Gökçek gitti, Ankara sürüyor
Gidenlerin ardından çalınacak çok şarkı var ama ilk kez birinin ardından şarkı çalmak gelmiyor içimden. Sevinemiyorum da. Sevinilecek bir tarafı yok çünkü. “Gelen gideni aratır” sözü bu kez işlemeyecek, onu biliyorum; daha kötüsü yok çünkü. Yaptıkları, ileride “bir şehrin felaketi” olarak anılacak.
Gidiyor, gidecek derken gitti. Ankara’nın başına gelen en büyük felaketlerin müsebbibi Melih Gökçek, 23 yıl sonra görevini bıraktı. İstifa etti ama emekliye ayrılıyormuş gibi davrandı. İcraatını anlattı, “ben istemedim, ‘reis’ istedi” dedi ve dün düzenlediği bir basın toplantısında istifasını açıkladı. O çok sevdiği sloganı hatırlamanın tam zamanı: “Ankara bir başka güzel şimdi.”
İcraatı büyük, anlatmaya kalksam yazıya sığmaz. Sivas katliamının ilk yılında düzenlediği sazlı sözlü piknikten Ethem’in vurulduğu yere astırdığı takdir pankartına, kestirdiği ormanlardan ortalık yere diktiği ucubelere uzanan bu icraatın hesabı elbet sorulacak. Şimdilik bize düşen, bundan sonra neler olacağını izlemek. İstifasını açıklarken üzerine basa basa kurduğu “istediler gidiyorum” minvalindeki cümleler, kopacak fırtınayı işaret ediyor. Bir süre sessizliğe gömülür, planlarını yapar, sonrasında konuşmaya başlar. Gökçek bu, duramaz.
Gidenlerin ardından çalınacak çok şarkı var ama ilk kez birinin ardından şarkı çalmak gelmiyor içimden. Sevinemiyorum da. Sevinilecek bir tarafı yok çünkü. “Gelen gideni aratır” sözü bu kez işlemeyecek, onu biliyorum; daha kötüsü yok çünkü. Yaptıkları, ileride “bir şehrin felaketi” olarak anılacak. Bunların hesabını verirse sevineceğim, şimdilik sessiz duruyorum.
YAPILAMAYAN ANKARA ŞARKILARI
Ankara denince akla gelen çok şey var. Şehirle alakalı şarkıları geçtiğimiz aylarda hatırlatmış, bir yazıda toplamıştım. Şüphesiz unuttuklarım da vardı aralarında, bilahare bir başka yazıyla onları hatırlatırım ama burada şunun altını çizeyim: Çok uzun zamandır bir Ankara şarkısı yapılmıyor. Yapılanlar, ’80 öncesinde yapılanlarla sınırlı. Yakın dönemden bir kısım katkılar var ama olar da en az 20 yıllık. Gökçek’in yönettiği Ankara kimseye cazip gelmiyor. Ezhel’in son dönem yaptığı şarkıları konu dışı tutuyor, yakın dönemde Ankara şarkılarının artmasını diliyorum. Bir dönem, Murat Karayalçın’ın başkanlığını yaptığı Ankara Büyükşehir Belediyesi bir yarışma açmış, müzisyenlerden yaşadıkları şehri anlatan şarkılar yapmasını istemişti. Sonrası gelmedi. Gökçek’in müzik adına yaptığı tek şey, dönemin meşhur (ve elbette iktidara yakın) pop şarkıcılarını art arda sahneye çıkartmak oldu. Atatürk Kültür Merkezi’ni panayır alanına çevirmesi, bunun devamı sayılabilecek bir icra. Şüphesiz geride bıraktığı hasar uzun süre giderilemeyecek ama gün gelecek, yaralar kapanacak.
“Başgan”ın istifası, gündemi değiştirdi. Aklımdaki yazı, geçtiğimiz hafta yazdığım Kardeş Türküler yazısının devamı niteliğindeki Grup Yorum yazısıydı ama onu haftaya bırakıyorum. “Sonbaharın getirdikleri”, bir süre bekleyebilir. Güzellikler yerine kötülüklerden söz etmek fena elbette ama birilerinin, gidenin “badem gözlü” olmadığını hatırlatması gerekiyor. Bir süre mazlumu oynayacak, kanmamalıyız.
