Domino taşları
Bakın işte bu sadece bir günün hikâyesi. Sonsuzluk ve bir günün. Öldürülenlerin, haksızca hapsedilenlerin, iş cinayetlerinin ve ille de cezasızlığın katmerli domino gösterisi. Hepimizin altında kaldığı. Hayat göçüğü… Çünkü insan böyle yaşamamalı.
Mutlaka televizyonda denk gelmişsinizdir. Art arda dizilmiş dikdörtgen domino taşları birbiri üzerine devrilerek çeşitli şekiller oluşturur. Rekor denemesi de yapılan bu domino gösterilerinde düzeneği kurduktan sonra dakikalarca sürecek bir “yıkıntılar kainatı” yaratabilirsiniz. Taşlar devrildiğinde harfler aracılığıyla ortaya çıkacak mesaj ya da yapı hayal gücünüzün enginliğine kalmış.
Bir öncekinin bir sonrakini tetiklediği olaylar zincirine de domino etkisi deriz. Katliamlar, cinayetler, adaletsizlikler cezasız kaldıkça birbiri üzerine devrilerek cehennemimizle tanıştırır bizi.
Tutuklu gazeteci Ahmet Şık'ın eşi Yonca Şık, 69'uncu Frankfurt Kitap Fuarı’nda yaklaşık 10 aydır cezaevinde bulunan eşine verilen Raif Bedevi Cesur Gazetecilik Ödülü’nü alırken domino taşları geldi yine aklıma. Suudi yazar, muhalif, aktivist ve "Liberal Suudi Şebekesi" web sitesinin yaratıcısı Raif Bedevi 2012'de "elektronik kanalla İslam'a hakaret" suçundan tutuklandı ve dinden dönmeyi de içeren çeşitli suçlamalarla mahkemeye çıkarıldı. 10 yıl hapis ve 1000 kırbaç ceza verilen Bedevi’ye ilk 50 kırbaç 9 Ocak 2015'te uygulandı. Dünyanın takip ettiği bu insanlık dışı ceza, Bedevi’nin sağlık sorunları nedeniyle ertelenmiş durumda.
Yonca Şık bu ödülü alırken Ahmet Şık’ın mesajını da duyurdu: “Kendisi gibi ağır koşullarda olan başka bir gazeteci adına ödül alıyor olmak, bir yandan göndermiş olduğu mesajla canını yaksa da bunun onur verici bir şey olduğunu söyledi.”
'SANKİ BİR HUKUK DEVLETİ VARMIŞ GİBİ...'
Yonca Şık, Deutsche Welle Türkçe’de Başak Demir’e verdiği söyleşide Silivri 9 No’lu cezaevinde tecritte tek başına bir koğuşta kalan Ahmet Şık ve tüm tutuklu gazeteciler için çok önemli olan AİHM meselesini de anlattı haklı bir sitemle: “Türk hükümetinin 3 Ekim’e kadar Cumhuriyet gazetesi tutukluları için AİHM’e savunma vermesi gerekiyordu. 16 hafta savunma süresi verilen Türk hükümeti altı hafta daha uzatma istedi ve AİHM üç hafta uzatma verdi. Yani 23 Ekim’e kadar. Kişisel hak ve özgürlüklerden bahsediyoruz. Burada Türkiye’de sanki yargı bağımsızmış, iç hukuk yolları açıkmış, bir hukuk devleti varmış gibi davranması aslında Türkiye’deki hukuksuzluğun yeniden üretilmesine neden oluyor. Bu arada hükümetin 24 Ekim’e kadar Deniz Yücel için de AİHM'e bir savunma vermesi gerekiyor. Diğer yandan Nuriye ve Semih ile Barış Akademisyenleri'nin başvurusu AİHM'de kabul görmemişti. Biz bir siyasi karar değil, hukukun işlemediği bir ülkeye yönelik birtakım mekanizmaların geliştirilmesini ve buna yönelik bir karar alınmasını bekliyoruz.”
Sanki bir hukuk devleri varmış gibi… Ne acı ve ne kadar özetleyici bir tabir değil mi? Aynı gün Silopi'de evlerinde uykudayken binadan içeri dalan polis panzerinin altında kalarak ölen Furkan ve Muhammet Yıldırım kardeşlerin Cizre 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davasının ilk duruşmasında tek tutuklu sanık, polis memuru Ömer Yeğit’in tahliyesine karar verildi.
Bu da o polis memurunun buz gibi ifadesidir: “Herhangi bir kusurum yoktur. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün zırhlı taşıtlara ilişkin genelgesi tarafıma bildirilmemiştir. Kurssuz ve sertifikasız olmam hiçe sayılarak panzer tipi zırhlı araçlarda çalıştırıldığımın yetkili birimlere bildirilmesini talep ediyorum.”
'ANNE BEN ÖLSEYDİM, SEN NE TEPKİ GÖSTERİRDİN?'
Hadi devam edelim. Aynı gün Manisa’nın Soma ilçesinde 13 Mayıs 2014 günü 301 madencinin öldüğü faciayla ilgili altısı tutuklu, 51 kişinin yargılandığı davada yeni mahkeme heyeti, vardiya amiri Mehmet Ali Günayçelik’i tahliye etti. Tahliye kararının ardından mahkeme heyetine tepki gösteren madenci yakınları polis tarafından salondan çıkarılırken baygınlık geçirenler oldu.
Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın avukatı Kadir Çekin, bilirkişi raporlarında tüm şirket sorumlularının kusurlu gösterildiğini belirterek “Şüphelilere kusur bulmak için kendilerini delil bulmak zorunlu hissettiler” deyince, ölen madencinin annesi Elmas Kaya, avukata eleştiride bulundu. Mahkeme Başkanı Salih Pehlivanoğlu’nun, salon dışına çıkartılmasını istediği Elmas Kaya’nın dediğidir: “Benim yerimde sen olsan nasıl sabredersin? Annene sor, ‘Anne ben ölseydim, sen ne tepki gösterirdin.’ Sor bakayım sana ne diyecek…”
Aynı gün Şırnak ile Cizre arasında, Cudi Dağı eteklerindeki kömür ocakları bölgesinde bulunan ve ruhsatsız olduğu belirtilen 3 no'lu açık kömür ocağında meydana gelen göçükte yedi işçi öldü. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da kömür ocağının ruhsatsız olduğunu sıfır sorumluluk vurgusuyla şöyle duyurdu: "Şırnak’ta meydana gelen kazanın olduğu maden sahası, işletme ve iş güvenliği riski barındırdığı için MİGEM tarafından 2013 yılında faaliyeti durdurulmuş bir sahadır. Kazanın meydana geldiği saha için MİGEM tarafından verilmiş çalışma ruhsatı söz konusu değildir. Yapılan işlem kaçak işlemdir."
Bir de Şırnak Valiliği'nin açıklamasına bakalım: “Söz konusu alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 2013 yılında üretime kapatılmış bir alandır. Ruhsatsız olarak kömür çıkarma faaliyeti esnasında meydana gelen üzücü olayla ilgili olarak adli mercilerce hem iş güvenliği hem de terör örgütü ile bağlantıları yönüyle çok kapsamlı bir soruşturma başlatılmıştır."
Bakın işte bu sadece bir günün hikâyesi. Sonsuzluk ve bir günün. Öldürülenlerin, haksızca hapsedilenlerin, iş cinayetlerinin ve ille de cezasızlığın katmerli domino gösterisi. Hepimizin altında kaldığı. Hayat göçüğü… Çünkü insan böyle yaşamamalı.