiğimiz yıl Haziran ayında, IMF Araştırma Departmanı’ndan iktisatçıların doğrudan neoliberal politikaları eleştiren bir yazı kaleme almaları dikkat çekici idi. Yazıda, 1970’li yıllardaki kriz sonrası IMF’nin ana politika önerilerinden olan mali serbestleşmenin sakıncalarından ve artan gelir dağılımı eşitsizliklerinin ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğinden bahsediliyordu.

TEKNOKRATİK ESNEKLİĞİN ZİRVESİ

Son IMF raporuna göre, piyasa temelli ekonomik sistemlerde kaçınılmaz olarak bazı eşitsizlikler ortaya çıkabilir. Eşitsizliklerin nedeni; insanların farklı yetenekte olması, gelir elde etmek için yeterince çaba gösterip göstermemeleri ve şanstır (s. 1). Raporda, artan eşitsizliklerin kapitalizmle ya da son dönemde uygulanan ekonomi politikalarıyla ilgisi kurulmamış bile.

Yani kurum “yoksulluğun nedeni tembelliktir” noktasından çok uzakta değil hâlâ! Dahası, bu muazzam eşitsizliğin oluşmasının doğrudan nedeni olan neoliberal politikaların dünya genelinde uygulanmasında en kritik rollerden birini kendisi oynamamışçasına böyle bir raporun yazılabilmesi, teknokratik esnekliğin zirvesi olarak görülebilir.

ZENGİNLERİN VERGİLENDİRİLMESİ

Sıkı durun, raporda iktisat ve maliye bilimi için standart ama neoliberal teknokrasi için dev bir keşif var: “Maliye politikası, gelirin yeniden dağıtımında kuvvetli bir araç olabilir"! Raporda belirtildiği üzere, 1988-2013 arasında gelir eşitsizliği ülkeler arasında azalırken, ülkelerin içinde artıyor (s.3). Ülkeler arasında azalmasındaki temel dinamik ise Çin ve Hindistan gibi büyük nüfusa sahip olan ülkelerin 2000’li yıllarda gösterdikleri muazzam ekonomik başarı.

IMF'ye göre maliye politikası yoluyla gelir eşitsizliklerinin azaltılmasının yolu basit: zenginden alıp yoksula vermek! Yani, yeniden dağıtımcı politikalarla gelir eşitliğini azaltmak (s. 6). Dahası, eğitim ve sağlığa yönelik kamu harcamalarının artırılmasıyla beraber, hane bütçesinden bu harcamaların oranının azaltılması. Tabii ki raporda, IMF’nin koşullu krediler yoluyla 1980’li yıllardan beri ülkelere eğitim ve sağlıkta özelleştirme programı önerdiğinden bahsedilmiyor.

Neoliberal vergi politikasının aksine, artan oranlı vergilerin ekonomik büyümeye yansımasının olumsuz olmayacağı savunuluyor (s.28). Vergi konusundaki tipik neoliberal politika, en zenginler ve şirketler üzerindeki vergi yükünün azaltılmasına dayanıyor. Bu inanışa göre zenginler ve şirketler daha az vergi ödediğinde gelirleri ve kârları daha da artacağından, yeni yatırım yapma ihtimalleri artacak. Yeni yatırım yapmaları ise daha fazla istihdam ve gelir eşitsizliğinin azalması anlamına gelecek. IMF raporunda yazılanlar, bu neoliberal dogmanın boş bir inanç olduğunu, gelire göre artan oranlı vergilendirmenin ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki yapmayacağını söylüyor.

DEĞİŞEN POLİTİK İKLİM

Rapor, Trump’ın en önemli seçim vaatlerinden olan en zenginlerin vergilerinin azaltılması politikasının tam olarak karşısında, İngiltere’de iktidar adayı haline gelen İşçi Partisi’nin programının yanında yer alıyor. Bu açıdan raporun zamanlaması manidar!

Daha geniş açıdan bakarsak, rapora göre biraz eşitsizlik normal ama aşırı olanı hem siyasi olarak hem de büyümeye etkileri açısından kötüdür. Burada kritik olan eşitsizliklerin siyasi sonuçları olacağı vurgusudur. Bir süredir altını çizdiğim gibi, 2008 krizi sonrası bizzat krizin oluşumunda önemli katkıları olan ekonomi politikalarının değişmeden uygulanmaya devam edilmesi, siyaseten liberal merkezleri çökertti. Yani kriz sonrası daha fazla neoliberalizm olarak şekillenen ana ekonomi politikası tepkisi, siyaseten sürdürülemez bir noktaya geldi. Ancak ilginç olan, bu politikaları sürdürülemez kılan yükselen bir sol tehdit değil, tam aksi yönde gelişen sağ popülizmdir.

Almanya’daki seçimler sonrası yaptığım değerlendirmeyi şöyle bitirmiştim: "Liberaller yükselen faşist sağa karşı bir şey yapmak istiyorlarsa, işe ekonomi politikalarını değiştirmekten başlamalılar." IMF’in yapmaya başladığı bu olabilir. Yani, ekonomik eşitsizliklerin yarattığı siyasi kutuplaşma ve bunun sistem için yarattığı risk, politika değişikliğinin temel nedeni olarak görülüyor. Bu raporla IMF sermayeye mealen şöyle demiş oluyor: Elinizdekilerden şimdi biraz vermezseniz, sonra daha fazlasından olacaksınız! Kim bilir, belki de neoliberalizmi sonradan benimsemiş sosyal demokratlar dahi, şimdilerde sol popülizmi işaret eden IMF’den ilham alabilir.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.