Melih Gökçek koltuğa oturduğunda, Ankara’da altıncı yılımı bitirmek üzereydim. Öncesinde iki belediye başkanının icraatına tanık oldum. Vedat Dalokay, Ali Dinçer gibi efsane başkanlarla tanıştım, sohbet ettim. Çanakkaleliyim ama sorarsanız Ankaracıyım. Şehri (Gökçek’e ve yaptıklarına rağmen) çok seviyorum. Tedrisatımı burada tamamladım, hayatı burada öğrendim. Bunlara müzikle alakalı her şey dahil elbette…
ADA'DAN SSK'YA ANKARA GÜZELLERİ
Üniversite okumak için geldiğim Ankara’da dikkatimi çeken ilk dükkan, Ziya Gökalp Bulvarı üzerinde, Karanfil Sokak çıkışının karşısında yer alan Ada Müzik’ti. Lisede tesadüfen dinlediğim ve çok sevdiğim Çağdaş Türkü’nün kasetini yayımlayan firmaydı ve onunla karşılaşmak beni sevindirmişti. İlerleyen dönemde firmanın merkezinin de Ankara’da olduğunu öğrendim ve orayı, Dost Kitabevi’yle birlikte sık sık ziyaret ettiğim bir merkez hâline getirdim. Ada, ilerleyen yıllarda İstanbul’a taşındı ama arşivime katkıları unutulmaz. Merkezi, SSK İşhanı’nın içindeydi. Bahsi geçen işhanı tuhaf bir yerdi; çok şenlikliydi: Alt katında kasaplar, peynirciler ve bir mescit, üst katlarda olta ve av malzemeleri satan dükkânlar, müzik malzemeleri satanlar, bir pastane ve bir “hastane” vardı. Daha üst katlarında Çankaya Belediye Başkanlığı, bir kısım devlet daireler ve bürolardan müteşekkil bu kompleks, yaşadığım yıllarda Ankara’nın eğlence merkezi oldu ve ben bu dönüşümü gördüm.
Tanıdığımız bir “abi”nin üst katlarda açtığı bar, Ankara’da radyoculuk yaptığım günlerde uğrak yerimizdi. Kavel, işhanının ilk barlarından biriydi. Sonra Mavi ve Gölge açıldı, yolumuzu onlara düşürdük. Ardından Pusula ve Baraka geldi, pastane alkol ruhsatı aldı ve ara katlara kapılarında palmiyeler olan “janjanlı” pavyonlar yerleşti. Mavi’de Eskiz çalardı ve biz her hafta onları dinlemeye giderdik. Topluluk, tepsiye dökülen pirinç gibi tuhaf “enstrüman”lar eşliğinde söyledikleri Türkçe – Kürtçe türkülerle o ufacık mekâna gelenleri eğlendirirdi. Baraka, Pilli Bebek’in çıktığı yerdi. Onları daha önce Gölge’de dinlemiş, hayran olmuştuk; onlarla birlikte Gölge’den Baraka’ya taşındık. Kavel, türkü çalardı. Arada Ankara’nın genç türkücüsü Yavuz Bingöl sahne alırdı. Sonra rock çalmaya başladı: Cem Karaca, Yaşar Kurt, İstasyon gibi isimleri orada dinledik. Pusula, önceleri bir rock bardı, sonra bir arkadaşımız aldı, adı Fikrim oldu. Yanında Setki vardı, türkü çalardı.
