YAZARLAR

Sahte haber tartışması bitmiyor…

Trump’ı eleştirenler, kendisinin kaynağın açıklanmadığı haberleri, hatta daha ötesi inanmadığı, işine gelmeyen haberleri “sahte haber” olarak tanımladığını iddia ediyorlar. Bizim için alışılmış olsa da, ABD açısından alışılmamış olan bir başkanın medyayı tehdit etmesi, üstelik bunu tıpkı bizim alıştığımız gibi “sahte haber”, şarlatanlık, sahtekarlık gibi suçlamalarla yapması, ABD’de süregiden “sahte haber” tartışmasının derinleşmesini beraberinde getiriyor.

ABD’de “sahte haber” tartışmaları bir türlü sona ermiyor ve giderek ilginç bir noktaya doğru evriliyor. 2016’da yapılan başkanlık seçimleri ile birlikte başlayan “sahte haber” tartışması bir yıldır sürüyor. Bu tartışmanın açığa çıkardığı bir dizi sonuç var. Bunların bazıları bugüne kadar reklama dayalı ticari medyaya dair yapılan eleştirel analizleri doğruluyor. Bazıları ABD’de geçerli olan liberal medya düzeninin boşluklarını ve kırılganlıklarını gözler önüne seriyor. Bazıları ise hem yeni medyanın, hem de geleneksel medyanın var olan sınırlı demokratik, katılımcı potansiyelinin daha da sınırlanmasını beraberinde getiriyor.

İKİ CEPHE

“Sahte haber” tartışmalarında ağırlıklı olarak iki cephe varmış gibi görünüyor. Bunlardan ilki Donald Trump’ın başkan seçilmesini “sahte haber” yoluyla ABD demokrasisine müdahale etmeye çalışan Rusya iddiasını ortaya atan, ağırlıklı olarak Clinton yanlıları. Onlara göre Rusya, suikasttan, çevrimiçi tacize ve muhalifler hakkında sahte deliller üretilmesine kadar pek çok yolla uluslararası ilişkileri etkileme ve Rusya'yı süper bir güç haline getirme çabasının bir devamı olarak ABD seçimlerini etkiledi. Burada Rusya'nın en önemli silahlarından birisi “sahte haber” olarak işaret ediliyor.

İddia sahiplerine göre sahte haberlerin sosyal medya ve internetteki bazı web siteleri üzerinden yayınlanması seçimleri manipüle etmenin en etkili yollarından birisi oldu. Bu iddiayı temel alan bir yazı dizisi Pulitzer Ödülü aldı. Bu iddia çerçevesinde gösterilen deliller sonunda Facebook’un Rusya bağlantılı bir takım şirketlerden aldığı büyük çaplı reklamlara dek uzandı. Ancak her iki durum yani doğrudan yayınlanan “sahte haber” ve Facebook’a verilen reklamlar üzerinden baktığımızda, sorunun yapısal olduğu, yani dönemin” eğlenceli” başka adayı Trump’la ilgili haberlerin çok okunmasının ve bu haberlerin reklamları daha geniş bir kitleye ulaştırmak açısından elverişliliğinin, sahte haberleri reklamlara, reklamverenlere ve dolayısıyla reklama dayalı medyanın kendisine sıkıca bağladığı bariz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Rusya yanlısı bir takım şirketlerin verdiği reklamlar ise konuyu daha da bariz hale getiriyor.

Ancak tüm bu tartışmanın sonucu ticari ve reklama dayalı medyayı tartışmaya açmak olmadı. Tam tersine özellikle sosyal medyanın algoritmalar aracılığı ile sahte habere dair önlemler almasına, bu önlemleri alırken özellikle muhalif olanı dışarıda bırakmasına ve sonuçta yeni bir tür sansüre neden oldu.

TRUMP CEPHESİ

Tartışmanın ikinci cephesi ise Trump tarafından açıldı. Trump başka seçilmesinin hemen ardından patlayan “sahte haber” tartışmasını kendi lehine çevirmek üzere kolları sıvamış görünüyor. 2017 yılının başından bu yana 153 ayrı vesileyle “sahte haber” ifadesini konuşmalarında ve sosyal medya paylaşımlarında kullanan Trump, kendisine yöneltilen bütün eleştirileri “sahte haber” olarak kodluyor. Porto Riko kasırgasından sonra, yaptığı gafları ve felaketi küçümseyen tavrını eleştirenlere karşı, “sahte haberler dışında harika bir iş çıkardık” açıklamasını yapıyor. Ya da Charlotsville kentinde çıkan olaylar sonrasında yaptığı açıklamada asıl sorumlu olan “ırkçı” gruplardan söz etmemesi üzerine gelen eleştirileri ise “bu nefret gruplarına platform sağlayan medyanın kendisi ve sahte haberlerdir” yanıtını verdi.

Trump, kendi başında olduğu hükümetin, Rusya'nın 2016 başkanlık seçimine müdahalesi iddialarına karşı başlattığı soruşturmaya dair haberleri de Twitter paylaşımında “Trump’ın kazanmasına olanak yok diyen aynı sahte haber medyası, şimdi de düzmece Rusya hikayesini ortaya atıyor. Bütünüyle sahtekarlık” diye niteledi. Bütün bir medyayı “sahte” olarak niteleyerek “sahte haber” tartışmasına yeni bir boyut getirdi.

MEDYAYA TEHDİT

Trump, sahte haber ifadesini kullanırken 23 kez CNN’i, 19 kez NBC’yi, 12 kez New York Times’ı ve 8 kez Washington Post’u hedef aldı. 2017 yılı içerisinde 19 kez hedef alınan NBC’yi sahte haberlerin kaynağı olarak gösteren Trump, 11 Ekim’de paylaştığı bir tweet ile lisans iptali tehdidini savurdu. Bu tehdide tepki Trump’a First Amendment’ın da ekli olduğu Anayasayı koruyacağına dair başkanlık yemininin hatırlatılması oldu. First Amendment, 1791 tarihinde ABD Anayasasına eklenen ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün de aralarında bulunduğu en önemli temel hakları ifade etmekte. First Amendmet hatırlatmasını yapanlar, ayrıca Trump’ın “sahte haber” ifadesini Orwell’ın 1984 romanındaki gibi anlamından ayırarak, hatta tam tersi biçimde kullandığını söylediler.

Trump’ı eleştirenler, kendisinin kaynağın açıklanmadığı haberleri, hatta daha ötesi inanmadığı, işine gelmeyen haberleri “sahte haber” olarak tanımladığını iddia ediyorlar. Bizim için alışılmış olsa da, ABD açısından alışılmamış olan bir başkanın medyayı tehdit etmesi, üstelik bunu tıpkı bizim alıştığımız gibi “sahte haber”, şarlatanlık, sahtekarlık gibi suçlamalarla yapması, ABD’de süregiden “sahte haber” tartışmasının derinleşmesini beraberinde getiriyor.

DAHA YOLUN BAŞI

Görünen o ki, Trump henüz yolun başında olsa da, kavramları, terimleri ters yüz edip anlamlarından arındırarak neredeyse tam tersi bir biçimde kullanmak, her şeyi yalan ilan ederek kitleleri sadece kendi doğrularına inandırmaya çalışmak ve bunun için önce medyayı hedef almak tüm otoriter liderlerin karakteristik özelliği. Trump, tam da kendisine sunulan “sahte haber” tartışması üzerinden hızlı adımlarla yol alıyormuş gibi görünüyor. Bu noktada ister istemez ABD’nin başlıca yaratıcısı ve ihracatçısı olduğu serbest piyasaya dayalı ve medyanın özgürlüğünü garanti altına almak için tek çözüm olarak profesyonel gazetecilik geleneği ve etik kodları işaret eden medya sistemini yeniden düşünmek gerekiyor. Otoriter/baskıcı yönetimler karşısında son derece kırılgan olduğu, ihraç edildiği tüm ülkelerde açıkça görülmüş olan bu sistem, bakalım anavatanı olan ABD’de ayakta kalabilecek mi?


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.