Hayatımı kazandığım “eski45likler” macerası bu işhanında başladı. O dönemki ortağım Alper Fidaner’le birlikte ilk partiyi (can arkadaşımız Hasan Nami Güner’in desteğiyle) Gölge’de düzenledik; oradan Fikrim’de düzenli hâle getirdik. 17 Nisan 2000 sonrasında her salı orada çaldık. Fikrim’in SSK’dan ayrılması, işhanındaki dönüşümün başlamasıyla eşdeğer. Gölge’nin asıl mekânını kapatıp üst kata çıkarak Pub’a dönüşmesi, sonun başlangıcı. Saydığım mekânlar tek tek kapandı, kapıya pembe gömlekli “güvenlik görevlileri” konuldu ve kısa süre sonra SSK İşhanı “bitti”. Önce boşaltıldı. Yıkılmak istendi, yıkılamadı. Uzun süre Kızılay’ın göbeğinde boş bir bina olarak kaldı. Yakın zamanda yeniden elden geçirildi ve Çankaya Belediye Başkanlığı oraya taşındı.
SSK İşhanı, eğlencenin kalbiydi. Emrah Serbes, Son Hafriyat adını taşıyan ikinci Behzat Ç. macerasının 153. sayfasında şunu yazıyor: “SSK İşhanı, kentin küçük bir kopyası gibi, her şeyin iç içe geçtiği kaotik bir harmandı. İçinde cami, otopark, umumi tuvalet, sakatatçı, baharatçı, ciğerci, manav, rock bar, türkü bar, pavyon, nüfus müdürlüğü ve çeşitli bakanlıkların saymanlıklarının yan yana durduğu, kapısında porselenciyle dönercinin komşu olduğu bir yer tasavvur edin.” Tam da böyle bir şeydi. Yeni kuşaklara bunu anlatmak zor. Eski hâli, yazık ki anılarımızla birlikte kayboldu. Neyse ki bir filmde, Abdi İpekçi suikastını anlatan “Uzlaşma”da kullanıldı: İpekçi’nin haber topladığı, döner merdivenlerinden çıktığı mekân, SSK İşhanı. Yükselen “müziği” o filmde duymak mümkün değil ama tasvirini Emrah Serbes yapmış: “Çeşitli barlardan kesik kesik yükselen şarkılar, kafayı bulmuş bir DJ’in yaptığı remiksi andırıyordu.”
1994’TEN BU YANA...
Cumhuriyetin başkenti Ankara, 27 Mart 1994’ten bu yana Melih Gökçek tarafından yönetiliyordu. Gri ama güzel şehri gri ve çirkin bir şehir hâline getirdi. Gençlik Parkı başta olmak üzere kaçış alanlarını yok etti, sokaklarını tuhaf şeylerle donattı. Buna rağmen Ankara hâlâ ucuz, hâlâ sakin. “Ankara’nın nefes alma yeri” olarak tabir edeceğimiz Atatürk Orman Çiftliği –ki içinde bir hayvanat bahçesi, şahane kokoreççiler, bir dönem bira servisi yapılan köfteciler, Devlet Mezarlığı ve Atatürk’ün Selanik’teki evinin bir kopyası vardı– el birliğiyle yok edildi, ortasına bir “saray”, kenarına eğlence parkı yapıldı ama hâlâ nefes alma alanları mevcut. Dahası süt kokan enfes dondurması, sütü ve yoğurdu hâlâ güzel. Bir dönem ceplerimizin dostu olan Ofis Piknik yok ama Piknik’ten Goralı’ya, Hosta’dan Otantik’e uzanan fast-food geleneği sürüyor, Ankara sokakları hâlâ ıhlamur kokuyor. Rakının yanına bulguru iliştiren şahane meyhane Tavukçu yok artık ama Martı yerinde duruyor; Körfez bitti, Göksu sürüyor. Dahası, Beste’den Aşina’ya uzanan güzellikler, Ankara’yı yaşanır kılan mekânlar. Kitapçılardan söz etmiyorum bile…
Ankara’da yeni bir dönem başlıyor. Şüphesiz daha güzel olacak. Sokaklarında şarkılar söylediğimiz, dökülen yaprakların altında el ele yürüdüğümüz günleri özlüyoruz. Bir gün, yine bunlar yapılacak. O güne dek şehrin kıymetini bilmek, gidenin ettiklerini unutmadan onu yeniden güzelleştirmek bize kalıyor. Ankara, sahiden “bir başka güzel” olabilir. Olduralım.